Hadis

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

27-KİTÂBU'L-HACC

(Hacc Kitabı) [1]

1- Haccın Vucubü. Fazileti ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:


"... Ona bir yol bulabilenlerin Bey t'i hacc etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfr­ederse, şübhesiz ki Allah âlemlerden ganîdir" (Âlu İmrân: 97) [2]

1-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: el-Fadl ibnu Abbâs, Rasûlullah'm redîfi (yânî hayvan üstünde Peygamber'in arka ta­rafına binmiş kimse) idi. Has'am kabilesinden genç bir kadın Rasûlullah'a geldi. Bu sırada Fadl kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Peygamber de Fadl'ın yüzünü (eliyle kadından) başka tara­fa çevirmeye koyuldu.
Kadın:
—  Yâ Rasûlallah! Allah'ın kulları üzerinde hacc hususundaki farizası babama çok yaşlı ihtiyarlığında erişti. O deve üzerinde sabit duramaz hâldedir. Binâenaleyh kendisine (vekâleten) ben hacc ede­bilir miyim? diye sordu.
—  "Evet, vekâleten hacc edebilirsin!" diye cevâb verdi. Bu suâl ve cevâb, Veda Haccı sırasında vâki' oldu [3].

2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:


"İnsanlar içinde haca Vlân et. Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek arık develerin üstünde (biniciler)
olarak sana gelsinler. Tâ ki kendilerine âid olan menfâatlere şâhid (ve hâzır) olsunlar" (el-Hacc: 27-28} [4]
"Ficâcen" (Nuh. 20), "Geniş yollar" demektir [5].

2-....... İbnu Umer (R) şöyle dedi: Ben Rasûluüah(S)'ı Zu'l-Huleyfe'de devesine binmekte, sonra da devesi kalkıp doğrulasıya de­ğin telbiye okumakta iken gördüm [6].

3-.......Bizeel-Evzâîtahdîsetti.O, AtâibnEbîRebâh'i, Câbir ibn Abdillah'ın şu hadîsini tahdîs ederken işitmiştir: Rasûlullah'ın yük­sek sesle telbiye okuması, Zu'I-Huleyfe'den devesi onu dümdüz doğ­rulttuğu sıradan i'tibârendir [7].
Bu hadîsi, Enes ibn Mâlik ile îbn Abbâs da rivayet ettiler [8].

3- (Tevazü İçin) Deve Semeri Üzerinde Hacc Etmek Babı


Ve Ebân ibn Yezîd şöyle demiştir:
Bize Mâlik ibn Dînâr tahdîs etti; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den; o da Aişe'den ki, Peygamber (S), Aişe'nin beraberinde erkek kardeşi Abdurrahmân'ı göndermiş ve Abdurrahmân da Âişe'yi, devesinin hörgücü mıkdârında  olan küçük semeri üzerinde taşıyarak Ten*îm'den umre yaptırmıştır [9].
Umer (R) de: Hacc yoluna deve semerlerini bağlayın. Çünkü hacc, iki cihâdın biridir, demiştir [10].
Muhammed ibn Ebî Bekr el-Mukaddemî de dedi ki: Bize Yezîd ibn Zuray' tahdîs edip şöyle dedi: Bize Azvetu'bnu Sabit tahdîs etti ki, Sumâmetu/bnu Abdillah ibn Enes şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik cimri olmadığı hâlde, deve semeri üzerine binmiş olarak hacc etti ve Rasûlullah'ın da binit devesi azığını ve eşyalarını taşıdığı hâlde devesinin semeri üzerine binip hacc ettiğini tahdîs etti [11].

4-.......Bize Eymen ibnu Nâbil tahdîs edip şöyle dedi: Bize.el- Kaasım ibnu Muhammed, Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Âişe:
—  Yâ Rasûlallah, sizler umre yaptınız; hâlbuki ben umre yap­madım, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah:
—  "Yâ Abderrahmân, kızkardeşin Âişe'yi götür de ona Ten'-tm'den bir umre yaptır" buyurdu.
Abdurrahmân bu emir akabinde Âişe'yi dişi devesi üzerinde ar­ka tarafına bindirip taşıdı ve bu suretle Âişe umre yaptı [12].

4- Mebrür Haccın Fazileti Babı


5-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)'e amel­lerin hangisi en faziletlidir? diye soruldu. Peygamber:
— "Allah'a ve Rasûlü'ne îmân etmektir" buyurdu.        
— Ondan sonra hangisidir? denildi.      
Peygamber:
— "Allah yolunda cihâd etmektir" buyurdu.  
— Ondan sonra hangisidir? denildi.
— "Mebrûr (yânî makbul olmuş, içine günâh ve riya karışma­mış) haccdır" buyurdu [13].

6-.......Bize Habîb ibnu Ebî Amre, Talha kızı Âişe'den; o da Mü'minlerin Annesi olan Âişe'den haber verdi. Âişe:
— Yâ Rasûlallah! Biz cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz. Binâenaleyh biz cihâd etmeyelim mi? diye sordu.
Rasûlullah da:
—  "Hayır; siz kadınlar için cihâdın en faziletlisi mebrûr haccdır" buyurmuştur [14].

7-....... Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle fauyuruyordu: "Kim Allah rızâsı için hacc yapar da cinsî münâsebette ve onu da'vet eden hareketlerde bulun­maz ve tâat yolundan dışarı çıkmaz ise, o kimse (günâhlardan sıyrı­lıp) anasının onu doğurduğu günkü gibi tertemiz dönmüş olur"[15].

5- Hacc ve Umre Mikaatlarının Farz Edilişi Babı [16]


8-.......Bana Zeyd ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, kendisi Abdullah ibn Umer'e, konağında iken gelmiştir. îbn Umer'in de kıldan bir ça­dırı, bir de çadjrın sahnmda yukarı tarafında aykırı çekilmiş büyük­çe perdeli yeri vardı [17].
(İbnu Cubeyr dedi ki:) Ben İbn Umer'e: Benim nereden umre yapmaklığım caiz olur? diye sordum. İfjn Umer: Rasûlullah (S) mî-kaatları farz yânî ta'yîn buyurdu. Necd ahâlîsi için Karn'ı, Medine ahâ­lîsi için Zu'1-Huleyfe'yi, Şâm ahâlîsi için de Cuhfe'yi ta'yîn buyurdu, dedi [18].

6- Yüce Allah'ın: "...Bir de azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı, Olmaktir... " (el-Bakara: 197) Kavli Babı [19]


9-.......Bize Şebâbe, Verkaa'dan; o da Amr ibnu Dinar'dan; o da İkrime'den tahdîs etti ki, İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Yemen ahâlîsi seferde ve hacc müddetince gerekli olan azıkları hazırlamak-sizın ve: Bizler Allah'a dayanıp güvenen kimseleriz, diyerek haccaçı-karlardı. Nihayet Mekke'ye geldiklerinde insanlardan azık isterlerdi. Bu sebeble Yüce Allah: "...B/> de (hacc seferinizde yetecek mıkdâr-da) azıklarım. Muhakkak ki azığın en hayırlısı da takvâlı olmaktır (yâhud insanlara yük olmaktan korunmaktır)" (ei-Bakara: i97) âyetini indirdi [20].
Bu hadîsi Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da İkri­me'den; İbn Abbâs'i zikretmeksizin, mürsel olarak rivayet etmiştir [21].

7- Mekke Ahalisinin Hacc ve Umre İçin Yüksek Sesle Telbiye Okuyacakları Yer Babı [22]


10-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medine ahâlîsi için Zu'1-Huleyfe'yi, Şâm (Mısır, Mağrib) ahâlîsi için Cuhfe'-yi, Necd ahâlîsi için Karne'1-Menâzil mevkiini, Yemen ahâlîsi için Ya-lemlem'i (ihrama girme) mîkaadı ta'yîn etti. Bu yerler, hacc ve umre yapmak isteyen bu memleketler ahâlîleri ile diğer memleketler hal­kından yolları bu yerlere gelen kimselerin mîkaatlarıdır. Bunlardan başka bu mîkaatlarla Mekke arasındaki yerler halkı da haccı inşâ etmiş bulundukları mahallerden ihrama girerler. Hattâ Mekkeliler de Mekke'den ihrama girerler [23].

8- Medine Ahalisinin Mikaadı Zu'l-Huleyfe Mevkii Olduğu ve Medine Yönünden Gelenlerin Zu'l-Huleyfe'den Evvel İhram ve Telbiye Etmeyecekleri Babı [24]


11-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S): "Medine ahâlîsi Zu'l-Huleyfe'den; Şâm ahâlîsi Cuhf e'den; Necd ahâlîsi de Kam mevkiinden i'tibâren ihram ve telbiye ederler" buyurmuştur.
Abdullah ibn Umer: Rasûlullah'm "Yemen ahâlîsi de Yalemlem mevkiinden i'tibâren ihram ve telbiye ederler" buyurduğu bana ulaştı, demiştir [25].

9- Şam Ahalisinin İhram ve Telbiye Etme Yeri Babı


12-....... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medine ahâlîsi için Zu'1-Huleyfe'yi, Şâm ahâlîsi için Cuhfe'yi, Necd ahâlîsi için Karnu'l-Menâzil'i, Yemen ahâlîsi için Yalemlem'i mîkaat ta'ynı buyurdu. Bu yerler, isimleri söylenen memleketler ahâlîlerinin ve başka memleketler halkından olup da hacc ve umre yapmak isteyip, yollan bu mîkaatlara uğrayan kimselerin mîkaatlarıdırlar. Bu mîkaatların berisinde, yânî Mekke tarafındaki yerlerde bulunan bulundukları me­kândır. Hattâ Mekke ahâlîsi Mekke'den ihrama girerler [26].

10- Necd Ahalisinin İhram ve Telbiye Etme Yeri Babı


13-.......Bize Sufyân ibn Uyeynetahdîs edip dedi ki: Biz bu ha­dîsi ez-Zuhrî'den ezberledik; o da Sâlim'den; o da babası İbnu Umer'-den belledi. İbnu Umer: Peygamber (S) mîkaatları ta'yîn etti... diyerek hadîsi rivayet etmiştir.
Buhârî dedi ki: H Bize Ahmed ibn îsâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize İbnu Vehb tahdîs edip şöyle dedi: Baha Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'dan; o da Salim ibnu Abdillah'tan; o da babası Abdullah'tan haber verdi. Abdullah şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Medine ahâlîsinin ihram ve telbiye etme yeri Zu'l-Huleyfe'dir. Şâm ahâlîsinin ihram ve telbiye etme yeri Mehyea'dır -ki o Cuhfe'dir-, Necd ahâlîsininki Karn'dır" [27].
İbn Umer şöyle dedi: Sahâbîler: Peygamber(S)'in "Yemen ahâ­lîsinin ihram ve telbiye etme yeri Yalemlem'dir" buyurduğunu söy­lediler; ben bu fıkrayı kendi kulağımla işitmedim [28].

 

11- İkaamet Yerleri Mikaatların Berisinde (Yani Vatanları Mikaatlarla Mekke Arasında) Olan Kimselerin İhram ve Telbiye Etme Yerleri Babı


14-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dinar'dan; o da Tâvûs'tan; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Pey­gamber (S) Medine ahâlîsi için Zu'I-Huleyfe'yi, Sânı ahâlîsi için Cuhfe'yi, Yemen ahâlîsi için Yalemlem'i, Necd ahâlîsi için de Karn'ı mîkaat ta'yîn etti. Bu mîkaatlar hacc ve umre yapmak isteyen bu memleketler halklarının ve diğer memleketler halkından bu memle­ketler üzerine gelen kimselerin mîkaatlarıdır. Bu mîkaat yerlerinin berisinden (yânı mîkaatlarla Mekke arasındaki yerler halkından) olan kimsenin ihrama girme yeri ise, kendi ailesinin bulunduğu çevredir. Hattâ şübhesiz Mekke ahâlîsi de Mekke'den ihram ve telbiye ederler [29].

12- Yemen Ahalisinin İhram ve Telbiye Edecek Yerleri Babı


15-.......İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medîne ahâlîsi için Zu'i-Huleyfe'yi; Şâm ahâlîsi için Cuhfe'yi; Necd ahâlîsi için Karne'l-MenâziFi; Yemen ahâlîsi için Yalemlem'i mîkaat ta'yîn buyurdu. Bu mîkaatlar, hacc ve umre yapmak isteyen bu memleket­ler ahâlîleri ile, bunlardan başka memleketlerden olup da bu memle­ketler üzerine gelecek herkesin mîkaatlarıdır. Bunlardan başka, bu mîkaatlarla Mekke arasındaki memleketler halkı da haccı inşâ ettik­leri o yerlerden (yânî bulundukları yerlerden) ihram ederler. Hattâ Mekke ahâlîsi de Mekke'den ihrâmlanırlar [30].

13- Bab: Zatu Irk Mevkiİ Irak Ahalisi İçin Mikaattır


16-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Şu iki şehir, yânî Basra ile Küfe şehirleri Umer zamanında feth edilip kurulunca, bu şehirler halkı Umer'e geldiler ve:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Şübhesiz Rasûlullah (S) Necd ahâlîsi için Karn'ı mîkaat ta'yîn buyurmuştur. Hâlbuki burası bizim yolu­muzdan sapadır. Eğer biz Karn'dan ihrama girmek istersek bu bize meşakkatli oluyor, diye şikâyet arzettiler.
Umer bunlara:
— Öyleyse siz, Mekke'ye giden yolunuz üzerinden size sapa ol­mayan Karne'I-MenâziFin hizasında bulunan bir noktaya bakıp, ora­yı mîkaat edininiz, dedi.
Akabinde Iraklılar için Zâtu Irk mevkiini mîkaat ta'yîn etti [31].

14- Bab [32]


17-.......Abdullah ibn Umer(R)'den (o, şöyle demiştir): Rasû­lullah (S) Zu'1-Huleyfe'deki vâdîde devesini çökertti. Sonra inip ora­da (iki rek'at) namaz kıldı. (İbn Umer'in râvîsi ve azâdlısı şöyle dedi:) Abdullah ibn Umer de burada bu namazı kılardı [33].

15- Peygamber(S)'in -Mekke'ye Gidişte, Medine'nin-Şecere Yolu Üzerinden Çıkması Babı


18-....... Abdullah ibnu Umer(R)'den (o, şöyle demiştir): Ra­sûlullah (MedîneMen çıkarken Zu'I-HuIeyfe Mescidi yanındaki) Şe­cere yolunu izleyerek çıkar idi. Medine'ye de (Zu'1-Huleyfe Mesci-di'nden daha aşağıda ve Medîne'ye daha yakın bulunan) Muarres yo­luyla girer idi. Ve yine Rasûlullah (S) Mekke'ye giderken Şecere Mescidi'nde namaz kılardı. Mekke'den dönüşünde de Vâdî'nin or­tasındaki Zu'1-Huleyfe'de namaz kılardı ve sabaha kadar burada ge­celemek âdeti idi [34].

16- Peygamber(S)'in "el-Akik, mübarek bir vadidir" Kavli Babı


19-.......Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yahya (ibn Ebî Kesîr) tahdîs edip şöyle dedi; Bana İkrime tahdîs etti ki, o İbn Abbâs'tan şöyle derken işitmiştir: İbn Abbâs da Umer (R) şöyle der­ken işitmiştir: Ben el-Akîk vadisinde Peygamber(S)'den işittim, şöy­le buyuruyordu: "Bana bu gece Rabb'im tarafından bir geiici (yâri Cibrîl) geldi de: Bu mübarek vadide namaz kıl ve 'Hacc içinde umre­ye niyet ettim' de! dedi" [35].

20-.......Bize Mûsâ ibnu Ukbe tahdîs edip şöyle dedi: Bana Sa­lim ibnu Abdillah, babası Abdullah ibnu Umer'den tahdîs etti ki, Pey­gamber (S) -Veda Haccı'nda- Akîk Vâdîsi'nin ortasındaki Zu'1-Huleyfe'de gecelemek üzere devesinden indiği görüldü. (Sahâ-bîler tarafından) kendisine: "Sen mübarek Bathâ'da (yânî vâdîde) bulunuyorsun", denildi. Hadîsin üçüncü râvîsi olan Mûsâ ibn Ukbe şöyle dedi: Bir hacc seferinde Salim ibn Abdillah, babası Abdullah ibn Umer'in vaktiyle devesini çökertir olduğu yeri araştırarak, bizi oraya indirdi ki, Abdullah ibn Umer'in "Rasûlullah VedâHaccı'na giderken, bu vâdîde devesinden inip gecelediği yerdir" diye araştıra­rak, buraya gelip indiğini Salim görmüştür. Burası vâdînin içindeki mescidin alt tarafında idi. Vâdî ile yol arasında tam ortalama bir mevki' idi [36].

17- (Hacc Esnasında) Elbiseden Güzel Kokunun Üç Kerre Yıkanması Babı


21-.......Bize İbnu Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh haber verdi. Atâ'ya da Ya'lâ'nın oğlu Safvân şöyle haber vermiştir: Ya'Iâ ibn Umeyye, Umer ibn Hattâb'a: Peygamber'e vahy edilirken, Peygamber'i bana göster, demişti. Ya'lâ ibn Umeyye dedi ki: Peygamber el-Cı'râne'de bulundu sırada, yanında sahâbîle-rinden bir topluluk da varken, yanına bir adam çıkageldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Güzel koku sürünmüş olarak umre için ihra­ma giren bir kimse hakkında nasıl re'y edersin (yânî ne buyurursun)? diye sordu.
Peygamber (S) bir müddet sustu. Akabinde kendisine vahy gel­di. Umer hemen Ya'Iâ'ya işaret etti. Ya'lâ da geldi. O sırada Rasû-lullah'ın üzerinde bir örtü vardı, bu örtü O'na gölgelik yapılmıştı. Ya'lâ başını bu örtünün içine soktu. Ve Rasûlullah'ı (vahyin şiddetli ağırlığından) yüzü kızarmış bir hâlde gördü. Rasülullah, uyuyan kim­senin gidip gelen nefesi gibi hırıltıyle nefes alıp veriyordu. Sonra Ra-sûlullah'tan bu hâl (yavaş yavaş) sıyrıldı. Akabinde:
—  "Umreden sormuş olan kimse nerede?" buyurdu. Bunun üzerine yanına birisi getirildi. Rasülullah ona:
—  "Bedenine ve elbisene bulaşan kokuyu üç kerre yıka, üzerin­deki cübbeyi de çıkar, (bu ihramı giy de) haccında yapacağın işler gibi, umrende de yap!" buyurdu [37].
İbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya, Peygamber bu adama üç defa yıkamasını emrettiği zaman, temizlemeyi paklamayı mı kasdetmiş-tir? diye sordum. Atâ da bana: Evet, diye cevâb verdi [38].

18- İhrama Girme Sırasında Koku Sürmek, Şahsın İhrama Girmek İstediğinde Giyebileceği Şeyihramlının Taranacağı ve Kendine Yağ Sürebileceği Babı [39]


İbn Abbâs: İhrâmlı kişi güzel kokulu bitkiyi koklar, aynaya bakar, yiyeceği zeytin yağı ve hayvanı yağ ile tedâvî olabilir," demiştir [40].
Atâ ibn Ebî Rebâh da:
İhrâmlı kişi yüzük takınır; uçkur, kuşak ve içine para ve şâire konulan dağarcık kuşanabilir, demiştir[41].
Ve îbnu Umer, ihrâmlı iken, karnı üzerine bir bezi sağlamca bağlamış olduğu hâlde tavaf etmiştir [42].
Âişe (R) de, hevdecini bağlayıp hazırlayan kimseler için kaba avreti örtecek çok kısa iç donu giymelerinde bir mahzur görmemiştir [43].

22-.......Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: İbnUmer (R) ihrama girme sırasında zeytin yağı ile yağlanırdı. Mansûr dedi ki: Ben İbn Umer'in ihram sırasında koku sürmekten çekinmesini İbrâhîm en-Nahaî'ye söyledim. O bana şöyle dedi: Sen İbn Umer'in sözüyle ne yapıyorsun! (Çünkü Rasûlullah'ın İbn Umer'inkine muhalif olan fi­ili sabit olmuştur. Şöyle ki:) Bana el-Esved tahdîs etti. Âişe (R): Ra-sülullah (S) ihrâmh iken, başının ayrım yerlerindeki kokunun parıldaması, sanki hâlâ gözümün önündedir, demiştir [44].

23-.......Kaasımibn Muhammed'den: Peygamber'in zevcesi Âişe'den haber verdi. Âişe (R): Ben Rasûlullah(S)'ı ihrama girerken, ih­ramı için, bir de ihramı çıkarıp hılle girdiği için Ka'be'yi tavaf etmesinden önce güzel koku ile kokulandırır idim, demiştir [45].

19- Saçlarını Yapışkan Bir Şeyle Bir Yere Toplamış Olarak Telbiye Eden Kimse Babı


24-.......İbnu Umer (R): Ben Rasûlullah(S)'ı, başının saçlarını (zamklı bir madde ile) toplamış olduğu hâlde, yüksek sesle telbiye eder­ken gördüm, demiştir [46].

20- Zu'l-Huleyfe Mescidi Yanında Yüksek Sesle Telbiye Etmek Babı


25-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ab­dullah'ın oğlu Sâlim'den işittim, şöyle dedi: Ben İbn Umer'den işit­tim. (Buhârî dedi ki:) H ve yine bize Abdullah ibnu Mesleme, Mâ-lik'ten; o da Mûsâ ibnu Ukbe'den; o da Abdullah'ın oğlu Sâlim'den tahdîs etti ki, Salim, babası Abdullah'tan şöyle derken işitmiştir: Ra-sûlullah (S), Mescid'in yanından başka bir yerde telbiye etmedi, yânî ancak Zu'I-Huleyfe Mescidi'nde telbiye etti [47].

21- İhrama Giren Kimsenin Giymeyeceği Elbiseler Babılf.


26-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi (o, şöyle demiştir): Bir kimse:
— Yâ Rasûlallah! İhrama giren kimse, elbiselerden ne giyer? di­ye sordu.
Rasûlullah (S) buyurdu ki:
—  "Gömlekler, başlıklar, şalvarlar (yânî donlar), bornuslar, mestler giymez- Ancak iki edik bulamayan kimse mest giysin ve on­ları da topuklarından aşağısına kadar kessin. Siz ihrâmlılar bir de zağ-ferân yâhud vers ile boyanmış bir kumaş giymeyiniz" [48].

22- Hacc Yolunda Bir Bineğe Binmek ve Bineğin Arka Tarafına da Bir Başkasını Bindirmek Babı


27-.......İbn Abbâs(R)'tan (O şöyle demiştir): Usâme, Arafat'­tan Müzdelife'ye kadar Peygamber'in redifi (yânî bineğinin arka ta­rafına binen kişi) idi. Sonra Peygamber Müzdelife'den Minâ'ya gelinceye kadar da Abbâs'ın oğlu FadPı, kendi binitinin arkasına bin­dirdi. Bunların her ikisi de: Peygamber (S), Akabe cemresini taşla-yıncaya kadar telbiye etmekten ayrılmadı, demişlerdir [49].

23- İhrama Giren Kimsenin Elbiseler, Rıdalar ve İzarlar Nevinden Giyebileceği Şeyler Babı [50]


Ve Âişe (R) ihrâmh olduğu hâlde sarı boya ile boyanmış elbiseler giymiştir [51]
Ve yine Aişe, muhatabı olan ihrâmh kadına: Ağzına yaşmak tutunma, vers (yânî alâçehrî veya Yemen zağferânı denilen bitki) ile ve zağferân ile boyanmış elbise giyme, demiştir [52].
Câbir ibn Abdillah da: Usfurla (yânı sarı boya ile) boyanmış şeyi, kokulandırılmış görmem, demiştir [53]. Ve Aişe, ihrâmlı kadın için zînet takmada, siyah elbisede, gül rengi boya ile boyanmış elbisede ve ayakkabı giymede bir mahzur görmemiştir [54].
İbrâhîm en-Nahaî de: İhrâmlının, giymekte olduğu elbisesini değiştirmesinde bir mahzur yoktur, demiştir [55].

28-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gerek kendisi, gerek sahâbîlerİ saçlarım taradıkları, güzel kokular sü­ründükleri, (en güzel) izâr ve ridâlarmı giydikten sonra Medine'den (öğle ile ikindi arasında Veda Haccı için) yola çıktılar. Peygamber, giyilmesi âdet olan ridâlar ve izârlardan hiçbirşeyi giymekten kimse­yi men' etmedi. Yalnız (kokusu ve rengi) vücûda bulaşacak derecede zağferânlı libâsın giyilmesini nehyetmişti. Bu büyük hacc topluluğu, gündüzün Zu'1-Huieyfe'ye vardı. (Öğle namazını orada kıldı ve Zu'l-Huleyfe'de geceledi. Sabahleyin) Peygamber devesine bindi. Beydâ Dağı'na yükselince, Peygamber ve sahâbîleri tehlîl ve telbiye ettiler. Peygamber kurbanlık devesine kılâde (yânî gerdanlık) takdı ve kur­banlık nişânıyle nişanladı. Bu telbiye ve kılâde işleri Zu'1-ka'de'den beş gün kala (ayın yirmi beşinde) olmuştu. Nihayet Zu'1-hicce'nin dör­düncü günü Peygamber Mekke'ye vardı. Beyt'i tavaf, Safa ile Mer-ve arasında sa'y etti. Kurbanlık develerine nişan taktığı için de artık o hayvanlar kurbanlık bedene olduklarından dolayı, Peygamber ih­ramdan çıkmadı. Tavaf ve sa'ydan sonra Peygamber hacca telbiye edici olarak Mekke'nin yüksek tarafındaki Hacûn mevkiine konak­ladı, Ka'be'yi tavaf ettikten sonra, artık tâ Arafat'tan dönünceye kadar Ka'be'ye bir daha yaklaşmadı. Peygamber sahâbîlerine, Beyt'i tavaf etmelerini, Safa ile Merve arasında sa'y etmelerini, sonra da saçları­nı kısaltmalarını, bundan sonra da ihramdan çıkmalarını emreyledi. Peygamber'in bu emri, beraberinde kılâdelediği bir kurbanlığı bulun­mayan kimseler içindi. Böyle bir kimse ihramdan çıktığında, berabe­rinde zevcesi varsa, artık zevcesi kendisine halâldır (yânî onunla cinsî münâsebeti halâldır). Güzel koku sürünmesi, (mu'tâd olan) elbisele­rini giymesi de halâldır [56].

24- Zu'l-Huleyfe'de Geceleyip Nihayet Sabaha Giren Kimse Babı [57]


Bunu (yânî Zu'1-Huleyfe'de gecelemeyi) İbn Umer (R), Peygamber(S)'den olmak üzere söyledi [58].

29-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medîne'de (öğleyi) dört rek'at, Zu'1-Huleyfe'de (ikindiyi) iki rek'at kıl­dı. Sonra sabaha girinceye kadar Zu'1-Huleyfe'de geceledi. Bineğine bindiği ve devesi kendisini sırtında dümdüz yaptığı zaman, yüksek sesle telbiye etti [59].

30-.......Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den; o da Enes'ten tahdîs etti. (Enes ibn Mâlik şöyle demiştir:) Peygamber (S) Medine'de öğleni dört rek'at klıdı. İkindiyi de Zu'1-Huleyfe'de iki rek'at kıldı.
Ebû Kılâbe: Ben Peygamber'in Zu'1-Huleyfe'de sabaha girince­ye kadar gecelediğini sanıyorum, demiştir [60].

25- Telbiye İle Sesi Yükseltmek Babı


31-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medîne'de öğ­leni dört, ikindiyi de Zu'1-Huleyfe'de iki rek'at kıldı. Ben, Peygam­ber ve beraberinde Kıran haccına niyet eden kimselerin hacc ile umreyi birlikte yüksek sesle açıkça söylerlerken işittim[61].

26- Telbiye(nin Keyfiyeti) Babı


32-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den, Rasûlullah'ın telbiyesinin şöyle olduğunu haber verdi: Lebbeyke Allâhumme lebbeyk Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk fnne'l-hamde ve'n-nVmete leke VeH-mulke lâ şerike leke
(= Yâ Allah, da'vetine tekrar tekrar icabet ettim; emrini yerine getirmeye tekrar tekrar hâzırım. Tekrar tekrar icabet ettim; Senin hiç ortağın yoktur. Sana tekrar tekrar itaate hâzırım. Şübhesiz hamd, ni'i met ve mülk Sana mahsûstur; Sana hiçbir ortak yoktur) [62].       

33-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in nasıl telbiye eder olduğunu elbette biliyorum:
Lebbeyke Allâhumme lebbeyk Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk İnne 'l-hamde ve 'n-ni 'mete leke [63].                       
Bu hadîsi el-A'meş'ten rivayet etmekte Ebû Muâviye, Sufyân es-] Sevrî'ye mutâbaat etmiştir [64].                             
Şu'be ibnu'l-Haccâc da şöyle dedi: Bize Süleyman el-A'meş ha­ber verip şöyle dedi: Ben Hayseme'den işittim; o da Ebû Atıyye'den. O da: Ben Âişe'den işittim, demiştir [65].

27- Binek Heyvanı Üzerine Binişten Sonra Yapılan Telbiyeden Önce Tahmid, Tesbih ve Tekbir (Yapılacağı) Babı


34-.......Bize Eyyûb (es-Sahtıyânî), Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir: Rasûlullah" (S) -Veda Hacci'na giderken-öğle namazını Medine'de, biz de kendisiyle beraber olduğumuz hâl­de dört rek'at kıldı. İkindiyi de Zu'1-Huleyfe'de (kısaltarak) iki rek'-at kıldı. Sonra sabaha kadar orada geceledi. Sonra (sabahleyin devesine) bindi. Nihayet devesi onu Beydâ yokuşu üzerine doğrult­tu. Rasûlullah, Allah'a hamdetti, tesbîh etti ve tekbîr getirdi. Sonra hacc ile umreye beraberce niyet ederek, telbiye yaptı. Beraberindeki insanlar da hacc ile umreye niyet edip, telbiye eylediler. (Ve böylece ihrama girdiler). Mekke'ye geldiğimizde Rasûlullahjinsanlara emretti. Onlar ihramdan çıktılar [66]. Nihayet terviye (yânî Zu'1-hicce ayının se­kizinci) günü olunca, insanlar hacc için ihrama girdiler. Râvî Enes: Peygamber kendi eliyle ayakta durdukları hâlde birçok kurbanlık de­veler kesip boğazladı. Rasûlullah Medine'de de alacalı iki koç boğaz­ladı, dedi [67]. Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Bâzıları, bu Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da bir adamdan -ki o Ebû Kılâbe'dir veya Ham-mâd ibn Seleme'dir denildi- o da Enes'tendir, dediler [68].

 

28- Binek Vasıtası Kendisini Dümdüz Doğrulttuğu Zaman Telbiye Eden Kimse Babı


35-....... İfanu Umer (R): Peygamber (S), devesi ayağa kalkıp kendisini dümdüz doğrulttuğu zaman telbiye etti, demiştir [69].

29- Kıble Tarafına Yönelerek Telbiye Etmek Babı


36-.......Bize Eyyûb es-Sahtiyânî, Nâfi'den tahdîs etti. Nâfi' şöy­le demiştir: İbn Umer Zu'I-Huleyfe'de sabah namazım kıldığı zaman binek devesinin hazırlanmasını emreder, deveye semeri bağlanır, sonra da devesine biner idi. Devesi onu dümdüz yükselttiği zaman, ayakta olarak kıbleye yönelir, sonra da tâ Harem'e ulaşıncaya kadar telbiye eder idi. Harem'e girdikten sonra telbiyeyi keserdi. Nihayet Zu Tu-vâ'ya geldiğinde, burada gecelerdi. Nihayet sabaha girip sabah na­mazını kılınca da (Mekke'ye giriş için) yıkanırdı. İbn Umer, Rasûlullah'ın da böyle yaptığını söyledi [70]. Yıkanmak hakkındaki bu hadîsi Eyyûb'dan rivayet etmekte îsmâîl ibn Uleyye, Abdulvâris'e mu-tâbaat etmiştir  [71].

37-.......Bize Fuleyh tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle demiştir: İbnu Umer (R) Mekke yönüne yola çıkmak istediği zaman, içinde güzel bir koku bulunmayan bir yağ ile yağlanır, sonra Zu'1-Huleyfe Mes-cidi'ne gelir, orada namaz kılar, sonra bineğine binerdi. Bineği onu ayakta olarak dümdüz doğrulttuğunda telbiye ederdi. Bundan sonra da: Ben Peygamber(S)'i işte böyle yapar gördüm, der idi [72].

30- İhramlının, Vadinin İçine İndiğinde Telbiye Etmesi Babı


38-.......Mucâhid ibn Cebr şöyle demiştir: Bizler ibn Abbâs'ın yanında idik. Oradakiler Deccâl'ı konuşup, Peygamber'in: "Onun iki gözü arasında kâfir yazılmıştır" buyurduğunu zikrettiler. Bunun üzerine İbn Abbâs: Ben Peygamber'den bunu işitmedim. Velâkin Pey­gamber: "Musa'ya gelince; ben onu (Ezrak) vadisinin içinde aşağıya inerken telbiye eder hâlde görüyor gibiyim" buyurdu, dedi  [73].

31- Bab: Hayızlı ve Nifaslı Kadınlar Nasıl İhrama Girerler?


Kalbindekini yüksek sesle söylediği zaman "Ehelle" denilir. "İstehlelnâ" ve "Ehleinâ'l-hilâle", "Hilâlin meydana çıktığını gördük" demektir. Bunların hepsi "meydana çıkma" ma'nâsındadır. "İstehelle'l-mataru (= Yağmur buluttan çıktı)" ta'bîri de bu ma'nâdadır. "Ve mâ uhille H-gayrıllâh (— Üzerine Allah'tan başkasının ismi söylenip kesilen hayvanlar..)" (el-Bakara: [74]; el-Mâide: 3; el-En'âm: 144; en-Nahl: 115) kelâmı da, çocuğun doğarken sesini feryâdla yükseltmesi ma'nâsındadır74.

39-.......Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber'in beraberinde Veda Haccı için yola çıktık. Ve umre niyetiyle tel­biye ettik. Sonra Peygamber: "Beraberinde hedy, yâni kurbanlık hayvanı bulunan, umre ile birlikte hacca niyet edip telbiye eylesin, sonra da umre ile haccdan birlikte ihramdan çıkıncaya kadar da, ih­ramdan çıkmasın!" buyurdu. Ben hayızlı olarak Mekke'ye geldim. Beyt'i tavaf etmedim; Safa ile Merve arasında sa'y etmedim. Bu du­rumumu Peygamber'e şikâyet tarzında arzettim. Peygamber (S) ba­na: "Başının saç örgülerini çöz, saçlarım tara, umreyi terk et ve yalnız hacca niyetle telbiye et!" buyurdu. Ben de böyle yaptım. Hacc fiille­rini yerine getirip tamamladığımız zaman, Peygamber beni erkek kar­deşim Abdurrahmân ibn Ebî Bekr'in beraberinde olarak, Ten'îm mevkiine gönderdi de, ben oradan umre yaptım. Peygamber: "îşte bu, senin umrenin yeridir" buyurdu.
Âişe dedi ki: Umre niyetiyle telbiye etmiş olanlar Beyt'i tavaf ve Safa ile Merve arasını sa'y ettikten sonra ihramdan çıktılar. Sonra Minâ'dan dönmelerinin akabinde diğer bir tavaf daha yaptılar. Am­ma hacc ve umreyi cem' edenlere gelince, onlar ancak bir tavaf yap­tılar [75].

32- Peygamber(S)in Zamanında Peygamberin İhrama Girmesi Gibi İhrama Girip Telbiye Eden Kimse Babı [76]


Bu başlıkta zikredilen şekli, İbn Umer (R), Peygamber'den olmak üzere söyledi [77]

40-.......Bize el-Mekkî ibnu İbrâhîm, İbn Cureyc'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Atâ şöyle dedi: Câbir (R) şöyle dedi: Peygamber (S) Alî ibn Ebî Tâlib'e (Yemen'den, beraberinde kurbanlık olduğu hâlde Mekke'ye geldiği zaman) girmiş bulunduğu ihramı üzerinde kal­masını emretti. Atâ yâhud Mekkî dedi ki: Câbir bu hadîsinde Surâ-ka'nın sözünü de zikretmişti [78].

41-.......Bize Suleymibnu Hayyân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Mervân el-Asfar'dan işittim ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Alî, Yemen'den (Mekke'ye) Peygamber'in yanına geldi. Peygamber, Alî'ye: "Ne niyetle ihrama girip telbiye ettin?" diye sordu. Alî: Pey­gamber'in ihrama girdiği gibi ihrâmlanıp telbiye ettim, dedi. Peygam­ber: "Benim yanımda hedy (yânî kurbanlık) olmayaydı (Mekke'ye varınca ziyaret tavafı ve sa'yden sonra tıraş olup) ihramdan çıkardım" buyurdu.
Ve Muhammed ibnu Bekr İbnu Cureyc'den şunu ziyâde etti: Enes dedi ki: Peygamber (S), Alî'ye: "Yâ Alî! Sen ne niyetiyle ihrama gi­rip telbiye ettin?" diye sordu. Alî: Peygamber'in ihram ve telbiye ettiği gibi, dedi. Peygamber: "Öyleyse sen Beyt'e kurbanlık hediye et ve şu hâlinde olduğun gibi ihrâmlı olarak kal" buyurdu [79].

42- Bize Muhammed ibnu Yûsuf tahdîs edip şöyle dedi: Bize Suf-yân es-Sevrî, Kays ibn Müslim'den; o da Târik ibn Şihâb'dan tahdîs etti ki, Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Veda Haccı'n-dan evvel- beni Yemen'deki bir kavme vazife ile göndermişti. Yemen'­den dönüşümde Peygamber'e Bathâ'da ihrâmlı olarak kavuştum. Peygamber bana:
—  "Ne niyetiyle ihrâmlandın?" diye sordu. Ben de:
— Peygamber'in ihrama girişi gibi ihrâmlanıp telbiye ettim, de­dim.
Peygamber yine:
—  "Beraberinde herhangi bir hedy var mı?" dedi. Ben:
—  Hayır, yoktur, dedim.
Bunun üzerine bana tavaf ve sa'y etmemi emretti. Ben de Beyt'i tavaf, Safa ile Merve arasını da sa'y ettim. Sonra Peygamber ihram­dan çıkmamı emretti.Ben de ihramdan çıktım. Akabinde kavmimden bir kadının yanına geldim. O kadın başımı taradı yâhud başımı yıka­dı.
Umer (Halifeliği zamanındaki bir hacc mevisiminde Mekke'ye)
geldi ve şöyle dedi: Allah'ın Kitâbı'm alırsak, o bize (başlama aka­binde umre ile haccı) tamamlamamızı emrediyor. Yüce Allah: "Haca da, umreyi de Allah için tam yapın.." (ei-Bakara: 196) buyurdu. Eğer
Peygamber'in sünnetini alırsak, o da kurbânı kesinceye kadar ihrama dan çıkmamıştır [80].                                                                      

33- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:


"Hacc (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendine) farz ederse, artık haceda kadına yaklaşmak (veya kötü söz söylemek), günâh yapmak, kavga etmek yoktur... ** (el-Bakara: 197)
"Sana yeni doğan aylan sorarlar. De ki: Onlar, insanların fâidesi için, bir de hacc için vakit
Ölçüleridir..." (el-Bakara: 189) [81]
Ve İbn Umer (R): Hacc ayları Şevval, Zu'1-ka'de ve Zu'1-hicce'nin on günüdür, demiştir [82].
İbn Abbâs (R) da: Hacc için hacc aylarının dışında ihrama girmemek sünnettendir, demiştir [83].
Usmân ibn Affân (R) da; Horasan'dan yâhud Kirmân'dan ihrama girmeyi kerîh görmüştür °" [84]

43-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'ın beraberin­de, hacc aylarında, hacc gecelerinde ve hacc hâllerinde (Medine'den) çıktık. Nihayet (Mekke'nin hududu olan) Şerif mevkiine indik.
Âişe dedi ki: Rasûlullah, sahâbîlerine doğru çıktı da:
— "Sizden her kimin beraberinde hedyi (kurbânı) yoksa ve hac-cini umreye çevirmek isterse, o (haccmı feshedip) umre yapsın! Be­raberinde hedyi bulunan da haccını umreye çevirmesin" buyurdu.
Âişe dedi ki: Peygamber'in bu Öğretmesinden sonra, sahâbîle-rinden umreyi alanlar da oldu, terkedenler de bulundu.
Yine Âişe dedi ki: Fakat Rasûlullah ile sahâbîlerinden bir takım kimselerin -ki bunlar kuvvet sahibi kişilerdi- kurbanlıkları beraber­lerinde idi. Bunlar (hacci feshedip) umre yapmaya muktedir değiller­di. Âişe dedi ki: Rasûlullah bu emri verdikten sonra (çadıra) benim yanıma girdi. Ben ise ağlıyordum. Rasûlullah:
— "Ey kadın! Seni ne ağlatıyor ki?" dedi Ben de:
— Senin sahâbîlerine söylediğin sözünü işittim. Demek ki ben umreden (tavaf ve sa'y edemiyerek) men' olundum, dedim [85].
Rasûlullah:
—  "Senin hâlin nedir ki?" dedi. Ben:
—  Namaz kılamıyorum, dedim. Rasûlullah:
—  "Bu sana zarar vermez. Sen de ancak Âdem kızlarından bir kadınsın. Allah, bütün Âdem kızları üzerine yazdığı şeyi senin üzeri­ne de yazmıştır. Böyle olunca sen hacca niyetinde sabit ol. Allah sa­na umreyi de nasîb eder" buyurdu.
Âişe dedi ki: Rasûlullah'ın bu (Veda) haccında Arafat'a çıktık. Nihayet Minâ'ya geldik. Ben de artık temiz olmuştum. Sonra Minâ'-dan çıktım. (Ve Mekke'ye gelip) Beyt'e ifâda tavafı yaptım. Âişe de­vam edip dedi ki: Sonra Minâ'dan sonuncu dönüşte, Rasûlullah'ın beraberinde yola çıktım. Rasûlullah Muhassab mevkiine gelip, ko­nakladı. Biz de O'nunla beraber orada konakladık. Rasûlullah, kar­deşim Abdurrahmân ibn Ebî Bekr'i çağırdı ve:
—  "Kızkardeşini haremden çıkar, (hıll ile harem hududunda) um­re niyetiyle ihram ve telbiye yaptır. (Tavaf ve sa'y ettikten) sonra ih­ramdan çıkınız, sonra buraya geliniz. Ben burada ikiniz benim yanıma gelinceye kadar sizleri gözlüyorum" buyurdu.
Âişe devamla şöyle dedi: Kardeşimle birlikte çıktık. Nihayet (Ten'îm'de) ihrâmlandiktan; tavaf ve sa'yi de yaptıktan sonra, seher vaktinde Rasûlullah'ın yanına geldim. Rasûlullah:
—  "Umreyi bitirdiniz mi?" dedi. Ben de:
—  Evet bitirdik, dedim.
Bunun üzerine Rasûlullah, sahâbîlerine (Medîne'ye doğru) ha­reketi i'lân etti. İnsanlar hareket ettiler. Rasûlullah da Medîne'ye yö-nelici olarak yürüdü  [86].
Buhârî dedi ki: Hadîsteki "Dayra", "Dara yadîru dayran" fii-Iindendir. Bu fiilde "Dara yadûru davran" dahî denilir. Ve (ma'nâ-si) "Darra yadurru darran"dır [87].

34- Temettü', Ikran, İfrad Hacclarının Beyanı İle Beraberinde Hedy (Kurban) Bulunmayan Kimseler İçin Haccın Feshedilmesi (ve Umreye Çevrilmesinin Cevazı) Babı [88]


44.......Aışe (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in beraberin­de haccdan başka bir niyetimiz olduğunu bilmeksizin (Medîne'den) çıktık [89]. Mekke'ye varıp (umre için) Beyt'i tavaf ( ve Safa- Merve'-yi sa'y) ettiğimiz zaman Peygamber (S), hedy sevk etmeyenlerin ih­ramdan çıkmalarını emretti. Bu emir üzerine hedy sevk etmeyenler ihramdan çıktılar [90]. Peygamber'in kadınları da hedy sevk etmemişlerdi. Onlar da ihramlarından çıktılar90. Âişe devamla dedi ki: Yalnız ben (Şerifte) hayz oldum da Beyt'i tavaf edemedim. Hacıların teşrik günlerinden sonra konaklayageldikleri Hasbe (yânî Muhassab) gece­si olunca, ben Âişe:
— Yâ Rasûlallah! İnsanlar bir hacc ve bir umre ile dönüyorlar, ben ise yalnız bir hacc ile dönüyorum, dedi.
Rasülullah:
—  "Mekke'ye geldiğimiz gecelerde sen tavaf etmedin mi?" diye, sordu.
Âişe:
—  Hayır; etmedim, diye cevâb verdi. Rasülullah:
—  "Öyleyse kardeşinle Ten'îm'e git, oradan umre ihramına gi­rip telbiye et. Sonra tavaf ve sa 'y edip, buluşma yerimiz olan bu yere geliniz" buyurdu.
(Mü'minlerin annesi) Safiyye (R) şöyle dedi: Ben de âdetimi gör­müş olduğumdan, kendimi muhakkak insanları yollarından ahkoyucu sanıyordum. Rasülullah:
—  "Ey yaralayıalığı ve kökünden sökücülüğü halkın hareketim durduran kadın! [91]. Sen nahr gününden ifâda tavafını yapmadın mı?" dedi.
Safiyye devamla dedi ki: Ben de:
—  Evet, yaptım, diye cevâb verdim. Bunun üzerine Rasülullah:
— "Be's yoktur (veda tavafı hayızlıdan düşmüştür), haydi yol­lan!" buyurdu.
Âişe dedi ki: Umreden dönüşümde Peygamber bana; ben Mek­ke'ye inmekte, kendisi de Mekke'den yukarı çıkmakta iken; yâhud da ben çıkmakta, kendisi de aşağı inmekte iken kavuştu.

45-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Bizler Veda Haccı yılında Rasûlullah'ın beraberinde hacca çıktık. Bizden kimimiz umre niyetiyle ihrâmlanıp telbiye etti. Kimimiz hacca ve umreye birlikte niyetle ih-râmlanıp telbiye etti. Kimimiz de yalnız hacc niyetiyle ihrama girip telbiye etti. Rasûlullah da hacca niyetle ihrâmlanıp telbiye etti. Yal­nız hacc niyetiyle ihrama girip telbiye edenler, yâhud hacc ile umreye niyetle cem' eden hacılara gelince, onlar kurbân bayramının ilk gü­nü oluncaya kadar ihramdan çıkmadılar [92].

46-.......Mervân ibnu'I-Hakem şöyle demiştir: Ben Usmân ve Alî'ye (hacc sırasında) şâhid oldum. Usmân halkı temettü' haccın-dan ve hacc ile umreyi cem' etmekten (tenzîhen) nehyediyordu. Alî bu nehyi görünce, her ikisine birden niyet ederek Lebbeyke bi-umretin ve haccetin diye yüksek sesle telbiye edip ihrâmlandı. Ve: Ben Pey-gamber(S)'in sünnetini kimsenin sözünden dolayı terk edici değilim, dedi [93].

47-.......Abdullah ibnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Câhiliye Arabları hacc aylarında umre etmeyi, yeryüzünde işlenen günâhların en büyüğü nev'indendir diye i'tikaad ederlerdi. Ve bunlar Muharrem ayındaki harâmhğı da safer ayına naklederlerdi de: Devenin arkasın­daki yara iyi olur, ayak izleri silinir gider, safer ayı da çıkarsa artık umre yapmak işte o zaman umreciye halâl olur derlerdi. Peygamber (S) sahâbîleri ile beraber (zu'1-hicce'nin) dördüncü gecesi sabahında hacc niyetiyle telbiye ediciler olarak (Mekke'ye) geldiler. Peygamber sahâbîlerine, hacclarmı umreye çevirmelerini ve (tavaf, sa'y, tıraşla) ihramdan çıkmalarını emreyledi. (Hacc aylarında umre yapmayı bü­yük günâh gördükleri için) hacc aylarında umre ile emredilmesi, ken­dilerine ağır geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Bu hangi hılldır; nasıl umredir (İHrâmın ha­ram kıldığı şeyleri bu da halâl kılar mı)? diye sordular.
Rasûlullah:
— "(Hacc aylarındaki) bu emrenin yerine getirilmesi de bunla­rın hepsini halâl kılar" buyurdu [94].

48-.......Ebû Mûsâ (R): Ben (Yemen'den) Peygamber'in huzu­runa geldim. Peygamber (S), ben Ebû Musa'ya (umreyi yerine getir­dikten sonra) ihramdan çıkmayı emreyledi, demiştir [95].

49- Bize İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mâlik tahdîs etti. H ve yine bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip şöyle dedi: Bize Mâlik, Nâfi'den; o da Ibn Umer'den tahdîs etti ki, Peygamber'in zev­cesi Hafsa (R):
—  Yâ Rasûlallah! İnsanların hâli nedir ki, umre ile ihramdan çıktılar; hâlbuki sen umrenden çıkmadın? diye sormuş.
Rasûlullah (S):
—  "Ben başımın saçlarını yapışkan bir madde ile telbîd edip top­ladım, kurbânımı da (Ka'be nâmına) kılâdeledim. Artık ben kurbâ­nımı kesmedikçe ihramdan çıkamam" buyurmuştur [96].

50-.......Bize Ebû Cemre Nasr ibnu İmrân ed-Dubaiyyu haber verip şöyle dedi: Ben temettü* haccı yapmak istedim de insanlar beni temettu'dan nehyetti.Ben de bunu İbn Abbâs'a sordum. O da bana temettü' üzerinde devam etmemi emretti. Müteakiben ben ru'yâm-da, bir adamın bana: Temettü', mebrûr bir hacc ve kabul edilmiş bir umredir, demekte olduğunu gördüm. Ben bu ru'yâmı İbn Abbâs'a haber verdim. İbn Abbâs bana: Temettü', Peygamber'in sünnetidir, dedi ve tekrar bana: Yanımda otur da sana kendi malımdan bir pay ayırayım diye ilâve etti. Şu'be dedi ki: Ben Ebû Cemre'ye: İbn Ab-bâs'ın sana pay vermesinin sebebi nedir? diye sordum. Ebû Cemre: İbn Abbâs'ın sana. pay vermesinin sebebi nedir? diye sordum. Ebû Cemre: Görmüş olduğum o ru'yâdan dolayı, dedi [97].

51-.......BizeEbû ŞihâbMûsâibnNâfi' tahdîs edip şöyle dedi:
Bir defasında Mekke'ye mutemetti' hacısı olarak umre niyetiyle gel­dim. Terviyeden üç gün evvel Mekke'ye girdik. Mekke ahâlîsinden bâzı insanlar bana:
— Şimdi senin haccın Mekkeliler'in (az meşakkatli ve az sevâb-lı) haccma dönmektedir, dediler.
Ben de hemen Atâ ibn Ebî Rebâh'ın yanına gittim ve kendisin­den fetva istiyordum. Atâ şöyle dedi:
—  Bana Câbir ibn Abdillah (R) şöyle tahdîs etti: Kendisi, Pe-yamber (S) Mekke'ye kurbanlık develer gönderdiği hacc günü, Pey­gamber ile beraber hacc etmiştir. Sahâbîler o günü mufred hacc niyetiyle ihrama girip telbiye etmişlerdi. Peygamber onlara:
—  "Haccınızı umreye çeviriniz: Bey t'i tavaf, Safa ileMerve ara­sını sa'y etmek ve saçlarınızı kısaltmak suretiyle ihramlarınızdan çı­kınız. Sonra ihrâmsız olarak Mekke'de ikaamet ediniz. Tâ terviye (yânî Zu'1-hicce'nin sekizinci) günü olduğu zaman hacc niyetiyle ihrama girip, telbiye ediniz. Ve evvelki ihrâmlanmış olduğunuz mufred hac­cınızı (böylece) temettü' haccı yapınız" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlaİlah! Biz ilk ihrama girişimizde hacc diye isimlen­dirdiğimiz hâlde, o haccımızı nasıl mut'a' (yânî umre) yaparız? dedi­ler.
Peygamber:
— "Siz benim emrettiğim şeyi yapınız! Eğer ben de kurbân sevk etmemiş olaydım, muhakkak size emrettiğim gibi yapardım. Lâkin şim­di kurbânım varacağı yere ulaşıncaya (yânî Minâ'da kesilinceye) ka­dar, ihrâmlıya haram olan şeylerden hiçbirisi bana halâl olmaz" buyurdu.
Bunun üzerine sahâbîler de Peygamberdin emrettiği gibi yaptı­lar [98].

52-....... Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib ile Usmân ibn Affân (R) Usfân mevkiinde bulunurlarken, mut'a (yânî temettü') hakkında ihtilâf ettiler. Alî, Usmân'a: Sen, başka değil; ancak Peygamber'in yapmış olduğu bir işten nehyetmek istiyorsun, dedi. İbnu'l-Müseyyeb dedi ki: Alî, Usmân'ın bu nehyini görünce, umre ile haccı birlikte niyetle ihram edip, telbiye etti" [99].

35- Hacc Niyetiyle İhrama Girip Telbiye Eden ve Haccın Nevini İsimlendirip Ta'yin Eden Kimse Babı


53-.......Ben Mucâhid ibn Cebr'den işittim, şöyle diyordu: Bi­ze Câbir ibnu Abdillah (R) tahdîs edip şöyle dedi: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde ve Lebbeyke Allâhumme, Lebbeyke bVUhacc diyerek Mekke'ye geldik. Rasûlullah (S) bizlere, bu haccımızı umre yapma­mızı emreyledi [100].

36- Temettü' Babı [101].


54-.......Katâde şöyle demiştir: Bana Mutarnf tahdîs etti ki, İmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah (S) zamanında temettü' haccı yaptık. Kur'ân da (temettü'un câizliği hakkında) in­di. Bir adam da kendi re'yi ile dilediği şeyi söyledi [102].

37- Yüce Allah'ın: "... Bu, ailesi Mescidi Harâm'da bulunmayanlara âiddir. Allah'tan ittikaa edin ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin olandır" (ei-Bakara: 196) Kavlinin Tefsiri Babı [103]


55- Ve Ebû Kâmil Fudayl ibnu Huseyn el-Basrî (237) şöyle de­di: Bize Ebû Ma'şer tahdîs etti. Bize Usmân ibnu Gıyâs, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R), hacc nıut'a'sından sorulduğunda o şöyle dedi: Veda Haccı'nda Muhacirler, Ensâr ve Peygamber'in zevceleri ihrama girip telbiye ettiler. Biz de ihrama girip telbiye ettik. Mekke yakınına geldiğimiz zaman Rasûlullah (S):
—  "Hedy kılâdeleyip beraberinde getirmiş olanlar müstesna, hacc niyetiyle yaptığınız ihram ve telbiyelerinizi umreye çeviriniz!" buyurdu.
Bizler Beyt'i tavaf, Safa ile Merve'yi sa'y edip (ihramdan çık­tık), kadınlara geidik ve âdetimiz olan dikişli elbiseleri giydik. Rasû­lullah:
—  "Kurbanlığa kılâde ve nişan takmış olan kimselere, kurbân varacağı yere ulaşıncaya (yânî Minâ'da kesilinceye) kadar ihramın ha­ram kıldığı şeylerden hiçbiri halâl olmaz" buyurdu.
Sonra bizlere zu'1-hiccenin sekizinci terviye günü öğlenin ardın­dan hacc için ihrama girmemizi emretti. Nihayet biz Arafat'ta vak­fe, Müzdelife'de geceleme, bayram günü Minâ'da cemre atma ve tıraş gibi hacc rnenseklerini bitirip de akabinde Mekke'ye geldiğimiz, Beyt'i tavaf, Safa ile Merve arasım sa'y ettiğimiz zaman, artık bizim haccı-mız tamâm olmuş ve üzerimize kurbân vâcib gelmiştir. Nitekim Yü­ce Allah şöyle buyurdu:
"... Kim hacca kadar umre ile fâidelenmek isterse kolayına ge­len bir kurbânı keser. Fakat onu bulamazsa hacc günlerinde (ihrâmlı olarak) üç, döndüğünüz vakit yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vâcib olur ki), bunlar tam on gün eder. Bu, ailesi Mescidi Haram 'da bu­lunmayanlara âiddir. Allah'tan ittikaa edin ve bitin ki, Allah, cezası
cidden çetin Olandır" (ei-Bakara: 196).
Âyetteki "Döndüğünüz vöft/Y"ta'bîri, "Memleketlerinize dön­düğünüz zaman" demektir. Kurbân olarak bir davar kâfi gelir. Böy­le yapanlar bir yılda iki büyük İbâdeti, hacc ile umre arasını birleştirmişlerdir. Çünkü Yüce Allah kendi Kitâb'ında hacc ile um­reyi cem' etmeyi indirmiş, Peygamber'i de bunu şeriat ve kaanûn yapmış ve temettu'u Mekke ahâlîsinden başka olan insanlar için mu­bah kılmıştır. Allah: ilBu hüküm, ailesi Mescidi Harâm'da bulun­mayanlara âiddir..." (ei-Bakara: 196) buyurdu. Yüce Allah'ın Kitâbı'nda (ei-Bakara: 197) zikretmiş olduğu hacc ayları ise, şevval, zu'1-ka'de ve zu'1-hicce'dir. Her kim bu aylar içinde umre ile fâidelenirse, ona bir kurbân kesmek yâhud oruç tutmak vâcib olur [104].
er-Refes, cinsî münâsebet; el-Fusûk, ma'siyetfer; el-Cidâl ise kav­ga etmek'tir.

38- Mekke'ye Girme Sırasında Yıkanmak Babı


56-.......Bize Eyyûb (es-Sahtiyânî), Nâfi'den haber verdi. O şöyle demiştir: İbnu Umer (R), Harem'in en yakın hudûd mevkiine girdiği zaman telbiyeyi keser. Sonra Zû Tuvâ'da geceyi geçirir, sonra orada sabah namazını kılar ve (Mekke'ye girmek için de) yıkanırdı. İbnu Umer, Allah Peygamberi'nin de böyle yapar idiğini söylerdi [105].

39- Mekke'ye Gündüzleyin Yahud Geceleyin Girilmesi(nin Meşru'luğu) Babı


Reygamber (S) Zû Tuvâ*da geceleyip sabaha ulaştı. ,>  Sonra da Mekke'ye girdi. İbnu Umer de böyle yapardı[106].

57-....... Ubeydullah şöyle demiştir: Bana Nâfi' haber verdi ki, ibnu Umer (R): Peygamber (S) Zû Tuvâ mevkiinde geceyi geçirip sa­baha ulaştı. Sonra (gündüzleyin) Mekke'ye girdi demiştir. Nâfi': İb­nu Umer de böyle yapardı, demiştir.

40- İhramlının Mekke'ye Nereden Gireceği Babı


58-.......Bana Mâlik,Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Rasülullah (S), Mekke'ye Seniyyetu'l-UIyâ'dan girer ve (çıkarken de) Seniyyetu's-Suflâ'dan çıkar idi, demiştir [107].

 

41- Bab: İhramlı Mekke'den Çıkışta Nereden Çıkar?


59- Bana Müsedded ibnu Muserhed el-Basrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yahya (ibn Saîd el-Kattân), Ubeydullah'tan; o da Nâfi'-den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Rasûlullah (S) Mekke'ye Kedâ de­nilen Bathâ'daki Seniyyetu'1-UIyâ' yolundan girdi; (çıkışta da) Kudâ denilen es-Seniyyetu's-Suflâ yolundan çıktı, demiştir [108].
Ebû Abdillah el-Buhârî dedi kirMüsedded, ismi gibi sağlamlaş­tırılmış dosdoğru bir zâttır denilir idi.
Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Ben Yahya ibnü Maîn'den işittim, şöyle diyordu: Ben Yahya ibn Saîd el-Kattân'dan işittim, şöyle diyordu: Şayet ben evinde Müsedded'e gelsem de ona hadîs söyle­sem, o buna elbette lâyıktır; ben, kitâblanm yanımda olmuş yâhud Müsedded'in yanında bulunmuş olsun, buna aldırmam [109].

60-.......Bize Sufyân ibnu Uyeyne, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) Mek­ke'ye geldiği zaman, içeriye Mekke'nin yüksek tarafından girmiş; çı­karken de aşağı tarafından çıkmıştır [110].

61-.......Bize Hişâm ibn Urve, babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki (o şöyle demiştir): Peygamber (S) Fetih yılında Mekke'­ye Kedâ Tepesi yolundan girdi. Çıkarken de Mekke'nin yukarı tara­fındaki Kudâ'dan çıktı [111].

62-.......Bize Amr, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den: "Peygamber (S) feth yılında Mekke'ye, Mekke'­nin yüksek tarafındaki Kedâ yolundan girdi" diye tahdîs etti. Hişâm dedi ki: Urve, Mekke'ye Kedâ ve Kudâ yollarının her ikisinden de girer idi. En çok da Kedâ yolundan girerdi. Bu Kedâ yolu, O'nun ineceği yere en yakın olanı idi [112].

63-.......Urve: Peygamber (S) Fetih yılında Mekke'nin yüksek tarafından Kedâ'dan girdi, demiştir. Hişâm: Urve de ekseriya bu Ke-dâ'dan girer idi. Hâlbuki bu yol, kendi menziline iki yolun en yakını İdi [113].                                                                                    

64-.......Bize Hişâm, babası Urve'den: Peygamber(S) Fetih yı­lında Kedâ yolundan girdi, diye tahdîs etti. Hişâm: Urve, bu yolların her ikisinden de Mekke'ye girer idi. En çok girmekte olduğu yolu da bu ikisinin kendi evine en yakını olan Kedâ'dan idi [114].
Ebû Abdilîah el-Buhârî: Kedâ ve Kudâ, Mekke'de iki yer ismi­dir, dedi.

 

42- Mekke ve Mekke'nin En Meşhur Binası Olan Ka"be’nin Fazileti İle Yüce Allah'ın Şu Kavlinin Tefsiri Babı:


"Hani biz beyti insanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahall yapmıştık (hatırlayın). Siz de İbrahim Makaamı 'ndan bir namazgah edinin. İbrahim ile ismail'e  de: 'Evimi, tavaf edenler, ibâdet kasdıyle orada kalanlar, rükû ve sucûd eyleyenler için titizlikle temizleyin' diye kuvvetli emir vermiştik. Hani İbrahim:
 'Ey RabbHm! Burasını emniyetli bir şehir yap ve ahâlîsinden Allah'a ve âhiret gününe inananları türlü mahsûller ve servetlerle rıziklandır* demişti. (Allah da:)
- Kâfir olanı dahî kısa bir zaman için (yaşadığı müddetçe)  fâidelendireceğim. Sonra onu cehennem azabına icbar edeceğim. Varacağı yer ne kötüdür, buyurmuştu.
Hani İbrahim o Beyt'in temellerini İsmail ile birlikte yükseltiyordu (da ikisi de şöyle dua etmişlerdi): 'Ey Rabb'imiz, Bizden (şu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen 'sin Sen. Ey Rabb 'imiz, ikimizi de sana teslimiyette sabit kıl.
Soyumuzdan da (yalnız sana boyun eğen) müslümân bir  ümmet (yetiştir) ve bize ibâdet edeceğimiz yerleri (hacc amellerini) göster. Tevbemizi kabul et. Çünkü tevbeleri en çok kabul eden, kemâliyle acıyan Sen'sin Sen!" (el-Bakarş: 125-127) [115]

65-.......Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim; şöyle dedi: Kureyş tarafından Ka'be bina olunurken, Peygamber ile amucası Abbâs' gidip, birlikte taşları omuzlarında taşıyorlardı. Abbâs Peygamber'e: İzârını çıkar da boynun üzerine koy, dedi. İzârını çıkarıp koyacağı sırada hemen yere düştü. Ve iki gözü semâya dikilerek; Abbâs'a: "îzâ-rımı bana göster" dedi. Akabinde izârını alıp onu kendi üzerine bağ­ladı [116].

66-.......Muhammed ibn Ebî Bekr'in oğlu Abdullah, Abdullah ibn Umer'e, Âişe'den haber vermiştir: Peygamber'in zevcesi Âişe şöyle demiştir: Rasûlullah (S), ben Âişe'ye hitaben:
—  ''Kavmin Kureyş'in Ka'be'yi bina ederlerken, îbrâhîm Pey­gamber'in koyduğu temellerden bir kısmını terkederek kısalttıkları­nı bilmez misin?" dedi.
Ben:                 .     :
— Yâ Rasûlallah! Sen Ka'be'nin duvarlarını İbrâhîm'in temel­leri üzerine döndürmez misin? dedim.
Rasûlullah:
—  "Kavminin zamanı kâfirlik devrine yakın olmasaydı, muhak­kak ben Ka 'be 'nin duvarlarını îbrâhîm 'in temelleri üzerine yapardım'' buyurdu [117].
Abdullah ibnu Umer: Vallahi Âişe bu sözü muhakkak Rasûlul-lah'tan işitmiştir. -Ben Rasûlullah'm Hicr'a yakın bulunan o iki Ka'be köşesini isti'lâmı terkettiğini sanmam; ancak şu var ki, herhalde Beyt, İbrâhîm'in temelleri üzere tamâm olmamıştır, demiş (böylece Âişe'-yi te'yîd etmiş)tir  [118].

67-.......Bize Eş'as, el-Esved ibn Yezîd'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'e İsmâîl Hicri'nin duvarından sorup:
—  Bu duvar Beyt'ten midir? dedim. Rasûlullah:
— "Evet, duvar Beyt 'tendir" buyurdu. Ben yine:
— Kureyş için ne mâni' vardı ki duvarı yânî Hıcr'i Beyt'in içine katmadılar? dedim.
Rasûlullah(S):
—  "Kavmin olan Kureyş'in bu Hıcr'ı, Ka'be'ye girdirmeye ve Ka'­be içine katmaya büdçeleri kısa gelip yetmedi" buyurdu.
 Ben yine:
— Ka'be'nin kapısı neden bu kadar yüksektir? diye sordum. :    
Rasûlullah:
—  "Senin kavmin, dilediklerini Ka'be'ye girdirmeleri, diledik­lerini de girmekten men' etmeleri için böyle yaptılar. Eğer kavmin Câhiliyet devrine yakın olmasaydı, Hıcr'ın duvarını Beyt'e katmak ve Beyt'in kapısını yer seviyesine indirmek isterdim. Fakat duvarı Beyt 'e girdirmem ve Ka 'be kapısını yer seviyesine indirmemden ötü­rü, onların gönüllerinin kırılmasından endîşe ederim" buyurdu [119].
68-....... Bize.Ebû Usâme, Hişâm'dan; o da babası Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana şöyle bu­yurdu: "Eğer senin kavminin küfrden ayrılması yeni olmasaydı, ben elbette Beyt'i bozar, sonra onu İbrâhîm Peygamber'in temeli üzeri­ne bina ederdim. Şübhesiz Kureyş Beyt 'in binasını kısattmıştır ve Beyt için bir half yânı kapı yapmıştır. (Diğer zabta göre mütekellim zamî-ri ile: Ben ona bir half yânî bir kapı yapardım)" buyurdu.
Ebû Muâviye Muhammed ibn Hazım şöyle dedi: Bize Hişâm, "Halfen", yânî bir kapı diye tahdîs etti [120].

69-.......Bize Cerîr ibn Hazım tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ye-
zîd ibnu Rûmân, Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygam­ber (S), Âişe'ye hitaben şöyle buyurmuştur:
— "Yâ Âişe! Senin kavmin Câhiliyet.devrine zamanca yakın olmayaydı, ben Beyt'in yıkılmasını emrederdim ; o da yıkılırdı. Sonra Beyt'ten dışarıda bırakılan Hıcr'ı, Beyt'e katar ve kapısını da yere yapışık yapardım. Bir de Beyt'e biri şark tarafında, öbürü de garb tarafında olmak üzere iki tane kapı koydururdum. Bu suretle de Beyt'i, îbrâhîm Peygamber'in temeline ulaştırmış olurdum".
Urve: İşte Abdullah ibn Zubeyr'i Beyt'i yıkmaya ve yeniden in­şâya sevk eden sebeb, Âişe'nin haber verdiği Peygamber'in bu arzu­sudur, demiştir.
Cerîr ibn Hazım dedi ki: Bana Yezîd ibn Rûmân:
— İbn Zubeyr, Beyt'^yıktığı ve yeniden bina ettiği zaman, ben de hâzır bulundum. O, Hıcr'dan bir mıkdârım Beyt'e katmıştı. Bu sırada ben, İbrâhîm Peygamber'in deve hörgüçleri gibi olan temel taş­larını gördüm, dedi.
Cerîr dedi ki: ben de Yezîd'e:
—  İbrâhîm'in bu temellerinin yeri neresidir? diye sordum. Yezîd:
—  (Gel!) Şimdi onu sana göstereyim, dedi. Ben kendisiyle beraber Hıcr'e girdim. O bana:
— İşte şurasıdır, diye Hıcr'ın aslî hududunun bulunduğu bir yer işaret edip gösterdi.
Cerîr dedi ki: Ben Hıcr'den olan bu yerin altı zira' yâhud ona yakın mikdâr olduğunu takdîr ettim [121].
(Hacc Kitâbı'nın devamı dördüncü cilddedir.)

 

43- Mekke Hareminin Fadlı ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı


"(De ki:) Ben ancak bu şehrin Rabb'ine -ki O buna hürmet vermiştir- İbâdet etmekle emrolundum. Herşey Onundur. Ben müslümânlardan olmakla emrolundum" (en-Neml: 91).
'"... Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak her şeyin mahsûllerinin gelip toplanacağı korkusuz bir Harem 'de yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (bu hakikati) bilmezler" (el-Kasas: 57). [122]                           

70-....... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Mekke'­nin fethi günü şöyle buyurdu: "Şübhesiz bu beldeyi Allah, Harem kılmıştır. (Bu hürmetten dolayı) onun dikeni kesilmez, av hayvanı ür­kütülmez, yitik eşyası el uzatılıp alınmaz, ancak i'lân edip sahibini bulmak için muhafaza edilir" [123].

44- Mekke Evlerinin Miras Edilmeleri Satılıp Alınmalarının Hükmü) ve Bütün İnsanların Hassaten El-Mescidü'l-Harem'de Müsavi Oldukları Babı [124]


İnsanların oradaki bu eşitlikleri, Yüce Allah'ın şu kavlinden dolayıdır:
"Hakikat o küfr edenler, o Allah'ın yolundan ve kendisinde (kendisini ziyarette) yerli misafir bütün insanları musâvi kıldığımız Mescidi Haram 'dan alıkoymakta olanlar... Kim orada zulm ile ilhâda yeltenirse biz ona pek acıklı bir azâb taddinnz" (el-Hacc: 25) [125]
Bu âyetteki "el-Bâdi", "et-Târî", yâni misafir; Ma'kûfen" (ei-Feth: 25) de "Mahbûsen" ma'nâsınadır [126].

71-.......Usâme ibn Zeyd(R)'den, Usâme:
— Yâ Rasûlallah! Yarın Mekke'de nereye ineceksin, kendi evi­ne mi? diye sormuştur.                                                         
Rasûlullah (S):
— "Akıl burada evlerden yâhudyurdlardan birşey bıraktı mı?" buyurdu.
(Râvî bunu tefsir ederek dedi ki:) Akıl ve kardeşi Tâlib, Ebû Tâ-lib'e mîrâsçı oldular. Hâlbuki Ca'fer ile Alî (R), Ebû Tâlib'e mirasçı olmadılar. Çünkü Ca'fer ile Alî müslümân idiler. Akîl ile Tâlib ise kâfir idiler [127].
Umer ibnu'l-Hattâb (R): Mü'min, kâfire vâris olmaz, der idi [128].
İbn Şihâb da şöyle dedi: Selef âlimleri Yüce Allah'ın şu âyetin-deki velayeti, mîrâs velayeti ile tefsîr ederlerdi: "îmân edip hicret eden­ler, Allah yolunda mallartyle, canlarıyle cihâdda bulunanlar, (muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte onlar biribirlerinin (mî-râsta) velîleridirler. îmân getirip de hicret etmeyenlere ise, hicret ede­cekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbirşey ile velayetiniz yoktur. (Bununla beraber) eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterler­se, yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki, sizinle aralarında muahede bulunan bir kavm aleyhinde değil. Allah yapacaklarınızı hak-kıyle görücüdür" (ei-Enfâi: id) [129].

 

45- Peygamber(S)'in Mekke'ye İnmesi Babı


72-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -Minâ'dan- Mekke'ye gelmek istediğinde: "Yarın inşâallah menzilimiz Kinâne oğulları yurdunda olacaktır ki, orada Kureyş ile Kinâne oğul­lan küfr üzerinde ahidleşmişlerdi" buyurdu [130].                         

73-.......Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî, Ebû, Seleme'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygam­ber (S) Minâ'da iken kurbân kesme gününün üçüncüsünde şöyle bu­yurdu: "Bizler yarın Kinâne oğulları yurduna ineceğiz ki, orada Kureyş ile Kinâne oğulları küfr üzerine yeminleşip ahidleşmişlerdi."
Zuhrîdedi ki: Peygamber bu Kinâne oğullan yurdu demekle, Mu-. hassab mevkiini kasdetmiştir. Bu ahidleşme, Kureyş ile Kinâne oğul­ları arasında, Hâşim oğulları'yle Abdulmuttalib oğulları -yâhud Muttalib oğulları- aleyhine, Peygamber'i kendilerine teslîm edinceye  (itaatli kılıncaya) kadar onlarla kız alıp vermemek, alışveriş yapma­mak üzere yazılmıştı [131].
Ve Selâme ibn Ravh, Ukayl ibn Hâlid ile Yahya ibn Dahhâk'-tan, onlar da el-Evzâî'den olmak üzere söyledi ki, Evzâî: Bana tbn Şihâb haber verdi demiştir. Bu Selâme ile Yahya: Hâşim oğulları ve Muttalib oğulları diye söylediler. Ebû Abdillah el-Buhârî: Muttalib oğullan ta'bîri daha doğrudur, dedi [132].

46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı


"Hatırla o zamanı ki, tbrâhîm: 'Rabb'im!' demişti, *Bu şehri emniyetli kıl! Beni de, oğullarımı da putlara tapmaktan uzak tut. Rabb'im, çünkü onlar insanlardan birçoğunu baştan çıkardılar. Bundan sonra kim bana uyarsa işte bendendir. Kim de bana karşı gelirse hakikat sen çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicisin. Ey Rabbimiz, ben evlâdlanmdan kimini Sen'in mukaddes olan evinin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki Rabb 'imiz, dosdoğru namazlarını kılsınlar. Artık Sen, insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyi ettir. Onların şükretmeleri ümid edildiği için, kendilerini bâzı meyvelerle rızıklandır (îbrâhîm: 35-37) [133]

47- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı


"Allah Ka'be'yi; o Beyti Haram'ı, o haram olan ayları, Mekke'ye hediye edilecek kurbânı ve onların boyunlarındaki gerdanlıkları insanlar için bir nizâm yaptı. Bu da Allah'ın göklerde ne var, yerde ne varsa hepsim bildiğini, Allah'ın (zâten herşeyi) hakkıyle bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir" (ei-Mâide: 97) [134]

74-.......Bize Ziyâd ibn Sa'd, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ka'be'yi (zamanın sonunda) Habeşliier'den iki cılız bacaklı birisi tahrîb edecektir" buyurmuştur [135].

75-.......Bize el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âişe'den tahdîs etti.
H ve yine bana Muhammed ibn Mukaatil tahdîs edip şöyle de­di: Bana Abdullah ibn Mübarek haber verip şöyle dedi: Bize Mu­hammed ibn Ebî Hafsa, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Müslümanlar, ramazân farz kılınmadan ev­vel Âşûrâ (Muharremin onuncu) günü oruç tutarlardı. Ve o günü Ka'-be'ye (yeni) örtü örterlerdi. Allah ramazân orucunu farz kılınca Rasûlullah (S): "Âşûrâ orucunu tutmak isteyen, onu yine tutsun; onu terketmek isteyen de onu ter ketsin" buyurdu [136].

76-.......Bize İbrâhîm ibn Tahmân, el-Haccâc ibnu Haccâc'dan; o da Katâde'den; o da Abdullah ibnu Ebî Utbe'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ye'cûc ve Me'cûc'-un çıkmasından sonra da Beyt elbette hacc edilecek ve umre yapılacaktır" buyurmuştur [137].
Bu hadîsi Katâde'den rivayet etmekte Abdullah ibnu Ebî Utbe'-ye, Ebân ibnu Yezîd ile İmrân el-Kattân mutâbaat etmişlerdir [138].
Abdurrahmân ibn Mehdî de Şu'be'den; o da Katâde'den sene­diyle "Beyt hacc edilmez oluncaya kadar kıyamet kopmaz" dedi de­miştir. Birinci rivayet (isimleri zikredilen zâtların o lâfızda ittifak ettikleri için) daha çoktur. Şu'be ise bu ikinci lâfızla infirâd etmiştir. Katâde Abdullah ibn Ebî Utbe'yi işitti, Abdullah ibnu Ebî Utbe de Ebû Saîd'i işitti (böylece Katâde'nin tedlîs töhmeti kalktı) [139].

48- Ka'be Örtüsü(nde Tasarrufun Hükmü) Babı


77-.......Bize Sufyân (es-Sevrî) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Vâ­sıl el-Ahdeb tahdîs etti ki, Ebû Vâil: Ben Şeybe'ye geldim, demiştir. H ve bize Kabîsa tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân es-Sevrî, Vâ-sıl'dan; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti. Ebû Vâil şöyle dedi: Ben bir kerre Şeybe ibn Usmân el-Hacebî ile Ka'be içindeki bir serîr üzerin­de oturdum. Şeybe bana dedi ki: Şu kürsîye Umer ibn Hattâb (R) da oturmuştu: Konuşma arasında bana:
— Ka'be içinde altın, gümüş, ne kadar kıymetli eşya varsa bun­ların hiçbirini bırakmayıp, hepsini fakirler arasında taksîm edeyim diye düşünmüşümdür, demişti.
Ben de:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Senin iki arkadaşın Rasûlullah ile Ebû Bekr bu işi yapmadılar, dedim.
Umer:
— Onlar mürüvvet sahibi iki kâmil insandırlar. Ben deonların izine uyarım (onların işlemedikleri bir şeyi ben de işlemem), dedi [140].

 

49- Ka'be'nin (Zamanın Sonunda) Yıkılması Babı


Âişe (R): Peygamber (S): "(Zamanın sonunda) bir ordu Ka'be'yi yıkmak için harb eder de hepsi yere batırıhr" buyurdu, demiştir [141].

78....... Bana İbnu Ebî Muleyke; ona da İbn Abbâs (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ka'be'yi yıkacak olan o apışık, iri ayaklı, koyu siyah Habeşli'yi Ka'be'nin (duvar) taşlarını birer birer koparır hâlinde görür gibiyim" buyurmuştur [142].

79.......Ebû Hureyre (R): Rasûlullah (S): "(Zamanın sonun­da) Ka'be'yi Habeşliler'den iki cılız bacaklı birisi tahrîb eder" bu­yurdu, demiştir [143].

50- El-Haceru'l-Esved Hakkında Zikredilen Şeyler Babı


80-.......Bize Sufyân es-Sevrî, el-A'meş'ten; o da îbrâhîm ibn Yezîd en-Nahaî'den; o da Abis ibnu Rabîa'dan haber verdi ki, Umer (R) -bir haccmda- Haceri Esved'e yaklaşıp onu öpmüş ve akabinde: Ben çok iyi biliyorum ki, sen zarar veremez, menfaat veremez bir taş parçasısın. Eğer Peygamber'in seni öptüğünü görmeseydim, seni öp-mezdim, demiştir [144].

51- Ka'be'nin Kapısının Kapatılması ve İçeriye Giren Kimsenin Beytin Nahiyelerinden Hangisinde İsterse Namaz Kılabileceği Babı


81-....... İbn Umer (R) şöyle demiştir: (Mekke'nin fethi günü) Rasûlullah, Beyt'e girdi. Beraberinde Usâme ibn Zeyd, Bilâl ve Us-mân ibn Talha da girdiler. Üzerlerine Beyt'in kapısını kapadılar. (Bir müddet sonra) kapıyı açtıklarında içeriye ilk giren ben oldum. Ve Bi­lâl'e kavuştum. Bilâl'e:
— Rasûlullah Beyt'in içinde namaz kıldı mı? diye sordum.
Bilâl:
--Evet, Yemen tarafındaki ilk iki direk arasında kıldı, dedi [145].

52- Ka'be İçinde Namaz Kılmak Babı


82-.......Nâfi' şöyle demiştinîbn Umer,Ka'be'ye girmek isteyip girdiğinde, mukaabil tarafa doğru yürürdü. Kapıyı sırtı tarafında kı­larak ilerlerdi. Nihayet yüzü tarafındaki duvarla kendi arasında üç zirâ'ya yakın bir uzaklık kalınca, Bilâl'in: Rasûlullah burada namaz kıldı, diye haber verip gösterdiği yeri kasdederek, orada namaz kı­lardı. Maamâfîh hiçbir kimse için Beyt'in, istediği herhangi bir cani­binde namaz kılmakta be's yoktur  [146].

53- Ka'be Binasının İçine Girmeyen Kimse Babı


İbn Umer de çok hacc yapar, fakat her zaman Beyt'e girmezdi [147].

83-.......Abdullah ibnu Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) (kaza) umre(sini) yaptı. Bunda Beyt'i tavaf edip, Makaam'ın arkasında iki rek'at namaz kıldı. Yanında kendisini insanlardan per­deleyen bir kimse de bulunuyordu. O koruyucu ve gözcü olan kişiye birisi gelip:
—  Rasûlullah bu umresinde Ka'be'ye girdi mi? diye sordu. Oda:
—  Hayır (girmedi), diye cevâb verdi [148].

54- Ka'be'nin İç Taraflarında Tekbir Getiren Kimse Babı


84-.......Bize İkrime tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiş­tir: Rasûlullah (Fetih günü Mekke'ye) geldiğinde Ka'be'ye girmek­ten çekindi. Çünkü Ka'be'nin içinde ilâhlar (yânı putlar) vardı. Rasûlullah bunların çıkarılmasını emretti. Putlar çıkarıldılar. Sahâ-bîler, İbrahim ve İsmâîl Peygamberler'in ellerinde fal kalemleri ol­duğu halde yapılmış suretlerini de dışarıya çıkardılar. Rasûlullah (S): "Allah bunları yapanları helak eylesin! Dikkat edin! Yeminle söylü­yorum; bu putperestler, bu iki peygamberin hiçbir zaman böyle fal ok-larıyle rızık aramadıklarını bilmişlerdir" buyurdu. Akabinde Beyt'e girdi ve Beyt'in her tarafında tekbîr getirdi; fakat Beyt'de namaz kıl­madı [149].

55- Bab: Ka'be'yi Tavafta Remel (Yanı Kısa Adımlarla Hızlı) Yürüyüşünün Başlaması Nasıl Oldu?


85-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah, sahâbîleriyle (beraber kaza umresi için Mekke'ye) geldi. Müşrikler kendi kendi­lerine: Muhammed sizin üzerinize geliyor, hâlleri şu ki Yesrib'in humması onları zayıflatmış! dediler. Peygamber bunun üzerine sa-hâbîlerine tavaf m ilk üç şavtında koşmalarını, Yemen tarafındaki iki köşe arasında da (mu'tâd yürüyüşle) yürümelerini emretti. Peygam-ber'i, tavafın bütün şavtlarında koşmalarını emretmekten men' eden bir şey varsa, o da ancak sahâbîlerine şefkatından ibarettir [150].

56- Hacı Adayının Mekke'ye Geldiği Zaman Yapacağı Her Tavafın Evvelinde Haceri Esved'i İsti'lam Etmesi ve Tavafın İlk Üçünde Remel Yürüyüşü Yapması Babı [151]


86-....... İbnu Umer (R): Ben Rasûlullah'ın-Vedâ Haccı'ndaMekke'ye gelişinde yapacağı her tavafın evvelinde Siyah Rüknü is-ti'lâm ettiğini ve yedi tavaftan üçünde remel yürüyüşü yaptığını gör­düm, demiştir [152].

 

57- Hacc ve Umre (Tavaflarının Bir Kısmın)da Remel Yürüyüşü Yapmak Babı


87_.......Bize Sureyh ibnu'n-Nu'mân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Fuleyh, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R) Peygamber (S) hacc ve umredeki tavafların ilk üç şavtında remel yaptı, dört şavtında da yürüdü, demiştir [153].
Bu hadîsi rivayet etmekte Sureyh'e, el-Leys ibnu Sa'd mutâbaat edip şöyle demiştir: Bana Kesîru'bnu Ferkad, Nâfi'den; o da İbn Umer'den; o da Peygamber'den tahdîs etti [154].

88-.......Bana Zeyd ibnu Eşlem, babası Eslem'den haber verdi ki, Umer ibnu'I-Hattâb (R), Rükn yânî Haceri Esved için: Dikkat! Vallahi ben senin zarar veremez, fayda veremez bir taş olduğunu pek iyi bilmekteyim. Eğer Peygamber'in seni isti'lâm ettiğini görmüş ol-mayaydım seni isti'lâm etmezdim, demiş ve akabinde Haceri Esve-d'i isti'lâm etmiştir. İsti'lâmdan sonra: Bizim bu hızlı yürüyüş ile hâlimiz nedir(yânî buna neden devam ediyoruz)? Biz bu hızlı yürü­yüşle ancak müşriklere kuvvet gösterişi yapar idik. Hâlbuki Allah on­ları helak etmiştir, dedi. Sonra da (bu düşünceden dönerek): Bu remel, yânî hızlı yürüyüş, Peygamber'in yaptığı bir şeydir; işte bunun için biz remel yürüyüşünü terketmek istemiyoruz, dedi [155].

89-......Bize Yahya (el-Kattân), Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, Umer (R): Ben Peygamber(S)'in şu iki köşeyi isti'­lâm ettiğini gördüğüm zamandan beri şiddette ve rahatlıkta (yânî Harem'in kalabalık ve tenhâ hâlinde) Yemen tarafındaki bu iki rük­nü isti'lâm etmeyi hiç terketmedim, demiştir. Râvî Ubeydullah dedi ki: Ben Nâfi'e: İbn Umer bu iki rükn arasında yürür (diğerleri ara­sında koşar) mıydı? diye sordum. Nâfİ': Tbn Umer bu iki rükün ara­sında ancak isti'lâmının daha kolay olması için yürür idi, dedi [156].

 

58- Haceri Esved Rükünnün Deynekle İsti'lam Edilmesi Babı


90-.......Bana Yûnus ibn Yezîd, îbn Şihâb'dan; o da Ubeydul­lah ibn Âbdillah'tan haber verdi ki, İbn Abbâs (R): Peygamber (S) Veda Haccı'nda bir deve üzerinde "mihcen" denilen deynek ile Ha­ceri Esved'i isti'lâm ederek tavaf etti, demiştir [157].
Bu hadîsi İbn Şihâb'dan rivayet etmekte olan Yûnus'a, Abdula-zîz ed-Derâverdiyyu mutâbaat etmiştir: ed-Derâverdî, Zuhrî'nin kar­deşinin oğlu Muhammed ibn Âbdillah'tan; o da amucası Muhammed ibn Müslim ez-Zuhrî'den diye rivayet etmiştir [158].

59- İki Yemânî Köşeden Başkasını İsti'lâm Etmeyen Kimse Babı


Ve Muhammed ibn Bekr dedi ki: Bize İbn Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Amr ibn Dînâr haber verdi ki, Câbir ibn Zeyd: Beyt'ten olan birşeyden kim sakınır ki? (Yânî: Hiçbir kimseye Beyt'in herhangi bir parçasından sakınması lâyık olmaz) demiştir [159].
Ve Muâviye (R), dört köşeyi de isti'lâm eder idi. İbn Abbâs ona: Şübhesiz Hıcr'a yakın olan bu iki köşe isti'lâm olunmaz, dedi. Muâviye de ona: Beyt'ten hiçbirşey terkedilmiş değildir, dedi [160]. İbn Zubeyr de bu dört köşenin hepsini isti'lâm eder idi [161].

91-.......Abdullah ibn Umer (R): Ben Peygamber(S)'i Beyt'ten iki Yemânî köşelerden başkasını isti'lâm eder görmedim, demiştir[162].

60- Haceri Esved'in Öpülmesi Babı


92-.......Bize Zeyd ibn Eşlem haber verdi ki, babası Eşlem şöy­le demiştir: Ben Umer ibnu'l-Hattâb'ı gördüm,-o Haceri Esved'i öp­tü de: Eğer Rasûlullah'in seni öptüğünü görmeseydim, seni Öpmezdim, dedi [163].

93-.......Bize Hammâd ibn Zeyd tahdîs etti ki, ez-Zubeyr ibnu Arabî şöyle demiştir: Bir kimse, îbn Umer'e, Haceri Esved'in isti'­lâm edilmesinin hükmünü sordu. İbn Umer de: Ben Rasûlullah'in Ha­ceri Esved'i isti'lâm ettiğini, (yânî eliyle dokunduğunu) ve onu öptüğünü gördüm, diye cevâb verdi.
Râvî Zubeyr ibn Arabî dedi ki: Ben îbn Umer'e: Eğer dar yerde kıstırılıp sıkıştırılır sam ne dersin? Zor ve kuvvetle oraya varmaktan yenilmiş olursam ne dersin? diye sordum. îbn Umer (bu suâllerden hadîse aykırı re'y ve ictihâd ileri sürüldüğünü anlayıp üzülerek): Ey sorucu! Sen bu "Eraeyte ~ Ne re'y edersin" sorularını Yemen'de kıl! Ben Rasûlullah(S)'ı bu taşı isti'lâm ederken ve onu öperken gördüm, dedi [164].

61- Tavafta Haceri Esved'e Geldiği Zaman Sadece Ona İşaret Eden Kimse Babı [165]


94-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir deve üzerinde Beyt'i tavaf etti. Haceri Esved hizasına her gelişinde (elin­deki deynekle) ona işaret etti [166].

62- Haceri Esved Rüknü Yanında Tekbir Edilmesinin Müstehablığı) Babı


95-.......Bize Hâlid el-Hazzâ, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Ab­bâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir deve üzerinde Beyt'i tavaf etti. Bu tavafta Haceri Esved rüknüne her geldikçe, yanında bulu­nan birşey ile Haceri Esved'e işaret etti ve Alİâhu Ekber diye tekbîr getirdi [167].
Bu hadîsi Hâlid el-Hazzâ'dan rivayet etmekte Hâlid ibn Abdil-lah et-Tahmân'a, İbrahim ibn Tahmân el-Herevî mutâbaat etmiştir [168].

63- Mekke'ye Geldiğinde Kendi Evine Dönmeden Önce Beyti Tavaf Eden, Sonra İki Rek'at Namaz Kılan Sonra da (Sa'y İçin) Safa'ya Çıkan Kimse Babı [169]


96-.......Bana Amr (ibnu'l-Hâris), Urve'nin yetimi olan Muhammed ibn Abdirrahmân'dan haber verdi (o şöyle demiştir): Ben Urve'ye, Mekke'ye gelen kimsenin hükmü hakkında söylenilen şey­leri zikrettim [170].
Urve dedi ki: Bana Âişe şöyle haber verdi: Peygamber (S) Mek­ke'ye geldiğinde îfâya başladığı ilk ibâdet olmak üzere abdest aldı. Sonra tavaf etti. Sonra Peygamber'in bu tavaf ve sa'yi umre olmadı (yânî Peygamber bunu umre sayıp ihramdan çıkmadı). Peygamber'-den sonra Ebû Bekr ve Umer de Peygamber'in haccı gibi hacc yaptı­lar (yânî tavaf ve sa'yi umre saymadılar).
Urve dedi ki: Sonra ben babam Zubeyr'in beraberinde hacc et­tim. Onun da ilk başladığı hacc fiili, tavaftır. Sonra muhacirleri ve Ensâr'ı gördüm; onlar da böyle yapıyorlardı. Anam Esma bintu Ebî Bekr de bana: Kendisinin ve kızkardeşi Âişe'nin, Zubeyr'in, fulân ve fulân zâtların umre niyetiyle ihrama girip telbiye ettiklerini, bunlann Haceri Esved'e elleriyle dokunup tavafı ve sa'yi tamamladıkla­rı zaman ihramdan çıktıklarını haber verdi [171].

97-....... Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) hacc veya umre için Mekke'ye gelişinin evvelinde tavaf ettiği zaman, tavafın ilk üç dolaşmasını koşmuş, dört dolaşmasını da yürümüştür. Böylece ta­vafı yaptıktan sonra iki rek'at tavaf namazı kılmıştır. Bu namazdan sonra da Safa ve Merve arasında dolaşırdı [172].

98-.......Bize Enes ibnu Iyâd, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da İbnu Umer'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) Beyt'i ilk tavaf ettiği zaman ilk üç dolaşmayı koşar, dört dolaşmayı da yürürdü. Peygamber Safa ile Merve arasında dolaştığı zaman da vâdînin karnında yine koşardı [173].

64- Kadınların Erkeklerin Beraberinde Tavafları Babı


99-Buhârî dedi ki: Bana Amr ibn Alî söyledi: Bize Ebû Âsim en-Nebîl (212) tahdîs etti [174]: İbn Cureyc (150) şöyle dedi: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh(114) haber verdi: îbnu Hişâm (Hacc emirliği sırasın­da) kadınların erkeklerin beraberinde tavaf etmelerini men' ettiği za­man bu Atâ, (îbrâhîm ,ibn Hişâm'a veya kardeşi Muhammed ibn Hişâm'a): Peygamber'in kadınları erkeklerin beraberinde tavaf et­miş oldukları hâlde, sen bu kadınları nasıl men' edersin? demiştir. İbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya: Kadınların, erkeklerin beraberinde yaptıkları o tavafları, hicâb âyetinin (ei-Ahzâb: 35) inişinden sonra mı, yâhud evvel miydi? diye sordum. Atâ: Evet, ömrüme yeminle söylü­yorum, ben hicâb âyetinden sonra o kadınların, erkeklerin berabe­rinde tavaf ettiklerine eriştim, dedi.
îbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya: Kadınlar erkeklere nasıl karı­şırlar? diye sordum. Atâ: Kadınlar erkeklere karışmazlardı. Âişe (R) erkeklerden ayrı bir yerde tavaf eder ve erkeklere karışmazdı. Âişe ile beraber tavaf eden (Dıkre isminde) bir kadın, Âişe'ye: Ey Mü'-minlerin Anası! Haydi yürü de Haceri Esved'e el sürüp isti'lâm ede­lim, dedi. Âişe ona: Benden ayrıl, dedi ve (el sürmek suretiyle) isti'lâmdan çekindi. Âişe ve arkadaşları geceleyin tanınmaz hâlde (veya örtülü oldukları hâlde) çıkarlar ve erkeklerin beraberinde tavaf eder­lerdi. Lâkin bu kadınlar Beyt'in içine girdiklerinde, oradan çıkacak­ları zamana kadar, erkekler Beyt'ten çıkarılmış olduğu hâlde içeride ibâdetle kaaim olurlardı, dedi.
Yine Atâ: Ben (Peygamber devrinde doğmuş olup Mekke Kaa-dısı bulunan) Ubeyd ibn Umeyr ile birlikte, Âişe, Muzdelife'deki Se-bîr Dağı'nm içinde mücavir, yânı ikaamet edici hâlde iken, Âişe'nin yanına gider idim, dedi. İbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya: Âişe'nin o günkü hicabı ne idi? diye sordum. Atâ: Âişe o gün keçeden yapıl­mış bir küçük Türk çadırı içinde idi. Çadırın bir perdesi vardı. Âişe ile bizim aramızda bundan başka birşey yoktu. Ben Âişe'nin üzerin­de gül rengi ile boyanmış bir gömlek gördüm, dedi [175].

100-.......Peygamber'in zevcesi olan Ümmü Seleme şöyle de­miştir: Ben (hacc esnasında) rahatsız olduğumu Rasûlullah'a söyle­dim. "Halkın arka tarafından deveye binerek tava et!" buyurdu. Ben de öylece tavaf ettim. O sırada Rasîullah Beyt'in tâ yanında namaza durmuş, sabah namazı kıldırıyor, namaz içinde de VeH-Tûri ve Kita­bin Mestûrin sûresini okuyordu [176].

65- Tavaf Esnasında Kelam Etmek Babı


101-.......îbn Cureyc tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Süley­man el-Ahvel haber verdi; ona da Tâvûs, İbn Abbâs(R)'tan haber verdi. Peygamber (S) Ka'be'yi tavaf ederken, elini diğer bir insanın eline bir kayışla yâhud bir iple yâhud bunlardan başka bir şeyle bağ­lamış bir insanın yanından geçti. Peygamber, kendi eliyle bu bağı kopardı. Bundan sonra da onun yanındaki adama: "Bu insanı etiyle yed!" buyurdu [177].

66- Bab: Şahıs Tavaf Esnasında Çirkin Görülen Bir Yürüme Yahud Bir Kayış veya Herhangi Birşey Gördüğü Zaman Onu Koparır


102- Bize Ebû Âsim, îbn Cureyc'den; o da Süleyman el-Ahvel'den; o da Tâvûs'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Pey­gamber (S) Ka'be'de bir yular yâhud bundan başka bağlayacak bir bağ ile tavaf eder bir kimse gördü de, onun bağını kopardı [178].

67- Bab: Ka'be'yi Çıplak Kişi Tavaf Etmez; Müşrik Olan da Hacc Yapamaz


103-....... Ebû Hureyre şöyle haber vermiştir: Ebû Bekr es-Sıddîk, Veda Haccı'ndan bir sene evvel Rasûlullah tarafından hacc emîri olarak Mekke'ye gönderildiği haccda, Ebû Bekr de Ebû Hu-reyre'yi, kurbân bayramının ilk günü Minâ'da büyükçe bir topluluk içinde halka şu iki maddeyi i'lân etmeye yollamıştır: "Ey insanlar! İyi biliniz! Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc yapamaz, ve çıplak kişi de Ka'be'yi tavaf edemez!" [179].

68- Tavaf Etmekte Olan Kimse Tavaf Esnasında Durduğu Zaman (Tavafı Kesilir Mi Yahud Kesilmez Mi)? [180]


Atâ ibn Ebî Rebâh: Tavaf etmekte olanların içinde namaz ikaame edilirse, yâhud tavaf eden kişi tavaf yerinden def edilirse, namazından selâm verince kestirilmiş olduğu tavafına dönüp devam eder, demiştir. Atâ'nın bu sözüne benzer bir söz de İbn Umer'den ve Abdurrahmân ibn Ebî Bekr'den zikr olunuyor [181]

69- Bab: Peygamber (S) Yedi Dolaşmalık Tavafı İçin İki Rek'at Namaz Kıldı


NâfT de: İbn Umer, her yedi dolaşmalık tavafı için iki rek'at namaz kılardı, demiştir [182].
İsmâîl ibn Uleyye de: Ben Zuhrfye: Atâ, tavaf eden kişiye kılacağı farz namaz, tavafın iki rek'atından kifayet eder diyor, dedim. Zuhrî: Sünnet (yânî sünneti gözetmek) daha faziletlidir. Peygamber asla birçok yediler dolaşıp tavaf etmedi; ancak yedi dolaşmalık tavaf akabinde iki rek'at namaz kıldı, dedi [183].

104-.......Bize Sufyân (ibn Uyeyne), Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Biz İbn Umer'e: Umre niyetiyle Ka'be'yi tavaf eden kimse Safa ile Merve arasında sa'y etmeden evvel, kadı-nıyle cinsî münâsebet yapabilir mi? diye sorduk. İbn Umer: Rasûlul-lah (S) -umre için Mekke'ye geldi. Beyt'i yedi defa dolaşıp tavaf etti. Sonra Makaamı İbrâhîm arkasında iki rek'at namaz kılıp Safa ile Mer­ve arasında sa'y etti, dedi ve: "And olsun, Allah Elçisi 'nde sizin için güzel bir uyma numunesi vardır" (ei-Ahzâb: 2i) âyetini söyledi.
Amr ibn Dînâr dedi ki: Ben Câbir ibn Abdillah'a da aynı şeyi sordum; Câbir: Safa ile,Merve arasını dolaşıp sa'y etmedikçe erkek, kadınına yaklaşmaz, diye cevâb verdi [184].

70- Mekke'ye Gelip Yaptığı İlk Geliş Tavafından Sonra ta Arafat'a Çıkıp Tekrar Dönüp Gelinceye Kadar Ka'be'ye Yaklaşmayan ve (Nafile) Tavaf Yapmayan Kimse Babı


105-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) – Veda Haccı'nda Mekke'ye- geldi, Beyt'i tavaf etti, Safa ile Merve arasın­da sa'y etti ve bu tavafından sonra tâ Arafat'tan dönünceye kadar Ka'be'ye yaklaşmadı [185].

 

71- İki Rek'at Tavaf Namazını Mescidden Dışarı Çıkarak Kılan Kimse Babı


Umer (R) bu namazı bir defasında Harem'den çıkarak dışarıda kılmıştır [186].

106-.......Bize Mâlik, Muhammed ibn Abdirrahmân'dan; o da Urve'den; o da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den tahdîs etti ki, Üm-mü Seleme (R): Ben Rasülullah'a rahatsızlığımı arzettim... demiş­tir.
H ve yine bana Muhammed ibn Harb tahdîs edip şöyle dedi: Bi­ze Ebû Mervân Yahya ibnu Ebî Zekeriyyâ el-Gassânî, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme'den tahdîs etti (O, şöyle demiştir): Rasûlullah Mekke'de iken Ümmü Seleme de (rahatsızlığı sebebiyle) henüz tavaf etmemişken, Rasûlullah ve Ümmü Seleme (Harem'den veya Mekke'den) çıkmak istediklerin­de, Rasûlullah Ümmü Seleme'ye:
— "Sabah namazı ikaamei edildiği zaman insanlar namaz kı­larlarken, sen devenin üzerinde tavaf et!" buyurdu.
Ümmü Seleme böyle yaptı ve tavaf namazı kılmadan dışarı çık­tı [187]

72- İki Rek'at Tavaf Namazını Makaam(ı İbrahim)in Arkasında Kılan Kimse Babı


107-.......Bize Amr ibnu Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Umer(R)'den işittim; şöyle diyordu: Peygamber (S) Mekke'ye geldi. Beyt'i yedi kerre dolaşıp tavaf etti, müteakiben Makaam'ın arkasın­da iki rek'at namaz kıldı. Sonra da Peygamber (S) sa'y yapmak için Safâ'da çıktı. Yüce Allah da zâten: "And olsun, Allah ElçisVnde sizin için güzel bir uyma numunesi vardır.,."(ei-Ahzâb: 2i) buyurmuş­tur [188].

73- Sabah ve İkindi Namazlarından Sonra Tavaf Etmek Babı


İbn Umer (R) güneş doğmadığı müddetçe iki rek'at tavaf namazını kılar idi. Umer ibn Hattâb (R) ise sabah namazından sonra bineğine binmiş, nihayet bu iki rek'atı Zü Tûvâ mevkiinde kılmıştır [189].

108-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Bir takım insanlar sabah na­mazından sonra Beyt'i tavaf ettiler, sonra da bir vaizin huzurunda oturdular. Nihayet güneş doğduğu zaman kalkıp namaza koyuldu­lar. Bunun üzerine Âişe (R): Bunlar oturdular; nihayet içinde namaz kılmak mekruh kılınan şu saatte kalkmış, namaz kılıyorlar, demiştir [190].

109-.......Bize Mûsâ ibnu Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti ki, Ab­dullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, O, güneşin doğması sırasında ve bir de batışı sırasında namaz kılmak­tan nehyediyordu [191].

110-.......Bize Ubeyde ibnu Humeyd tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdulazîz ibnu Rufey' tahdîs edip, şöyle dedi: Ben Abdullah ibnu'z-Zubeyr(R)'i gördüm. O fecr namazından sonra tavaf eder, sonra da iki rek'at namaz kıldırdı. Râvî Abdulazîz dedi ki: Ben Abdullah ibnu'z-Zubeyr'i gördüm, ikindiden sonra iki rek'at namaz kılardı ve Âişe'nin kendisine Peygamber'in bu iki rek'atı kılmadan evine girmediğini tah­dîs ettiğini haber verdi [192].

74- Rahatsız Olan, (Bir Binite) Binerek Tavaf Eder Babı


111-.......Bize Hâlid et-Tahhân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da îbn Abbâs'tan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) bir deve üze­rinde olduğu hâlde Beyt'i tavaf etti. Haceri Esved rüknüne geldikçe ona elindeki bir şeyle işaret edip, tekbîr getirdi [193].

112-.......Ümmü Seleme (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'a rahatsız olduğumu arzettim. Bunun üzerine bana: "Sen binekti ola­rak insanların ötesinden tavaf et!" buyurdu. Ben, Rasûlullah Beyt'-in yanında namaz kıldırırken tavaf ettim; kendisi namaz içinde Ve't-Tûri ve Kitabin Mestûrin sûresini okuyordu [194].

75- Hacılara Su İçirilmesi Babı


113-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Abbâs ibnu Abdilmuttalib (R) hacılara su (ve şerbet) dağıtmak için Minâ gecelerinde Mek­ke'de ikaâmet etmek üzere Rasûlullah'tan izin istedi. Rasûlullah da ona izin verdi [195].

114-.......Bize Hâlid et-Tahhân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasû­lullah (S) Harem'deki şerbet dağıtılan sebîl yerine geldi ve şerbet istedi. Abbâs, oğluna:
— Ey Fadl, anana git de yanındaki (husûsî) şerbetten Rasûlul­lah'a getir! dedi.
Rasûlullah:
—  "(Hayır.) Bana bu şerbetten ver!" buyurdu. Abbâs:
— Yâ Rasûlallah! Halk buradaki şerbete ellerini sokuyorlar! dedi. \;    Rasûlullah:
—  "îşte halkın içtiği bu şerbetten ver!" buyurdu.
Ve Abbâs'ın sunduğu umûmî şerbetten içti. Sonra Rasûlullah Zemzem Kuyusu'na geldi. Abbâs oğulları (burada hacılara) su içiri-yorlardı ve kuyudan su çekiyorlardı. Rasûlullah:
— "(Ey Abdulmuttalib oğulları,) çekiniz! Siz hayırlı bir iş yapı­yorsunuz, dedi.
Sonra Rasûlullah:
—  "Halkın (su çeldşine uymak için) kalabalık etmesi endîşesi olmasaydı ben de devemden iner, hattâ -kuyunun ipini, eliyle omuzu-na işaret ederek- şuraya kor, sizin gibi su çekerdim" buyurdu [196].

76- Zemzem Suyu Hakkında Gelen Haberler Babı


115-.......Enes ibn Mâlik dedi ki: Ebû Zerr (R) bu Mi'râc kıs­sasını şöyle tahdîs eder idi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben Mek­ke'de iken içinde bulunduğum evin tavam yarıldı. Cibril aleyhi's-selâm indi. Göğsümü yardıktan sonra içini Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve îmân ile dolu altın bir leğen getirip, içindekini göğsümün içine boşalttı. Sonra göğsümü kapattı. Sonra elimden tutup beni dünyâ semâya doğru çıkardı. Cibril oranın, yânı yere en yakın semânın bek­çisine "Aç!" dedi. Bekçi: Kimdir o? dedi. Cibril: Ben Cibril'im, de­di [197].

116-.......İbnu Abbâs (R) şöyle tahdîs etmiş: Ben Rasûlullah'a "zemzem suyundan sundum. O da ayakta olduğu hâlde içti, demiştir.
Âsim el-Ahvel dedi ki: İbn Abbâs'ın âzâdhsı İkrime Allah adiy­le yemîn edip: Rasûlullah (S), îbn Abbâs'm kendisine Zemzem su­yundan içirdiği gün, muhakkak deve üzerinde bulunuyordu, dedi [198].

77- Kıran Haccı Yapan Kimsenin Tavafı Babı [199]


117-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'ın beraberin­de Veda Haccı'na çıktık, ve umre niyetiyle ihrama girip telbiye ettik. Sonra Rasûlullah (S): "Beraberinde hedy kurbânı olan, hacc ve um­re niyetiyle ihram edip, telbiye eylesin. Sonra bu ikisini bitirinceye kadar ihramdan çıkmaz" buyurdu. Nihayet ben hayızlı olarak Mek­ke'ye geldim. Haccımızı yapıp tamamladığımızda, Rasûlullah beni Abdurrahmân'm beraberinde Ten'îm mevkiine gönderdi. Ben ora­dan umre için ihrama girip, umremi yaptım. Rasûlullah: "İşte bu um­re, senin yapacağın umrenin yerinedir" buyurdu. Umre niyetiyle ihrama girip telbiye etmiş olanlar, Mekke'de tavaf ve sa'yi yaptıktan sonra ihramdan çıktılar. Sonra da Minâ'dan dönmelerinin ardından hacc için diğer bir tavaf daha yaptılar. Amma (yanlarında hedy olan­larla) hacc ile umreyi (bir ihramda) cem' etmiş olanlara gelince, bun­lar bir tavaf yaptılar [200].

118-.......Bize ibnu Uleyye, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den tahdîs etti (NâfV şöyle demiştir): İbnu Umer'in binek devesi hacc yolculuğu için evinde hazırlanmış bulunduğu sırada oğlu Abdullah ibn Abdil-lah yanına girdi de: Ben bu yıl insanlar arasında bir harb olacağın­dan ve bu sebeble onların seni Beyt'i ziyaretten men' edeceklerinden endîşe ediyorum. Onun için bu yıl hacca gitmesen de evinde ikaamet etsen! dedi. Bunun üzerine İbn Umer: Rasülullah (S) umre için yola çıktı. Kureyş kâfirleri O'nunla Beyt arasında perde oldular. Eğer be­nimle Beyt arasına mâni' olunursa, ben de Rasûlullah'm yaptığı gibi yaparım: "And olsun Allah ElçisVnde sizin için güzel bir uyma nu­munesi vardır ".(ei-Ahzâb: 21) dedi. Sonra da: Ben sizi şâhid kılıyorum. Ben umremle beraber bir haccı kendime vâcib kıldım (yânî kıran hac-cına niyet ettim), dedi. Oğlu Abdullah dedi ki: Bundan sonra baham İbn Umer (Arafat'ta vukuftan sonra Minâ'dan Mekke'ye) geldi ve hacc ile umresi için bir tek tavaf yaptı [201].

119-.......Bize el-Leys, Nâfi'den tahdîs etti ki (o, şöyle demiş­tir): İbnu Umer, Haccâc'm İbn Zubeyr ile harb etmek için Mekke'ye indiği yıl hacc etmek istedi. Çocukları tarafından kendisine: İnsanlar ara­sında bir harb vardır. Biz onların seni haccdan men' edeceklerinden korkuyoruz, denildi. İbn Umer: "And olsun Allah Elçisi'nde sizin için çok güzel bir uyma numunesi vardır" (ei-Ahzâb: 21). Eğer Beyt'i zi­yaretten men' olunursam, o takdirde ben de Rasûlullah'm yaptığı gi­bi yaparım. Ben sizleri şâhid kılıyorum ki, ben umre yapmayı kendime vâcib kıldım, dedi. Sonra yola çıktı. Nihayet (Zu'1-Huleyfe'nin önün­deki) Beydâ meydanına vardığı zaman: Hacc ile umrenin hâli (mâni' olunmakla ihramdan çıkmak cevazında) bir şeydir (yânî aralarında fark yoktur). Sizleri şâhid kılıyorum ki, ben umremle beraber haccı kendime vâcib kıldım, dedi. Yolda Cuhfe yakınındaki Kudeyd mev­kiinden satın aldığı kurbânı hedy olarak şevketti. Ve bu tek kurbân üzerine ziyâde etmedi. Çünkü ihramın haram kıldığı suçlardan birini işlemediğinden başka bir kurbân kesmedi. Arada ihramdan çıkma­dı, ihramdan dolayı haram olan fiillerin hiçbiri kendine halâl olma­dı, tıraş Olmadı, saçını kısaltmadı. Nihayet nahr günü olunca, İbn Umer kurbânını kesti, tıraş oldu ve ifâda tavafını yaptı. İbn Umer nahr günü yaptığı bu ilk tavâfiyle hacc ve umre tavafını edâ etmiş olduğu görüşünde bulundu. Ve Rasûlullah (S) da böyle yaptı, dedi [202].

78-Tavafın Abdestli Yapılacağı Babı


120-.......Bize İbnu Vehb tahdîs edip şöyle dedi: Bana Amr ibnu'l-Hâris Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Nevfel el-Kuraşî ha­ber verdi ki, bu Muhammed ibn Abdirrahmân, Urvetu'bnu'z-Zubeyr'e, (hacc niyetiyle ihrama giren kimse tavaf.ve sa'y ile ihram­dan çıkabilir mi, çıkamaz mı mes'elesini, yânî haccın umreye çevril­mesi mes'elesini) sormuş. Urve de -hacc niyetiyle ihrama giren kimsenin yalnız haccı bitirdikten sonra ihramdan çıkabileceğini, haccın umreye çevrilemeyeceğini isbât yolunda- şöyle demiştir:
Peygamber (S) şöyle hacc etmiştir: Bana Âişe (R) haber verdi: Peygamber Mekke'ye geldiğinde îfâya başladığı ilk ibâdet olmak üzere abdest aldı. Sonra Beyt'i tavaf etti. Sonra Peygamber, bu tavaf ve sa'yi umre olmuş saymadı. Peygamberden sonra Ebû Bekr hacc yaptı. Onun da Beyt'i tavaf etmek ilk yaptığı şey oldu. Sonra bu tavaf ve sa'y umre olmadı. Ebû Bekr'den sonra Umer de bunun gibi yaptı. Umer'den sonra Usmân (R) hacc yaptı. Ben Usmân'ı iyice gördüm; onun da ilk yaptığı iş, Beyt'i tavaf etmektir. Sonra bu tavaf ve sa'y, umre olmadı. Sonra Muâviye ve Abdullah ibnu Umer hacc yaptılar. Sonra ben babam Abdullah ibnu'z-Zubeyr ibni'l-Avvâm'ın berabe­rinde hacc yaptım. Onun da Beyt'i tavaf etmek, ilk yaptığı iş oldu. Sonra bu tavaf ve sa'y, umre olmadı. Sonra ben Muhacirler ve En-sâr'ı gördüm; onlar da hep böyle yapıyorlardı da, onların bu tavaf ve sa'yleri bir umre olmadı. Sonra böyle yaptığını gördüğüm insan­ların sonuncusu İbnu Umer'dir. Sonra o da haccı bozup umreye çe­virmedi.
Ve işte İbnu Umer, o suâli soranların yanındadır. Öyleyken bunu niye ondan sormuyorlar? İbnu Umer haccını bozup umre yapma­mış; geçmiş olanlardan da hiçbir kimse haccını bozmamıştır. Onların hepsi Beyt'i tavaf için ayaklarını Mescid'in içine koydukları zaman, başka bir ibâdete başlamazlardı. Tavaftan sonra da kendileri halâl olmaz, yânî ihramdan çıkmazlardı. Ben annem Esma ve teyzem Âi-şe'yi de gördüm ki, onların ikisi de Mekke'ye geldikleri zaman Beyt'i tavaf etmekten evvel başka bir işe başlamazlardı. Onlar Beyt'i tavaf ederler, sonra da halâl olmazlardı [203].
Bana annem Esma bintu Ebî Bekr haber verdi ki, kendisi ve kız-kardeşi Âişe,Zubeyr, fulân ve fulân kimseler umre niyetiyle ihrama girip telbiye etmişler, bunlar Haceri Esved'i isti'lâm edip el sürdükleri,yâ­nî tavafı ve sa'yi tamamladıkları zaman ihramdan çıkmışlardır [204].

79- Safa İle Merve Arasını Sa'y Etmenin Vücübu ve Bu Satın Allah'ın Şeairinden (Alametlerinden) Kılınmış Olduğu Babı [205]


121-.......Urve şöyle demiştir: Ben Âişe'ye şöyle sordum: Yüce Allah'ın "Şübhesiz Safa ile Merve Allah'ın alûmetlerindendir. İşte kim o Beyt'i hacc ve umre kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir be ys yoktur. Kim gönüllü olarak (vâcib olmayan amellerden) bir hayr işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Al­lah tâatlerin ecrini veren, hakkıyle bilendir" (d-Bakara: ıss> kavli hak­kında ne re'y edersin? Yemîn ederim ki, Safa ile Merve arasında sa'y etmemek hiç kimse üzerine bir günâh olmaz, dedim.
Âişe:
— Ey kardeşim oğlu, sen fena söz söyledin! Eğer bu âyetin ma'-nâsı (hükmü) senin te'vîl ettiğin gibi (sa'y mubah) olsaydı, âyet "Sa­fa ile Merve arasında sa'y etmemekte günâh yoktur'' suretinde olurdu. Şu kadar ki, bu âyet Ensâr hakkında indirilmiştir. Ensâr müslümân olmalarından önce, Müşellel mevkii yanında bulunup kendisine ibâ­det edegeldikleri Tâğıye Menât putu için ihrama girip telbiye ederler­di. İşte Ensâr'dan ihrâmlanan kimseler (kendi putları karşısında dikili bulunan) Safa ile Merve putları arasında sa'y etmeyi günâh sayarlar­dı. Ensâr müslümân oldukları zaman müşkil saydıkları bu vaziyeti Rasûlullah'a şöyle sordular:
— Yâ Rasûlallah! Bizler Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi gü­nâh sayıyorduk (bu iş bize ağır geliyor), dediler.
Bunun üzerine Yüce Allah "Şübhesiz Safa ile Merve Allah 'in alâ­metler inde mi ir..." âyetini indirdi. Âişe (R):
— Rasûlullah Safa ile Merve arasında dolaşıp sa'y etmeyi kendi fiili ile de kaanûnlaştırmıştır. Artık bu iki tepe arasında dolaşmayı, yânî sa'yi terketmek kimse için caiz değildir, demiştir.
Zuhrî dedi ki: Âişe'nin bu hadîsim Abdurrahmân'ın oğlu Ebû Bekr'e haber verdim (ve bu konudaki bilgisini sordum). O bana ce­vaben şöyle dedi:
— Âişe'nin Câhiliyet devrinde Safa ile Merve arasında sa'yi gü­nâh sayan bir zümre bulunduğunu haber vermesi, şübhesiz ki bir ilim­dir. Fakat ben bunu işitmiş değilim. Ben ilim ehli olan birçok kimselerden işittim ki, onlar şöyle zikrediyorlardı: Âişe'nin haber ver­diği Menât için ihrama girmekte olan bu zümreden başka, Ensâr'­dan bir zümre daha vardı. Bunların hepsi de bil'akis Câhiliyet devrinde Safa ile Merve arasında tavaf ederlerdi. îslâm devri gelip, Yüce Al­lah "... O kadîm Beyt'i tavaf etsinlâr" (ei-Hacc: 29) kavliyle Beyt'i ta­vaf etmeyi zikredip de Safa ile Merve tavafı Kur'ân'da zikredilmeyince, bunlar:
— Yâ Rasûlallah! Biz öteden beri Safa ile Merve arasında tavaf ederdik. Allah Beyt'i tavaf emrini indirdiği hâlde, Safa ile Merve ara­sında sa'yi zikretmedi. Biz Safa ile Merve arasında sa'y edersek, bize günâh var mıdır? diye sordular.
Bunun üzerine Yüce Allah: "Şübhesiz Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. İşte kim o Beyt 7 hacc veya umre kasdı ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günâh yoktur. Kim gönlünden bir hayr işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah tâatle-rin ecrini veren, hakkıyle bilendir" (ei-Bakara: 158) âyetini indirdi [206]. Yine Abdurrahmân oğlu Ebû Bekr devam edip şöyle dedi: Ben bu el-Bakara: 158. âyetinin Ensâr ve Arablar'ın diğer bir kavminden oluşan her iki fırka hakkında, yânî hem Câhiliyet dev­rinde Safa ile Merve arasında tavaf etmeyi günâh sayanlar fırkası, hem de Câhiliyette Safa ile Merve arasını tavaf edegeldikleri hâlde sonradan İslâm devrinde Aliah'ın Beyt'i tavafı emredip de (ei-Hacc: 29) Safa ve Merve'yi zikretmediği için Safa ile Merve arasını tavaf etme­yi günâh sayanlar fırkası hakkında indiğini işitirim. Nihayet Allah Beyt'i tavafı zikretmesinin (ei-Hacc: 29) ardından, bu Safa ile Merve arasında sa'yi de (ei-Bakam: ısg) zikretti (yânî el-Bakara: 158. âyetinin inmesi, el-Hacc: 29 âyetinin inmesinden sonra oldu) [207].

80- Safa İle Merve Arasında Sa'yin Keyfiyeti Hakkında Gelen Haberler Babı


Ve İbn Umer (R): Sa*y, Abbâd oğulları evinden Ebû Huseyn oğulları sokağına kadardır, demiştir [208].

122-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasülullah (S), geliş ta­vafı olan ilk tavafı yaparken ilk üç dolaşmayı hızlı, dört dolaşmayı ise (âdet olan yürüyüşle) yürürdü. Safa ile Merve arasında dolaşır­ken de sel yerinin karnında (bugünkü iki yeşil sütûncuk arasında) ko­şardı. Râvî dedi ki: Ben, Nâfi'e: Abdullah ibn Umer, Yemen tarafındaki köşeye ulaştığı zaman yürür müydü? diye sordum. Nâ-fi': Hayır, ancak rükn üzeri kalabalık ve sıkışık olması hâlinde yü­rürdü. Çünkü İbn Umer, rüknü isti'lâm etmedikçe terketmezdi [209].

123-.,.... Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Biz İbn Umer'e:
— Eğer bir kimse umre niyetiyle Beyt'i tavaf eder de Safa ile Mer­ve arasını dolaşmazsa (ihramdan çıkıp) kadınına gelebilir mi? Diye sorduk.
İbn Umer:
— Peygamber (S) -umre için-Mekke'ye geldi. Beyt'i yedi defa dolaştı, Makaam'ın arkasında iki rek'at namaz kıldı, akabinde Safa ile Merve arasını da yedi kerre dolaştı. "And olsun, Allah ElçisVnde sizin için çok güzel bir uyma örneği vardır'* (ei-Ahzâb: 2i), dedi.
Râvî dedi ki: Biz Câbir ibn Abdillah'a da aynı şeyi sorduk. Cabir de:                                                                                            
— Safa ile Merve arasında sa'y etmedikçe, kadına sakın yaklaş­masın, dedi [210].

124- Bize Mekkî ibnu İbrâhîm tahdîs etti ki, İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Amr ibnu Dînâr haber verip şöyîe dedi: Ben İbn Umer(R)'den işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) Mekke'ye geldi, Beyt'i tavaf etti, sonra iki rek'at namaz kıldı, Sonra Safa ile Merve arasın­da sa'y etti. Sonra da "And olsun, Allah ElçisVnde sizin için güzel bir uyma örneği vardır" (ei-Ahzâb: 21) âyetini okudu [211].

125-.......Bize Asım ibn Süleyman haber verip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e:
— Sizler Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi çirkin görüyor muy­dunuz? diye sordum.
Enes:
— Evet. Çünkü bu sa'yler, Allah "Şübhesiz Safa ile Merve Allah alâmetlerindendir, İşte kim o Beyt 7 hacc veya umre niyetiyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günâh yok­tur... " (ei-Bakara: 158) âyetini indirinceye kadar, Câhiliyet alâmetlerin­den idi, diye cevâb verdi [212].

126-.......Bize Sufyân (ibn Uyeyne), Amr ibn Dinar'dan; o da Atâ'dan tahdîs etti ki, îbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) Beyt'i ve Safa ile Merve arasını ancak müşriklere kendi kuvvetini göstermek için ko­şarak sa'y etti, demiştir [213].
el-Humeydî şunu ziyâde edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyey-ne tahdîs edip şöyle dedi: Bize Amr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Atâ'­dan işittim, İbn Abbâs'tan yukarıki hadîsin benzerini rivayet etti [214].

81- Bab: Hayızlı Kadın Hacc ve Umrede Ka'be'yi Tavaf Etmesi Hariç, Diğer Menseklerin Hepsini Yerine Getirir


Hacc ve umre yapan kişi, Safa ile Merve arasında abdestsiz olarak sa'y ettiği zaman (hüküm nedir)? [215]

127-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Mekke'ye hayızlı olarak geldim. Ka'be'yi de, Safa ile Merve arasını da tavaf etmedim. Âişe dedi ki: Ben bu hâlimi Rasûlullah'a şikâyet ettim. Rasûlullah (S): "Ha­cının yapacağı işleri sen de yap, şu kadar ki, sen ancak temiz olunca­ya kadar Beyt'i tavaf etme!" buyurdu [216].

128- Bize Muhammed ibnu'l-Musennâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdulvahhâb tahdîs edip şöyle dedi:
H Müellif Buhârî dedi ki: Ve yine bana Halîfe ibn Hayyât söy­ledi. Bize Abdulvahhâb tahdîs edip şöyle dedi: Bize Habîbun el-Muallimu, Atâ'dan tahdîm etti ki, Câbir ibn Abdillah şöyle demiş­tir: Peygamber (S) ve sahâbîleri hacc için ihrama girdiklerinde, Pey­gamber ile Talha'dan, bir de Yemen'den gelen Alî'den başka sahâbîlerden hiçkimsenin beraberinde kurbanlığı yoktu. Alî, Yemen'­den kurbânı beraberinde olarak Mekke'ye geldi ve: Ben Peygamber'in ihrama girdiği gibi ihrâmlandım, dedi. (Biz Mekke'ye geldiğimizde) Peygamber, sahâbîlerine, ihrama girerken niyet ettikleri hacci umre­ye çevirmelerini, tavaf ve sa'y yapmalarını, sonra saçlarını kısaltma­larını ve ihramdan çıkıp halâl olmalarını; yalnız yanında kurbanlığı bulunanların ihramlarından çıkmamalarını emretti. (Haccı feshedip, um­reye çevirmeye me'mûr olan sahâbîler, bu hâle taaccüb ederek:)
— Bizler herbirimizin cinsiyet âletleri menî damlatır hâlde mi Mi-
nâ'ya gideceğiz? dediler.
Sahâbîler arasında söylenen bu söz Peygamber'e ulaşınca, ceva­ben:
—  "İşimden şimdi bildiğimi (yânı hacc aylarında umrenin caiz olduğunu şimdi bildiğim gibi) ihrama girerken de bilmiş olaydım, kur­bân sevketmezdim. Ve yanımda kurbânım olmasaydı, şimdi ben de sizin gibi ihramdan çıkardım" buyurdu.
Ve Âişe hayz oldu da bütün hacc fiillerini yerine getirdi, yalnız Beyt'i tavaf etmedi. Nihayet temizlenince Beyt'i tavaf etti. Âişe:
—  Yâ Rasûlallah, sizler bir hacc ve bir umre ile gidiyorsunuz, ben ise yalnız bir hacc ile gidiyorum, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah, Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân'a Âi-şe'nin beraberinde Ten'îm'e kadar çıkmasını emretti. Âişe de hacc-dan sonra oradan bir umre yaptı [217].

129-.......Hafsa bintu Şîrîn şöyle demiştir: Biz taze kızlarımızı (ihtiyâçlar veya diğer işler hususunda) dışarı çıkmalarından men' eder­dik. Nihayet Basra'ya bir kadın gelip Halef oğulları kasrına indi. O kadın, kızkardeşinin Rasûlullah'm sahâbîlerinden birinin nikâhında olduğunu, kocasının Rasûlullah'm beraberinde oniki gazvede bulun­duğunu, kızkardeşinin de bizzat kocasının beraberinde altı gazaya iş­tirak ettiğini, kızkardeşinin: Biz yaralılara ilâç yapar, hastalara bakardık, dediğini tahdîs etti. Ve sonra: Kızkardeşim, Rasûlullah'a:
— Birimizin cilbâbı, yânı örtünecek bir şeyi bulunmazsa, böyle işler için dışarıya çıkmamasında üzerine bir günâh var mıdır? diye sormuş.
Rasülullah ona:
—  "Arkadaşı kendi cilbâblarından birini ona giydirsin de, hayr (işlerin) da ve mü'minlerin da'vet ve dualarında hazır bulunsun" bu­yurmuştur.
(Hafsa bintu Şîrîn dedi ki:) Ümmü Atiyye buraya geldiğinde ka­dınlar bunu ona sordular yâhud da biz ondan bu hadîsi sorduk. Hafsa bintu Şîrîn: Ümmü Atıyye ne zaman Rasûlullah'i ansa,muhakkak"Bi-ebî = O'na babam feda olsun" cümlesini bir ara cümlesi olarak söy­lerdi, dedi.
Biz Ümmü Atıyye'ye:
— Sen Rasülullah'tan şunu şunu, yânîyukarıki hadîsi söylerken bizzat işittin mi? dedik.
Ümmü Atıyye yine:
— Babam O'na feda olsun, evet işittim. Rasülullah (S): "Koca­ya gitmemiş tazeler, perde sahihleri -yâhud da: Kocaya gitmemiş ta­ze kızlar, perde sahibesi olan kadınlar- ve hayızlı kadınlar dışarı çıksınlar da hayır -(meclislerin)- da ve müslümânların duasında hâzır bulunsunlar. Yalnız hayızlı kadınlar namaz yerinden ayrıca dururlar" buyurdu, dedi.
Ben:
—  Hayızlı kadınlar da mı? diye tekrar sordum. Ümmü Atıyye:
—  Bu hayızlı kadınlar Arafat'ta hazır bulunmuyorlar mı? Fu-lân yerde hazır bulunmuyorlar mı? Fulân yerde hazır bulunmuyor­lar mı? dedi [218].

82- Mekkeli İçin ve Temettü' Haccı Niyetiyle Hariçten Gelen Âfaki Hacı İçin Mina'ya Çıkacağı Zaman, Mekke Vadisindeki Batha'dan ve Mekke'nin Diğer Yerlerinden İhrama Girmesi Babı [219]


Ve Atâ'ya: Mekke'de mücavir olup oturan kimsenin hacc niyetiyle telbiye etmesi hâli soruldu. Atâ: îbn Umer, Zu'1-hicce'nin sekizinci terviye günü telbiye ederdi, dedi [220].
Ve Abdulmelik, Atâ'dan; o da Câbir(R)'den söyledi ki, o: Biz Peygamberdin beraberinde Mekke'ye geldik. (Umre yapıp ihramdan çıktık.) Nihayet terviye günü hacc niyetiyle telbiye ederken, Mekke'yi arka tarafımıza atmıştık, demiştir [221].
Ve Ebu'z-Zubeyr Muhammed ibn Müslim şöyle dedi: Câbir: Bizler Bathâ'dan ihrama girip telbiye ettik, demiştir [222].
Ve Ubeydullah ibn Cureyc, İbn Umcr'e: Ben seni Mekke'de olduğun zaman gördüm, insanlar hilâli gördükleri zaman ihrama girip telbiye ettiler; sen ise terviye gününe kadar telbiye etmedin, dedi. îbn Umer:
Ben Peygamberdi, devesi onu hareket ettirinceye kadar telbiye eder görmedim, demiştir [223]

 

83- Bab: Terviye Günü Öğle Namazını Nerede Kılar?


130........ Abdulazîz ibnu Rufey' şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'e sordum ve:
— Peygamber(S)'den hatırladığın bir şeyi, yânî zu'1-hiccenin se­kizinci günü Öğle İle ikindi namazlarını nerede kıldığını bana haber verir misin? dedim.
Enes:
—  Minâ'da kıldı, dedi. Ben:
— Minâ'dan dönüş günü ikindi namazım nerede kıldı? dedim. Enes:
—Ebtah'da (yânî Muhassab'da) kıldı, dedi. Bundan sonra Enes, ben Abdulazîz'e:
—  Sen de emirlerinin işleyeceği gibi işle, dedi [224].

131-.......Bize Abdulazîz ibnu Rufey' tahdîs edip şöyle dedi:
Ben Enes'e kavuştum. H Buhârî dedi ki: Ve bana Ismâîl ibn Ebân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Bekr ibn Ayyaş tahdîs etti ki, Ab­dulazîz şöyle demiştir: Ben terviye günü Minâ'ya çıktım ve Enes'e bir eşek üzerinde giderken kavuştum. Ve kendisine: Peygamber (S) bu gün öğle namazını nerede kıldı? dedim. Enes: Sen emirlerinin kı­lacağı yeri gözetle de, sen de orada kıl! dedi [225].

 

84-  Mina'daki Namaz(ların Keyfiyyeti) Babı [226]


132-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Umer'in oğlu Ubeydullah, babasından haber verdi. O: RasûluIIah (S) Minâ'-da (dört rek'atlı farzları) iki rek'at kıldı. Ebû Bekr ile Umer de, ve halifeliğinin başlarında Usmân da böyle kıldılar [227].

133-.......Harise ibn Vehb el-Huzâî (R): Peygamber (S), biz en çok ve en ziyâde korkusuz olduğumuz hâlde bizlere Minâ'da namazı iki rek'at kıldırdı, demiştir [228].

134.......Abdullah ibn Mes'ûd (R): Ben Peygamberdin maiyyetinde Minâ'da iki rek'at kıldım. Ebû Bekr'in maiyyetinde iki rek'­at kıldım. Umer'in maiyyetinde iki rek'at kıldım. Sonra sizin yollarınız ayrıldı. Âh nasibim o dört rek'at olacağına, keski kabul olunmuş iki rek'at olsa! demiştir [229].

85- Arefe Günü Orucu Babı [230]


135-.......Bize Salim Ebu'n-Nadr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ümmü'l-Fadl'ın âzâdlısı Umeyr'den işittim; o da Ümmü'1-Fadl Lu-bâbe'den. Lubâbe (R): Arafat'ta arefe günü Peygamber(S)'in orucu (yânî oruçlu olup olmadığı) hususunda insanlar şübhe ettiler. Ben.Pey-gamber'e bir (bardak) şerbet gönderdim, O da bu şerbeti içti, demiş­tir [231]

 

86- Mina'dan Kuşluk Vakti Arafat'a Giderken Telbiye ve Tekbir Etmek Babı


136-.......Bize Mâlik, Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sakafî'den haber verdi ki, o, Enes ibn Mâlik ile birlikte Minâ'dan Arafat'a doğ­ru kuşluk vaktinde giderlerken, Enes ibn Mâlik'e:
— Sizler bu arefe gününde Rasülullah'ın beraberinde iken nasıl yapardınız? diye sormuş.
Enes de:
— Bizden telbiye etmek isteyen telbiye eder, inkâra uğramazdı; tekbîr etmek isteyen tekbîr eder, o da inkâra uğramazdı, demiştir [232].

87- Arefe Günü Güneşin Ortadan Meylettiği Zaman Arafat'ta Vakfe Yapılacak Yere Gitmek Babı


137-.......Salim şöyle demiştir: Emevî Halîfesi Abdulmelik ibn Mervân, Irak Vâlîsi bulunan Haccâc'ı Hicaz'a, İbn Zubeyr üzerine gönderdiği ve hacc emîri yaptığı zaman kendisine bir mektûb yazdı ve bu mektubunda hacc hükümleri hususunda İbn Umer'in re'yine zinhar muhalefet etmemesini emretmişti.
Ben Salim, beraberinde olduğum hâlde, arefe günü güneş tam ortadan meyi ettiği zaman, babam Abdullah ibn Umer Arafat'a gel­di ve hac emîrinin perdeli çadırı önünde yüksek sesle seslendi. Hac-câc üzerinde sarı boyalı büyük bir maşlah olduğu halde çadırdan çıktı ve:
— Ne var yâ Ebâ Abdirrahmân! dedi.
İbn Umer:
— Eğer sünnete uymak istersen (hutbe zamanıdır), yürüyün, dedi. ıi: Haccâc:
— Şu saat mı? diye sordu. :     
İbn Umer:
— Evet, bu saat, dedi.
Haccâc:
— Beni biraz bekleyin, başımı yıkayayım, sonra çıkarım, dedi. îbn Umer devesinden indi, Haccâc çıkıncaya kadar bekledi. Hac­câc çıkınca babamla benim aramızda yürüdü. Bu sırada ben Haccâc'a:
— Eğer sünnete uymak istersen hutbeyi kısalt, vakfeyi çabuk yap! dedim.
Bunun üzerine Haccâc, Abdullah ibn Umer'e bakmaya başladı. Babam Abdullah ibn Umer, Haccâc'm bu bakış ve tereddüdünü gö­rünce:
—  Salim doğru söyledi, dedi [233].

 

88- Arafat'ta Binek Üzerinde Vakfe BaıI


138-.......Ümmü'1-Fadl bintu'l-Hâris şöyle demiştir: Bir takım insanlar arefe günü Peygamber'in orucu hakkında ben Ümmü'1-Fadl'in yanında ihtilâf ettiler. Bâzısı Peygamber oruçludur dedi, bâzısı da oruçlu değildir dedi. Bunun üzerine ben Peygamberce, kendisi Ara­fat'ta devesi üzerinde vakfe yapmakta iken bir bardak süt gönder­dim, O da bu sütü içti [234].

89- Arafat'ta İki Namaz Arasını (Öğle İle İkindi Namazlarını) Birleştirmek Babı


İbn Umer, Arafat'ta namazı imâmla beraber kılamadığı zamanda da kendi durağında öğle ile ikindiyi birleştirir idi [235].

139-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Salim şöyle haber verdi:
Haccâc ibn Yûsuf, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'le harb etmek üzere Mek­ke'ye indiği 73 senesinde, Abdullah ibn Umer'e: Arefe günü vakfe yerinde nasıl yaparsınız? diye sordu. Salim, Haccâc'a: Eğer sünnete uymak istersen arefe günü namazı sıcağın şiddetli zamanında kıl, de­di. (Haccâc'ın tereddüdlü bakışı üzerine Sâlim'in babası) Abdullah ibn Umer: Salim doğru söyledi, dedi. Çünkü onlar sünnette öğle ile ikindi namazlarını birleştiriyorlardı. İbn Şihâb dedi ki: Ben Sâlim'e: Rasûlullah (S) böyle mi yapmıştır? dedim. Salim: Sizler bu fiillerde ancak O'nun sünnetine uymaktasınız, dedi [236].

90- Arafat'ta Hutbenin Kısa Yapılması Babı


140-.......Salim şöyle demiştir: Halîfe Abdulmelik ibn Mervân, Haccâc'a hacc işleri hususunda Abdullah ibn Umer'e uymasını yaz­mıştı. Arefe günü olunca ben de beraberinde olduğum hâlde, güneş ortadan meylettiği sırada İbn Umer geldi ve Haccâc'ın çadırının yanında:
—  Haccâc nerededir? diye yüksek sesle seslendi. Bunun üzerine Haccâc, İbn Umer:
—  Haydi (hutbe ve vakfe yapmak üzere) yürü! dedi. Haccâc:
— Şimdi mi? dedi.
İbn Umer:
— Evet (şimdi onun vaktidir), deyince,
Haccâc:
- Bana biraz mühlet ver, üzerimden bir su taşırayım (yânî yı­kanayım), dedi.
Bu söz üzerine İbn Umer bineğinden inip, o çıkıncaya kadar bek­ledi. Haccâc çıkınca, babam İbn Umer'lebenim aramda yürüdü. Bu sırada ben kendisine:
— Eğer sen bu gün sünnete icabet etmek istiyorsan, hutbeyi kı­sa tut ve vakfeye geçişi çabuklaştır, dedim.
İbn Umer de:
—  Salim doğru söyledi, dedi [237].

91- Vakfe Yapılacak Yere Çabuk Gitmek Babı [238]


92-Vakfe'nin (Başka Yerde Değil; Ancak) Arafat'ta Yapılacağı Babı                  


141-.......Bize Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım tahdîs etti ki, babası Cubeyr ibn Mut'un (R): Ben bana âid bir deveyi arıyor­dum.. . demiştir. H ve yine bize Müsedded tahdîs edip şöyle dedi: Bi­ze Sufyân, Amr'dan tahdîs etti ki, Amr, Muhammed ibn Cubeyr'den, o da babası Cubeyr ibn Mut'ım'den şöyle dediğini işitmiştir: Ben arefe günü bir devemi kaybetmiş ve onu aramağa gitmiştim. Bu sırada Pey-gamber(S)'i Arafat'ta vakfe ederken gördüm ve: Vallâhî burada vakfe yapan bu zât hums(yânî ahmesler)dendir. Fakat onun hâli nedir ki, burada yânî Arafat'la vakfe yapıyor? dedim [239].

142-.......Bize Alî ibnu Mushir tahdîs etti ki, Hişâm ibn Urve şöyle demiştir: Urve şöyle dedi: İnsanlar Câhiliyet'te Ka'be'yi çıplaklar olarak tavaf ederlerdi, bundan ancak ahmesler müstesna idi­ler. Ahmesler ise Kureyş ile onun doğurduğu diğer kabilelerden ibaretti. Bu ahmesler diğer insanlara Allah rızâsı için âriyeten elbise­ler verip sevâb ümîd ederlerdi. Erkek erkeğe elbise verir, bu ariyet elbiseyi alan kişi de aldığı bu elbise ile tavaf yapardı. Kadın kadına elbise verir, o da elbiseli olarak tavaf ederdi. Hums ferdlerinden bi­rinin elbise vermediği kişi ise Ka'be'yi çıplak olarak tavaf ederdi. Ve keza diğer insan toplulukları, Arafat'tan ifâda yaparlardı; hums ise
Muzdelife'den ifâda yaparlardı.
Hişâm dedi ki: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe'den ha­ber verdi. Şu: "... Sonra insanların ifâda yapıp döndüğü yerden siz de dönün... " (ei-Bakara: 199) âyeti bu ahmesler hakkında inmiştir. De­di ki: Onlar (yânî ahmesler) Cem'den (yânî Muzdelife'den) ifâda ya­pıyorlardı, bu âyetle Arafat'a götürüldüler (yânî oraya gitmekle emr olundular) [240].

93- Arafattan Ayrıldığı Zâmân Müzdeüfete Doğru Yürüyüş Babı


143........Urve şöyle demiştir: Ben beraberinde oturur iken Usâme'ye:
—  Veda Haccı'nda Arafat'tan Muzdelife'ye doğru ayrıldığı za­man RasûluIIah (S) nasıl (hareketle) yürüyordu? diye soruldu.
Usâme ibn Zeyd:
—  Rasûlullah hızlı ile yavaş yürüyüş arasında orta bir yürüyüş yürüyordu. Fakat geniş bir meydan bulduğu zaman hızlı hareket eder­di, dedi.
Hişâm ibn Urve: "Nass", "Anak"tan daha hızlı bir yürüyüş­tür, dedi [241].
Ebû Abdillah el-Buhârî: "Fecve", geniş, hâlîyer'dir. Bunun cem'i "Fecevât" ve "Ficâ"' gelir. "Rakve( = Küçük kayık, gönden ve sah­tiyandan düzülmüş küçük su kabı)"nin de böyle "Rakavât" ve "Rikâ"'şeklinde iki cem'i vardır. "Ve lâte hîne menâs {- Hâlbuki o vakit kaçma zamanı değildir)" (Sâd: 3) âyetindeki "Menâs", bu ha­dîsteki "Nassa" fiilinden değildir (yânî "Nassa" mudaaf, "Nâse" ise vavh ecveftir), dedi [242].

94- Arafat İle Müzdelife Arasında (Herhangi Bir İhtiyacı Yerine Getirmek İçin) İnmek Babı [243].


144-.......Usâme ibn Zeyd şöyle demiştir: Peygamber (S) Ara­fat'tan dönüşünde iki dağ arasındaki yola doğru saptı, hacetini yeri­ne getirdi ve abdest aldı. Ben:
— Yâ Rasûlallah! Namaz mı kılacaksınız? dedim. Rasûlullah:
—  "Namaz önünde (yânî Müzdelife'de kılınacak) buyurdu [244].

145-.......Bize Cuveyriye tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle demiştir: Ab­dullah ibn Umer Müzdelife'de akşam namâzıyle yatsı namazlarını bir­leştirirdi. Şu kadar ki, onun bu namazları birleştirmesi şöyle olurdu: O da yolda Rasûlulîah'ın girmiş olduğu o iki dağ arası yoluna girer, orada hacetini giderip gereği gibi temizlenir (yânî istincâ ve istibrâ' yapar) sonra abdest alır, fakat namaz kılmazdı. Nihayet namazları Müzdelife'de kılardı [245].

146-.......Usâme ibn Zeyd(R) şöyle demiştir: Arafat dönüşün­de ben, Rasûlulîah'ın bineğinin arka tarafına bindim. Rasûlullah (S) Müzdelife'nin berisinde bulunan o iki dağ arasındaki sol yola ulaşın­ca devesini çöktürdü, (inip) orada işedi. Sonra geldi. Ben kendisine abdest suyu döktüm, O da hafif bir abdest aldı. Ben:
—  Yâ Rasûlallah! Namaz mı kılacaksınız? dedim. Rasûlullah:
—  "Namaz, önündeki Müzdelife'de (hazırdır)" buyurdu.
Ve Rasûlullah devesine binip sonunda Müzdelife'ye geldi ve baş­ka şeyle meşgul olmayıp, hemen akşam ile yatsı namazlarını kıldı. Bir müddet istirahattan sonra, bayram günü sabahında Rasûlullah devesinin arka tarafına Fadl bindi. Kureyb: Bana Abdullah ibn Ab-bâs, Fadl ibn Abbâs'tan; Rasûlulîah'ın Akabe cemresine ulaşıp taş-layincaya kadar telbiye yapmakta devam ettiğini haber verdi, demiş­tir [246].

95- Arafat'tan Dönüş Sırasında Peygamberin Sahabilerine Sekinet Emretmesi ve Onlara Kamçısı İle İşaret Eylemesi Babı


147-.......Bana Vâbile el-Küfî'nin rr^evlâsı olan Saîd ibnu Cubeyr tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbn Abbâs (R) tahdîs etti ki, kendi­si, Peygamberce beraber arefe günü Arafat'tan ayrılmıştı. (Yolda Müzdelife'ye doğru ilerlerken) Peygamber (S) arka tarafında devele­ri hızlı sürmek için şiddetli bağırma çağırma ve develeri dövme sesle­ri işitti. Bunun üzerine Peygamber onlara kamçısı ile işaret etti ve: "Ey insanlar! Ağır olunuz (yumuşaklıkla ve sıkışıklık yapmadan yürüyü­nüz)! Çünkü hâlis iyilik ve hayr, acele ve sür'atli yürütmekle sağla­nır değildir" buyurdu [247].
Buhârî dedi ki: "Evdaû"nun ma'nâsı "Bineklerini hızlı yürüttüler" demektir, "ffilâlekum" (et-Tevbe: 47) de "Aranıza sokulmak" ma'nâsına olan "Tahallul " masdarındandır. "Feccer-nâ hılâlehumâ neheren (Onların aralarından bir de ırmak fışkırt­tık)" (ei-Kehf: 33) âyetinde de "Hilâl" böyle "Ara" ma'nâsınadır [248].

96- Müzdelife'de Akşam ve Yatsı Namazlarını Birleştirmek Babı


148-.......Kureyb, Usâme şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) Arafat'tan döndü. İki dağ arası yola indi ve işedi. Sonra abdest aldı. Âbdest almayı mübalağalı yapmadı (yânı hafif aldı). Ben:
—  Yâ Rasûlallah! Namaz mı? diye sordum. Rasûlullah:
—  "Namaz ilerinde (kılınacak)" buyurdu.
(Yine bindi.) Müzdelife'ye gelince (inip) abdest aldı. Lâkin bu sefer abdesti daha uzunca tuttu. Sonra namaz ikaamet edildi de ak­şam namazını kıldırdı. Ondan sonra herkes devesini kendi durağın­da çökertti. Sonra yatsı namazı ikaamet edildi. Peygamber namazı kıldırdı ve iki namaz arasında (hiç bir namaz) kılmadı [249].

97- İki Namazı Birleştiren ve Aralarında Tatavvu' Namazı Kılmayan Kimse Babı


149-.......İbnu Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirdi. Bu iki namazdan her-biri bir ikaametle kılındı ve Peygamber ne bu iki namaz arasında ve ne de bunlardan herbirinin ardında sünnet namazı kılmadı [250].

150-.......Bana Ebû Eyyûb el-Ensârî (R): Rasûlullah (S) Veda Haccı'nda akşam ile yatsı namazlarını Müzdelife'de birleştirdi, diye tahdîs etti [251].

98- Müzdelife'deki Bu Akşam ve Yatsı Namazlarından Herbiri İçin Ezan ve İkaamet Eden Kimse Babı


151-.......Bize Ebû İshâk tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdurrahmân ibnu Yezîd'den işittim, şöyle diyordu: Abdullah ibn Mes'ûd (R) hacc yaptı. Müzdelife'ye geldik. Müzdelife'ye gelişimiz yatsı ezanı vakti yâhud da buna yakın bir zamanda oldu. Abdullah bir kimseye emretti. O da ezan okudu ve ikaamet getirdi. Sonra Abdullah akşam namazım kıldı. Onun arkasından da iki rek'at (sünnetini) kıldı. Son­ra akşam yemeğinin getirilmesini istedi ve yemeğini yedi. Sonra, zan­nediyorum ki, bir kimseye emretti de o kimse ezan ve ikaamet okudu. Râvî Amr: Ben bu "Zannediyorum" şekki ancak Zuheyr'dendir bi­liyorum, demiştir. Sonra yatsı namazını iki rek'at kıldı. Fecr tulü' edince (sabah namazını kıldı) ve: Peygamber (S) bu günde bu me­kânda bu namazdan başka bu saatte namaz kılmazdı, dedi. Abdulah ibn Mes'ûd şöyle devam etti: Bu ikisi (mu'tâd olan müstehâb) vakitlerinden çevirilen iki namazdırlar. Akşam namazı insanların Müz­delife'ye gelmelerinin ardından; sabah namazı da fecr meydana çı­karken kılındı. Abdullah ibn Mes'ûd: Ben Peygamber'i böyle yapar gördüm, dedi [252].

99- Ailesinin (Kadın, Çocuk, Yaşlı Gibi) Zaif Kişilerini Kondukları Yerden Geceleyin Önden Gönderen ve Bu Kişilerin Müzdelife'de Vakfe Yapmaları, Dua Etmeleri Akabinde Ay Kaybolduğu Zaman Onları Yine Önden Mina'ya Yollayan Kimse Babı


152-.......Salim şöyle demiştir: Abdullah ibn Umer (R) kendi ailesinin zaîf kişilerini önden gönderir idi de, onlar geceleyin Müzde­life'de el-Meş'aru'1-Harâm'ın yanında vakfe yaparlar, Azız ve Celîl olan Allah'ı hatırlarına gelen zikirlerle zikrederler, duâ ederler. Son­ra imâmın Minâ'da vakfe yapmasından evvel ve Minâ'ya hareketin­den önce, Minâ'ya dönerlerdi. Artık onlardan kimi Minâ'ya sabah namazı vaktinde gelir, kimi de bundan sonra gelirdi. Minâ'ya gel­dikleri zaman Akabe cemresine taşları atarlardı. İbnu Umer: Rasû­lullah (S) bu zaîf kimseler hakkında böyle yapmalarına ruhsat verdi der idi [253].

153-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb'dan; o da îkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) beni Müzdelife'den geceleyin (Minâ'ya) gönderdi, demiştir [254].

154-.......Bana Ubeydullah ibn Ebî Yezîd haberverdi ki, o İbn Abbâs'tan: Ben Peygamber(S)'in, ailesinin zaîfleri içinde Müzdelife gecesinde Minâ'ya önden gönderdiği kimselerden idim, derken işitmiştir [255].

155-......İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Esmâ'mn himaye­sinde bulunan Abdullah ibn Keysân Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dan şöy­le tahdîs etti: Esma (R): Akşamla yatsı namazlarının cem' edildiği gece Müzdelife'ye indi ve kalkıp namaz kıldı. Bir saat namaz kıldıktan son­ra (ben Abdullah'a):
— Ey oğlum! Ay battı mı? diye sordu.
Ben:
— Hayır (batmadı), diye cevâb verdim. **   Bunun üzerine bir saat daha namaz kıldı.,Sonra yine:    
— Ay battı mı? diye sordu.
Ben de:
— Evet, battı, diye cevâb verdim.  
Esma:  
— Öyle ise Minâ'ya doğru yollanınız, diye emretti.
Biz de yollandık ve.yürüdük. Nihayet cemre mevkiine gelip, Aka­be cemresine taş attı. Sonra Esma, Minâ'daki menziline döndü ve bu menzilinde sabah namazını kıldı. Ben kendisine:
— Ey Hanım Efendi! Ben öyle sanıyorum ki, bizler meşru' olan. vakitten önce davrandık, dedim.
Esma:
— Ey oğlum! Rasûlullah (S) mahfeli kadınlariçin erken cemre taşlamalarına izin verdi, dedi [256].

156-.......Âişe (R): Şevde, Müzdelife gecesinde Peygamber'den (Minâ'ya erken gitmek hususunda) izin istedi. Kendisi ağır ve yavaş hareketli bir kadın idi. Peygamber ona izin verdi, demiştir [257].
157-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Veda Haccı'nda biz Müzdelife'ye indik. Şevde bintu Zem'a, insanların izdihamından ev^vel ken­disinin Minâ'ya gönderilmesi hususunda Peygamber'den izin istedi. Şevde iri yapılı, yavaş hareketli bir kadındı. Peygamber Sevde'ye izin verdi. Şevde halkın izdihamından evvel Minâ'ya gitti. Biz de sabaha kadar Peygamber'in yanında kaldık. Sonra Peygamber'in hareket et­mesiyle biz de hareket ettik. Yemîn olsun Sevde'nin Rasûlullah'tan izin istediği gibi izin istemiş olmaklığım, bana kendisiyle sevinilecek şeylerin en sevgilisi olurdu [258].

100- Hacı Adayı Müzdelife'de Sabah Namazını Hangi Vakitte Kılar Babı [259]



158-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R): Ben Peygamber(S)'in, Müzdelife'de birleştirdiği iki namaz müstesna, hiçbir namazı (mu'tâd) vak­tinin dışında kıldığını görmedim. Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirdi. Bir de sabah namazını (mu'tâd) vaktinden önce kıldı, demiştir [260].

159-.......Abdurrahmân ibn Yezîd şöyle demiştir: Arafat'tan Abdullah ibn Mes'ûd'un beraberinde Mekke'ye doğru yola çıktık. Sonra Müzdelife'ye geldik. Abdullah akşamla yatsrnamâzlanndan herbirini başlı başına birer ezan ve ikaametle kıldı. Ve bu iki namaz arasını akşam yemeği ile ayırdı. Bundan sonra îbn Mes'ûd şafak sök­tüğü sırada sabah namazını (çok erken) kıldı. Hattâ kimi insan fecr tulü' etti, kimi insan da fecr tulü' etmedi diyordu. Sonra Abdullah şöyle dedi:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
— "Akşam ile yatsıdan ibaret olan bu iki namaz, şu Müzdelife mevkiinde (alışılmış) vakitlerinden tahvil edilmiştir. İnsanlar, yatsı vaktine girmedikçe Müzdelife'ye gelmeye çalışmasınlar. Sabah nama­zını da -fecrin doğuşuna işaret ederek- şu saatte kılsınlar".
Bundan sonra îbn Mes'ûd tan yeri ağanncaya kadar Müzdeli-fe'de vakfe yaptı. Sonra:
—  Mü'minlerin Emîri (Usmân) bu saatte Müzdelife'den hare­ket etse, Peygamber'in sünnetine isabet etmiş (yânî ona uygun hare­ket etmiş) olur, dedi.
Râvî Abdurrahmân ibn Yezîd:
— îbn Mes'ûd bu sözü mü evveî söyledi, yâhud Usmân'ın Müz­delife'den Minâ'ya hareketi mi evvel vâki' oldu bilmiyorum. îbn Mes'­ûd, kurbân bayramının ilk günü Akabe cemresini taşlaymcaya kadar ^elbiyeye devam etti, demiştir [261].

101- Bab: Müzdelife'den Mina'ya Ne Zaman Hareket Edilir?


160-.......Ben Amr ibnu Meymûn'dan işittim, şöyle diyordu:
Ben Umer ibn Hattâb'a şâhid oldum. O, sabah namazını Müzdeli­fe'de kıldı. Sonra (Meş'arı Harâm'da) vakfe yaptı da şöyle dedi: Müş­rikler güneş doğmadıkça Müzdelife'den Minâ'ya hareket etmezlerdi. Ve o müşrikler: Ey Sebîr Dağı -güneşin ışıklarıyle- parla (da biz Minâ'­ya gidelim), derlerdi. Peygamber (S) müşriklere muhalefet etti de güneş doğmazdan evvel (alaca karanlıkta) Müzdelife'den Minâ'ya doğru ha­reket etti [262].

102- Nahr Günü Sabahı Akabe Cemresini Taşlayıncaya Kadar Telbiye Etmek ve Tekbir Getirmek İle Müzdelife'den Mina'ya Gidişte Bineğin Arka Tarafına Başka Bir Kimse Bindirmek Babı [263]


161-.......Abdullah ibn Abbâs (R): Peygamber (S) Müzdelife'­den Minâ'ya kadar Fadl ibn Abbâs'ı bineğinin arkasına bindirdi. Fadl, Peygamber'in Akabe cemresini taşlaymcaya kadar telbiyeye devam eylediğini haber verdi, demiştir [264].

162-.......Abdullah ibn Abbâs (şöyle demiştir): Zeyd oğlu Usâme, Arafat'tan Minâ'ya kadar Peygamber'in bineğinin arka tarafı­na binmişti. Sonra Müzdelife'den Minâ'ya gelinceye kadar da Peygamber, Abbâs'ın oğlu Fadl'ı arka tarafına bindirdi. Abdullah ibn Abbâs dedi ki: Fadl ile Usâme her ikisi de: Peygamber (S) Akabe, cemresini taşlayıncaya kadar telbiye okumaya devam etti, dediler [265].

103- Bab:


"... Kim hacca kadar umre ile fâidelenmek isterse kolayına gelen bir kurbân (keser). Fakat onu bulamazsa, hacc günlerinde (ihrâmlı olarak) üç; döndüğünüz vakit yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vâcib olur ki) bunlar tam on gündür. Bu, ailesi (ikaamet yeri) Mescidi Haram 'da bulunmayanlara âiddir. Allah Han korkun ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin Olandır" (el-Bakara: 196) [266]

163-.......Bize Şu'be haber verip şöyle dedi: Bize Ebû Cemre tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'a temettu'dan (hükmünden) sordum. İbn Abbâs bana temettü' yapmaklığımı emretti. Ben yine kendisine hedyden sordum. îbn Abbâs: Temettü' haccmda erkek-dişi deve, yâhud sığır, yâhud davar kurbân etmek, yâhud da deve ve sığır kurbânında ortak olmak vardır, dedi. Ebû Cemre dedi ki: Bâzı in­sanlar temettu'u hoş görmezlerdi. Ben uyudum ve ru'yâmda şöyle gör­düm: Bir insan» "Temettü', mebrûr bir haccdır ve kabul edilmiş bir umredir" diye nida ediyordu. Ben uyanınca İbn Abbâs'a geldim ve bu ru'yâmı kendisine söyledim. İbn Abbâs: Allâhu Ekber, (Umre ile temettü') Ebu'l-Kaasım(S)'in sünnetidir, dedi [267].
Buhârî dedi ki: Âdem, Vehb ibn Cerîr ve Gunder, Şu'be'den ge­len rivayetlerinde "Kabul edilmiş bir umredir ve mebrûr (yânî mak­bul) bir haccdır" demişlerdir [268].

104- Kurbanlık Develere Binmek Babı


Çünkü Allah şöyle buyurdu:
'Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah ın ılâmetlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayr vardır. O hâlde onlar ayakta durur(boğazlanır)larken üzerlerine Allah'ın ismini anın. Yanları üstü düştükleri vakit de ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyâcını gizleyen ve izlemeyip dilenen fakirlere yedirin. Onları şükredesiniz diye böylece size musahhar kıldık. Onların ne etleri, ne kanları hiçbir zaman Allah'a (yükselip) erişmez; fakat sizden O 'na yalnız takva ulaşır. Size olan hidâyetine karşı Allah'ı büyük tanımanız içindir ki O, bunları böylece size ram etmiştir. İyi hareket edenleri müjdele" (el-Hacc: 36-37) [269]                                                 
Mucâhid: Develer bedenli ve iri cüsseli oldukları için "Bedene" diye isimlendirildi, demiştir [270].           
Buhârî dedi ki:                               
Kaan isteyen, Mu'terr ise zenginden yâhud fakirden, develer etrafında dolaşan kimsedir [271].
Şaâirullah (ei-Hacc: ,32) kurbanlık hayvanları büyütmek ve onları güzel görmektir [272].
Atık (ei-Hacc: 29>, Allah'ın zâlimlerden  (onların saldırısından) âzâd ettiği (koruduğu) demektir.
Vecebet (ei-Hacc: 36), yere düştü ma'nâsınadır. Vecebet şemsu (= Güneş battı) bu ma'nâdandır [273].

164-.......Ebû Hureyre (R,şöyle demiştir): Rasûlullah (S) kur­banlık devesini sevk eden bir kimse gördü de ona:
— "Deveye bin!" buyurdu.
O zât:   
— Bu kurbanlıktır (nasıl binerim)? dedi.
Rasûlullah: ;    
— "Bu (kurbanlık) deveye bin!" buyurdu.
O zât yine:
— Bu kurbanlıktır, deyince, Rasûlullah üçüncü yâhud ikinci de­fasında:
— "Yazıklar olsun sana! Bin şu deveye!" buyurdu [274]

165-.......Bize Katâde, Enes'ten tahdîs etti (o, şöyle demiştir):
Peygamber (S) kurbanlık bir deve sevk eden bir insan gördü de ona:
_ "Bu deveye bin" buyurdu. O zât:
—  Bu deve kurbanlıktır, dedi. Rasûlullah:
—  "Bu deveye bin!" buyurdu. O zât yine:
—  Bu deve kurbanlıktır, dedi. Rasûlullah üçüncü kerre yine:
"Bu (kurbânI*k) deveye bin!" buyurdu [275].

105- Hill'den Harem'e Beraberinde Kurbanlık Hayvan Sevk Eden Kimse Babı


166-....Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Veda Haccı'naa umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' etti. Ve Zu'l-Huleyfe mevkiinden beraberinde kurbanlık sevk edip, bunları (Ka'-be'ye) hediye eyledi. Şöyle ki, Rasûlullah ihrama girerken umre ile telbiyeye başladı. Sonra hacc (niyeti) ile telbiye etti. İnsanlar da Pey-gamber'in maiyyetinde nihayet hacca kadar umre ile temettü' ettiler. İnsanlardan kurbanlık sevk ve hediye edenler de oldu, kurbanlık he­diye etmeyenler de oldu. Peygamber Mekke'ye gelince insanlara şöyle i'lân buyurdu: "Sizlerden kurbanlık hediye edenler (ihramlarını mu­hafaza etsinler). Öyle kimseye haccı edâ edinceye kadar ihrâmlıya iş­lemesi haram olan şeylerden hiçbirşey işlemesi halâl olmaz. Kurbanlık hediye etmeyenler ise Beyt'i tavaf, Safa ile Merve arasında sa'y et­sin, saçından biraz kısaltıp ihramından çıksın. Sonra (Arafat'a çıkı­lacağı sırada) hacc için ihrama girip telbiye etsin. Nihayet Minû'da kesecek kurbân bulamayan herferd (hacc niyetiyle ihrâmlandıktan sonra), hacc sırasında üç gün oruç tutsun. Yedi gün de ehline (mem­leketine) döndüğü zaman oruç tutsun (on günü doldursun)".
Peygamber Mekke'ye geldiği zaman ilk iş olarak Haceri Esved rüknünü isti'lâm edip tavafa koyuldu. Bu başlamanın ardından ilk üç dolaşmayı koşar gibi yaptı, dört dolaşmayı da yürüdü. Beyt etra­fında yedi dolaşmayı tamamladığı zaman Makaam'ın yanında iki rek'-at namaz kıldı. Sonra selâm verip namazdan çıktı. Bunun ardından Safâ'ya geldi. Safa ile Merve arasında yedi defa dolaştı. Sonra tâ (Ara­fat'ta vakfe yaparak) haccını bitirip, nahr günü kurbânını kesinceye kadar ihramdan dolayı haram olan şeylerden hiçbiri kendisine halâl olmadı. Nihayet Arafat'tan dönüp Beyt'i tavaf ettikten sonra, ihram sebebiyle kendisine haram olan herşey halâl oldu. İnsanlardan kur­banlık hayvan hediye ve sevk eden kimseler de Rasûlullah'ın yaptığı gibi yaptılar [276].
İbn Şihâb dedi ki: Urve'den gelen rivayette de Âişe Urve'ye Pey-gamber'in temettu'u hakkında: Peygamber umreyi hacca katmak su­retiyle temettü' etti, beraberinde insanlar da temettü' ettiler, diye Sâlim'in bana İbn Umer'den; onun da Rasûlullah'tan haber verdiği hadîs gibi haber vermiştir [277].

106- (Ka'be'ye Hediye Edeceği) Kurbanlık Hayvanı Yoldan Satın Alan Kimse Babı


167-.......Nâfi' şöyle demiştir: Abdullah ibn Umer'in oğlu Ab­dullah, babası Abdullah'a: Bu sene hacc etme de yerinde ikaamet et. Çünkü bu yıl fitneden emîn olmuyorum, Beyt'i ziyaretten men' olu­nacak, dedi. İbn Umer: O takdirde ben Rasûlullah'ın yaptığı gibi ya­parım. Allah: "Yemfn olsun, Allah Elçisi'nde sizin için pek güzel bir uyma örneği vardır" (ei-Ahzâb: 2i) buyurmuştur. Ben sizleri şâhid tu­tuyorum ki, bu sene umre yapmayı kendi nefsime vâcib kıldım, dedi ve umre niyetiyle ihrama girip telbiye etti. Abdullah ibn Umer'in oğ­lu Abdullah dedi ki: Sonra İbnu Umer yola çıktı. Nihayet Beyda mev­kiine vardığı zaman hacc ve umre niyetiyle ihrama girip telbiye etti ve: (Muhasara olunmak sebebiyle ihramdan çıkmanın cevazında) hacc ile umrenin şanı başka değil, ancak birdir, dedi. Sonra (Harem dı­şındaki) Kudeyd mevkiinden kurbanlık satın aldı. Sonra Mekke'ye geldi, hacc ve umre için Ka'be'yi bir tavaf ve (bir sa'y) yaptı. Hacc ve umrenin her ikisinden beraberce ihrâmden çıkıncaya kadar da ih­ramdan çıkmadı [278].

 

107- Zu'l-Huleyfe'de Kurbanlık Devesini Alametleyip Gerdenlık Taktıktan Sonra İhrama Giren Kimse Babı


Nâfi' de: İbn Umer Medine'de kurbanlık hediye ettiği zaman Zu'1-Huleyfe'de bu kurbanlık devesinin yüzü kıble yönünde ve çökmüş olduğu hâlde hörgücünün sağ yanını dürtüp kanatmak suretiyle alâmetler ve gerdanlık takardı, demiştir [279].

168-.......Bize Ma*mer (ibn Râşid), ez-Zuhrî'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den haber verdi ki, el-Misver ibn Mahrame ile Mervân ibnu'l-Hakem her ikisi de şöyle demişlerdir: Peygamber (S) Hudey-biye zamanında Medîne'den yüzer kişilik on küsur sahâbî kıt'ası içinde yola çıktı. Nihayet Zu'1-Huleyfe'de oldukları zaman Peygamber kur­banlık hedye gerdanlık taktı, nişanladı ve umre niyetiyle ihrama gir­di [280].

169-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben, Peygamberdin kurban­lık develerinin gerdanlıklarını kendi elimle büktüm. Sonra Peygam­ber o develere bu gerdanlıkları taktı, onları alâmetledi ve hepsini Harem'e hediye etti. Ve (bundan önce) kendisine halâl kılınmış olan hiçbirşey O'na haram olmadı [281].

108- Kurbanlık Develer ve.Sığırlar İçin Gerdanlıklar Rükülmesi Babı


170-.......BanaNâfi', îbnu Umer'den haber verdi ki, mü'minlerin anası Hafsa şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlullah! İnsanların hâli nedir? Onlar umre ile ihram­dan çıktılar, fakat sen ihramdan çıkmadın? dedim.
Rasûlullah (S):
—  "Ben başımın saçlarını toplayıp yapıştırdım ve kurbânıma ger­danlık taktım. Artık ben bütün hacc fiillerini bitirip ihramdan çıkın­caya kadar, ihramdan çıkamam" buyurdu [282].

171-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûluilah (S) Medine'den (Mekke'ye kurbanlık hayvan) hediye ederdi de ben O'nun kurbanlık hayvanlarının gerdanlıklarını bükerdim. Sonra Rasûlullah, ihrâmlının çekineceği şeyler nev'inden olan hiçbir şeyden çekinmezdi [283].

109- Kurbanlık Hayvanlara Kurbanlık İşareti Çizilmesi Babı


Ve Urve, Misver ibn Mahrame(R)*den: Peygamber (S) kurbanlık hayvanlara gerdanlık taktı, kurbanlık alâmeti çizdi ve umre niyetiyle ihrama girdi, diye rivayet etmiştir [284].

172-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben, Peygamber'in kurban­lık hayvanlarının gerdanlıklarını büktüm. Sonra Peygamber o hay­vanlara kurbanlık alâmeti çizdi ve gerdanlıklar taktı. Yâhud da hayvanlara ben gerdanlık taktım. Sonra Peygamber bu hayvanları Ka'be*ye gönderdi. Kendisi de Medine'de bir müddet daha ikaamet etti. Bu ikaamet sırasında kendisine halâl olmuş bulunan hiçbirşey O'na haram olmadı [285].

110- Kurbanlık Hayvanlara Bizzat Kendi Eliyle Gerdanlıklar Takan Kimse Babı


173-.......Abdurrahmân kızı Amre şöyle haber vermiştir: Ebû Sufyân'ın oğlu Ziyâd [286], Âişe'ye bir mektûb yazdı da bu mektubun­da: Abdullah ibn Abbâs: Kim Mekke'ye kurbân gönderip Ka'be'ye hediye ederse, kurbânı kesilinceye kadar hacılara ihrâmh iken haram olan şeyler, o kimseye de haram olur, dedi. (Senin re'yin nedir?) di­ye sormuştu.
Âişe cevaben şöyle dedi: Bu mes'ele İbnu Abbâs'ın dediği gibi değildir. (Hicretin dokuzuncu yılında) Rasûlullah'ın kurbânlarının gerdânlık iplerini iki elimle ben büktüm. Sonra Rasûlullah o kurbanlık hayvanlara bu gerdanlıkları kendi elleriyle taktı. Sonra da bu kur­banlık' hayvanları babam Ebû Bekr es-Sıddîk ile Mekke'ye gönderdi. İhrâmh hacıya haram olan şeylerden hiçbirşey Rasûlullah'a haram olmadı. Bu kurbânlar (Mekke'de) kesilinceye kadar Allah O'na bu şeyleri halâl kıldı [287].

111- Koyunlara Gerdanlık Takılması Babı


174-.......Âişe (R): Peygamber (S) bir defa -Mekke'ye- kurbanlık koyun hediye etti, demiştir [288].

175-.......Bize İbrahim, el-Esved'den tahdîs etti ki, Âişe (R):
Ben Peygamber (S) için gerdanlıklar bükerdim de, O bu gerdanlıkla­rı koyunlara takar ve kendisi ailesi içinden halâl olarak ikaamet ederdi, demiştir.

176-.......Bize Mansûr ibnu'l-Mu'temir tahdîs edip şöyle dedi:
 H ve yine biz Muhammed ibnu Kesîr tahdîs etti. Bize Sufyân (es-Sevrî), Mansûr'dan; o da İbrahim'den; o da el-Esved'den haber ver­di ki, Âişe (R): Ben Peygamber için koyunların gerdanlıklarını bü­kerdim de, Peygamber bu koyunları (Mekke'ye) gönderir, sonra da halâl olarak (Medine'de) ikaamet eder kalırdı, demiştir.

177-.......Bize Zekeriyyâ, Âmir eş-Şa'bfden; o da Mesrûk'tan
tahdîs etti kî, Âişe (R): Ben, Peygamber'in kurbânı için ipleri büker­dim, demiş ve bununla Peygamber ihrama girmeden evvel gerdan­lıklar,, bükerdim demek istemiştir [289].

112- Renk Renk Boyanmış Yünlerden Gerdenlıklar Babı


178-.......Bize İbnu Avn, el-Kaasım ibn Muhammed'den tah­dîs etti ki, mü'minlerin anası Âişe (R): Ben kurbanlık hayvanların gerdanlıklarını yanımda bulunan renkli bir yünden büktüm, demiş­tir [290].

113- Kurbanlık Hayvana Na'l Gerdanlığı Bağlamka Babı


179-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Allah'ın Peygambe­ri (S) bir kurbanlık deve sevkeden bir adam gördü. Ona:
—  "Bu deveye bin!" buyurdu.
O zât:
—  Bu deve kurbanlık bir devedir, dedi.
-    Peygamber:
—  "Bu deveye bin!" buyurdu.
Ebû Hureyre: Yemîn olsun ben o kimseyi deveye binmiş de Pey-gamber'le yürüyüş yarışı yapmaya çalışırken görmüşümdür. Deve­nin boynunda na'l vardı, dedi [291].
Bu hadîsi rivayet etmekte ona Muhammed ibnu Beşşâr mutâbaat etmiştir [292].

180- Bize Usmân ibnu Umer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Alî ibnu'l-Mubârek, Yahya ibn Ebî Kesîr'den; o da İkrime'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber(S)'den olmak üzere bu hadîsi haber verdi [293].

 

114- Develer İçin Hazırlanmış Olan Çullar Babı


îbn Umer (R), deve üzerine konmuş olan çulları ancak hörgüç yerinden yarar idi. Deveyi kestiği zaman, kanın o çulları bozmasından korktuğu için çulunu çıkarırdı da sonra onu sadaka yapardı [294].

181.......Alı ifan Ebî Tâlib şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ba­na, kestiğim kurbân develerinin çullarını ve derilerini sadaka yapmamı emretti [295].

115- Ka'be'ye Hediyelik Kurbanını Yoldan Satın Alıp da Gerdanlık Takan Kimse Babı [296]


182-..... Bize Mûsâ ibnu Ukbe tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle de­miştir: İbnu Umer (R), İbnu'z-Zubeyr'in emirliği zamanında Harû-rîler'in hacc ettiği (64. hicret) yılı hacc etmek istedi. (Oğlu tarafından) kendisine:
— İnsanlar arasında harb olmaktadır. Biz onların sana Ka'be(ye gitmek)den mâni' olmalarından korkuyoruz, denildi,
İbn Umer:
—  "And olsun muhakkak ki Allah ElçisVnde sizin için çok gü­zel bir uyma örneği vardır" (d-Ahzâb: 2i). O takdirde ben de Rasûlul-lah'ın  (Hudeybiye senesi)  yaptığı gibi  yaparım.  Ben sizi  şâhid
-tutuyorum, ben kendime umre yapmayı vâcib kıldım, dedi.
Nihayet Zu'1-Huleyfe'nin önündeki Beydâ'nın yüksek yerinde olduğu zaman:
— (Mâni' olunmak sebebiyle ihramdan çıkmanın cevazında) hacc ile umrenin sânı başka başka değil, ancak birdir. Ben sizleri şâhid tutuyorum:. Ben bir umrenin beraberinde haccı birleştirdim, dedi.
Ve satın aldığı kurbanlığı gerdanlıklanmiş olarak Ka'be'ye he­diye olmak üzere şevketti. Nihayet Mekke'ye geldiği zaman Ka'be'yi tavaf, Safa üe Merve'yi de sa'y etti. Bunun üzerine birşey artırmadı. İhram sebebiyle haram olmuş şeylerden hiçbiri de tâ nahr gününe ka­dar halâl olmadı (yânî ihramdan çıkmadı). Nahr günü tıraş olup kur­bânını kesti. Ve o gün. (Arafat'ta .vakfeden sonra) yaptığv ilk ifâda tavâfıyla hacc ve umre tavafını yerine getirmiş olduğu re'yinde bu­lundu. Sonra:
— Peygamber (S) de böyle yaptı, dedi [297].

116- Erkeğin, Kadınların Emri Olmaksızın, Kendi Kadınları Adına Sığır Kesmesi Babı


183-.......Abdurrahmân'm kızı Amre şöyle demiştir: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle diyordu: Biz Rasûlullah'ın beraberinde zu'l-kia'de ayının çıkmasına beş gün kala (Medine'den Veda Haccı için) yoia çıktık.Biz (bu aylarda umre değil) yalnız hacc edilir zannediyor­duk. Nihayet Mekke'ye yaklaştığımızda Rasûlullah (S), beraberinde kurbânı bulunmayan kimselere Ka'be'yi tavaf ve Safa ile Merve ara­sında sa'y ettiği zaman ihramdan çıkmalarını emr eyledi. Âişe dedi ki: Kurbân bayramının ilk günü (Minâ'da elinde) sığır eti ile yanımı­za girildi. Ben:
—  Bu nedir? diye sordum.                                                  
Eti getiren kimse:                                                                
—  Rasûlullah (S) zevceleri adına kurbân kesti, dedi.
Yahya ibn Saîd el-Ensârî dedi ki: Ben bu hadîsi el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr'e zikrettim. O: Amre bu hadîsi sana (hiç-birşey kısaltmadan ve te'vîl ile değiştirmeden) tam bir sevk edişle sev-ketmiştir, dedi [298].

117- Mina'da, Peygamberdin Kurban Kestiği Yerde Kesmek Babı


184-.......Bize Ubeydullah ibn Umer, Nâfi'den tahdîs etti ki, o, Abdullah ibn Umer (R) kurbânını, kurbân kesilecek yerde keser­di, demiştir. Ubeydullah: Rasûlullah'ın kurbân kestiği yerde, demiştir [299]

185-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle demiş­tir: İbnu Umer (R), kurbânını Müzdelife'den gecenin sonunda, içle­rinde hürr ve köle kişiler bulunan hacılar topluluğunun beraberinde (Minâ'ya) gönderir, nihayet kurbân, Peygamberdin kurbân kestiği yere girdirilirdi [300].

118- Kurbanını Bizzat Kendi Eliyle Kesen Kimse Babı


186-.......Bize Vuheyb, Eyyûb'dan; o daEbûKılâbe'den; o da Enes'ten tahdîs edip (ve inşâallah biraz sonra tamâmı gelecek olan) bu hadîsi kısaltılmış olarak zikretti. Enes (R): Peygamber (S) yedi tane deveyi ayakta oldukları hâlde kendi eliyle nahr etti. Medine'de de iki tane alacalı ve boynuzlu koçu yine kendi eliyle kesti, demiştir [301].

119- Develerin Bağlanmış Olarak Kesilmesi Babı


187-.......Ziyâd ibnu Cubeyr şöyle demiştir: Ben (Minâ'da) tbn Umer'i gördüm. O, kurbanlık devesini cöktürmüş de kesmekte olan bir kimsenin yanına geldi ve o kimseye: Deveyi ayağa kaldır da ayakta ve ayağı bağlanmış olarak kes. Devenin bu suretle kesilmesi Muham-med'in sünnetidir, dedi [302].
Ve Şu'betu'bnu'l-Haccâc: Yûnus, bana Ziyâd haber verdi dedi, demiştir [303].

120- Develerin Ayakta Oldukları Halde Kesilmesi Babı


Ve İbn Umer:
Muhammed'in sünneti olarak (böyle kesilir), demiştir [304].
İbn Abbâs da:
"Savâffe" (ei-Hacc: 36), ayakta oldukları hâlde ma'nâsınadır demiştir [305].

188-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Veda Haccına çıkmadan evvel- öğle namazını Medine'de dört rek'at kıldı. İkin­diyi de Zu'1-Huleyfe'de (kısaltarak) iki rek'at kıldı. Ve geceyi orada geçirdi. Sabah olunca binek devesine bindi de tehlîl ve tesbîh etme­ğe başladı. Müzdelife'deki Beydâ üzerine yükselince hacc ile umreyi beraberce telbiye etti. Mekke'ye girdiği zaman (beraberinde kurbân­ları bulunmayan sahâbîlerine) ihramdan çıkmalarım emretti. Bu hacc-da Peygamber (S) kendi eliyle ayakta oldukları hâlde yedi tane deve kesti. Medine'de de (bir kurbân bayramında) alacalı boynuzlu iki koç kurbân etti [306].

189-......Bize İsmâîl, Eyyûb'dan; o da Ebû Kılâbe'den tahdîs etti'ki, Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S) Medîne'de öğle namazını dört rek'at kıldı, ikindiyi de Zu'1-Huleyfe'de iki rek'at kıldı, demiş­tir [307].
Ve yine Eyyûb'dan; o da bir'adamdan; o da Enes'ten gelen riva­yette: Sonra sabaha girinceye kadar orada geceledi. Sabah namazını kıldı. Sonra da binek devesine bindi. Devesi O'nu Beydâ'ya dümdüz yükselttiği zaman umre ile hacca niyet edip telbiye etti, demiştir [308].

121- Bab: Kesiciye Kurbandan Hiçbirşey Verilmez


190......Bize Sufyân (es-Sevrî) haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Ebî Necîh, Mucâhid ibn Cebr'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ'dan haber verdi ki, Alî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) beni gönderdi de ben kurbanlık develerinin yanında bulunup onlarla ilgili işleri yerine getirdim. Peygamber bana emretti, ben de kurbânların etlerini taksîm-ettim. Sonra bana emretti, ben kurbân develerinin çul­larım ve derilerini de taksim ettim.
Sufyân es-Sevrî dedi ki: H ve bana Abdulkerîm, Mucâhid'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ'dan tahdîs etti ki, Alî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bana kurbân develerine, üzerinde gözetleyici olmamı ve bunların kesilme ücretleri hususunda kurbândan (ücret olarak) hiçbir parça vermemekliğimi emreyledi [309].

122- Bab: Kurban Derileri Sadaka Edilir


191-.......İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana el-Hasen ibnu Müs­lim ile Abdulkerîm el-Cezeri haber verdiler ki, onlara da Mucâhid haber vermiştir. Ona da Abdurrahmân ibn Ebî Leylâ haber vermiş­tir. Ona da Alî (R) haber verdi ki, Peygamber (S) ona, kendi kur­banlık develerine âid işleri görmesini," kurbân develerinin hepsini, etlerini, derilerini, çullarını taksim etmesini ve kesilme ücretleri hu­susunda kesiciye kurbândan hiçbirşey vermemesini emretmiştir [310].

123- Bab: Kurban Develerinin Çulları Sadaka Edilir


192-.......Bize Seyf ibnu Ebî Süleyman tahdîs edip şöyie dedi:
Ben Mucâhid'den işittim, şöyle diyordu: Bana İbnu Ebî Leylâ tahdîs etti. Ona da Alî (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber (S) -Veda Haccı'nda- yüz deve kurbânı hediye etti. Bana onların etlerini tak-sîm etmemi emretti, ben de etleri taksim ettim. Sonra çullarını tak-sîm etmemi emretti. Ben onların çullarını da taksîm ettim. Sonra kurbânların derileriyle ilgili emri de verdi, ben derilerini de taksîm ettim [311].

124- Bab:


Hatırla o zamanı ki, biz Beyfin yerini İbrahim'e, bana hiçbir şeyi eş tutma, Beyt'imi tavaf edenler, kıyam
edenler, rükû' ve sucûd edenler için iyice temizle diye \ı_ merci9 yapmıştık. İnsanlar içinde haca Vlân et. | Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek arık develerin üstünde binici olarak sana gelsinler. Tâ ki kendilerine âid menfâatlere şâhid ve hâzır olsunlar. Allah'ın rızk olarak kendilerine verdiği dört ayaklı (kurbanlık) hayvanlar üzerine ma'lûm olan günlerde Allah'ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun. Sonra kirlerini gidersinler. Adaklarını yerine getirsinler ve o Beyti Atîk'ı tavaf etsinler. İşte emr budur. Kim Allah'ın hürmet edilmesini emrettiği şeyleri ta'zîmde bulunursa, bu, Rabb'i indinde kendisi için sırf hayrdır..." (ei-Hacc: 26-30) [312]

125- Kurban Etinden Sahibinin Yiyeceği ve Sadaka Yapacağı Mikdar Babı


Ve Ubeydullah; Bana Nâfî\ İbn Umer'in "İhrâmhya avlanmasının cezası olarak kestiği kurbân ile adak kurbânından yedirilmez. Bunların dışındakilerden yedirilir" dediğini haber verdi, demiştir [313].     
Ve Atâ ibn Ebî Rebâh: Temettü* haccı yapana kesmesi vâcib olan kurbândan sahibi yer ve başkalarına yedirir, demiştir [314].

193-....... İbn Cureyc şöyle demiştir: Bize Atâ tahdîs etti. O, Câbir ibn Abdillah(R)'tan şöyle derken işitmiştir: Biz Minâ'da kal­dığımız üç günden fazla bir zamanda, kurbân develerimizin etinden yemezdik. (Üç günden arta kalan eti sadaka yapardık.) Sonra Pey­gamber (S) bize ruhsat verdi de: "Kurbân etlerinizi yiyiniz ve (kavu­rup) azık yapınız" buyurdu. Bu müsâade üzerine biz de yedik ve azık edindik. İbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya: Câbir, Medine'ye gelince­ye kadar dedi mi? diye sordum. Atâ: Hayır (Câbir Medine'ye gelin­ceye kadar demedi), dedi [315].

194-......Bana Abdurrahmân kızı Amre tahdîs edip şöyle de­di: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle diyordu: Biz, Rasûlullah'ın bera­berinde -Veda Haccı'na- zu'I-ka'deden beş gün kala (Medine'den) çıktık. Biz (bu aylarda umre değil) yalnız hacc edilir zannediyorduk. Nihayet Mekke'ye yaklaştığımız zaman Rasûlullah beraberinde kurbanı bulunmayanlara emretti. Onlar Beyt'i tavaf, (Safa ile Merve ara­sını sa'y) ettiklerinde, bundan sonra ihramdan çıkarlardı. Âişe dedi ki: Kurbân bayramının bifinci günü bir sığır eti ile yanımıza girildi.
Ben:
— Bu et nedir? diye sordum.
Eti getiren kimse tarafından:
—  Peygamber (S) kendi kadınları adına kurbân kesti, denildi. Yahya ibn Saîd dedi ki: Ben bu hadîsi el-Kaasım(ibn Muham-
med ibn Ebî Bekr)'a zikrettim de el-Kaasım:
— Amre sana bu hadîsi olduğu gibi tastamam getirmiştir, dedi [316].

126- Kurbanı Tıraştan Önce Kesme(nin Hükmü) Babı


195-.......Bize Mansûr ibn Zâzân, Atâ'dan haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e, kurbânı kesmeden önce saçını tıraş eden ve bunun benzeri (meselâ taş atmadan önce ifâda tavafı gibi) bir iş yapan kimsenin hükmü soruldu. Peygamber: "Darlık yok, darlık yok" buyurdu [317].

196-.......Bize Ebû Bekr ibnu Ayyaş, Abdulazîz ibn Rufey'den; o da Atâ'dan haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber'e:
— Ben cemreye taş atmadan önce Ka'be'ye farz olan ziyaret ta­vafını yaptım, dedi.
Peygamber:
—  "Hiçbir darlık yok" buyurdu.                          
Aynı şahıs veya diğer biri:
Ben kurbânımı kesmeden önce başımı tıraş ettim, dedi. peygamber:
"Darlık yok" buyurdu.
Ben cemreye taş atmadan kurbânımı kestim, dedi. "Darlık (ve günâh) yok" buyurdu [318].
Ve Abdurrahîm ibn Süleyman er-Râzî dedi ki îbnu Hüseyni şöyle dedi: Bana Atâ, îbn Abbâs'tan; o da Peygamber'den haber verdi. Ve el-Kaasım ibnu Yahya (öl. 197) şöyle dedi: Bana İbnu Huseym, Atâ'dan; o da İbn Abbâs'tan; o da Peyamber'den tahdîs etti, dedi.
Ve Affân (ibn Müslim es-Saffâr): Ben Vuheyb'in şöyle dediğini
zannediyorum:Bize Abdullah ibnu Huseym (^M^l^Saîd ibn Cu-beyr'den; o da İbn Abbâs'tan; o da Peygamber'den.
Ve Hammâd (ibn Seleme), Kays ibn Sa'd ile Abbâd ibn Man-sûr'dan; onlar da Atâ'dan; o da Câbir ibn Abdillah'tan; o da Pey-gamber(S)'den olmak üzere bu hadîsi söyledi [319].

197-.......Bize Hâlid el-Hazzâ, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e birisi tarafından soruldu. O soran zât:
— Ben güneşin ortadan meyli ile batması arasındaki zamana gi­rişimin ardından cemreye taş attım, dedi.
Peygamber:
—  "Darlık yoktur" buyurdu. (O zât veya başkası:)
—  Ben kurbânımı kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Peygamber:
—  "Darlık yoktur" buyurdu [320].

198-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Ben (Yemen'den dön­düm de) Rasûlullah Bathâ'da iken O'nun yanma geldim. Rasûlullah bana:
— "Hacca niyet ettin mi?" dedi.
Ben:
—  Evet, niyet ettim, dedim.
Rasûlullah:
—  "Hangi nevi' hacca niyet edip ihrama girdin?" dedi.
Ben:
—  Peygamber'in ihrama girişi gibi bir ihrama girişle Lebbeyk
dedim, diye cevâbladım.
Rasûlullah:                                     
—  "Güzel yaptın. Şimdi git Bey t'i tavaf et, Safa ile Merve ara­sım sa'y eyle" buyurdu.
Ben bunları yaptıktan sonra Kays oğulları kadınlarından bir ka­dına geldim. Kadın başımın saçını tarayıp ayıkladı (yânı beraberim­de kurbân olmadığı için umre yapıp ihramdan çıktım). Sonra hacc niyetiyle ihrama girip telbiye ettim. Artık sonraları ben, tâ Umer'in halifeliğine kadar insanlara bununla, yânî hacca kadar umre ile temettü' yapmakla fetva veriyordum. Nihayet Umer halîfe olunca bunu kendisine zikrettim. Umer:
— Allah'ın Kitabı1 m alırsak, o bize (başlanmış olan umre ile hac-cı), tamamlamayı emrediyor (ei-Bakara: 196). Allah Elçisi'nin sünnetini alırsak, şübhesiz Allah Elçisi kurbân, kesileceği yere ulaşıp kesilince-ye kadar, ihramdan çıkmamıştır, dedi [321].

127- İhrama Girme Sırasında Başının Saçlarını Yapışkan Bir Şeyle Toplayıp Keçeleştiren ve İhramdan Çıkışta da Saçlarını Kestiren Kimse Babı


199-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer'den haber ver­di ki, Hafsa (R):
— Yâ Rasûlallah! İnsanların hâli nedir ki, onlar umre ile ihram­dan çıktılar da sen umrenden dolayı ihramdan çıkmadın? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Ben başımın saçlarını toplayıp keçeleştirdim, kurbânıma da Ka'be nâmına gerdanlık taktım. Artık ben kurbânımı kesmedikçe ih­ramdan çıkamam" buyurmuştur [322].

128- İhramdan Çıkış Sırasında Saçları Kestirmek ve (Kestirmeyip) Kısaltmak Babı


200......Nâfi' şöyle dedi: ibn Umer (R): Rasûlullah (S), hacçında başının saçlarım kestirdi, der ıdı [323].

201-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer'den haber verdi ki, o şöyle, demiştir:
Rasûlullah (S):
— "Yâ Allah! Başlarını tıraş edenlere rahmet eyle!" diye duâ etti.
Ben:
—  Evet, niyet ettim, dedim. Rasûluüah:
—  "Hangi nevi' hacca niyet edip ihrama girdin?" dedi.
Ben:
—  Peygamber'in ihrama girişi gibi bir ihrama girişle Lebbeyk
dedim, diye cevâbladım.
Rasûlullah:                                      
—  "Güzel yaptın. Şimdi git Beyt'i tavaf et, Safâ ile Merve ara­sını sa'y eyle" buyurdu.
Ben bunları yaptıktan sonra Kays oğulları kadınlarından bir ka­dına geldim. Kadın başımın-saçını tarayıp ayıkladı (yânî beraberim­de kurbân olmadığı için umre yapıp ihramdan çıktım). Sonra hacc niyetiyle ihrama girip telbiye ettim. Artık sonraları ben, tâ Umer'in halifeliğine kadar insanlara bununla, yânî hacca kadar umre ile temettü' yapmakla fetva veriyordum. Nihayet Umer halîfe olunca bunu kendisine zikrettim. Umer:
— Allah'ın Kitâbı'm alırsak, o bize (başlanmış olan umre ile hac-cı), tamamlamayı emrediyor (ei-Bakara: 196). Allah Elçisi'nin sünnetini alırsak, şübhesiz Allah Elçisi kurbân, kesileceği yere ulaşıp kesilince-ye kadar, ihramdan çıkmamıştır, dedi321.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Saçlarını kısaltanlara da (rahmet et deyiver), dediler.
Rasûlullah yine:
—  "Yâ Allah! Saçlarını kestirenlere merhamet eyle!"diye duâ etti.
Sahâbîler de tekrar:
—  Yâ Rasûlallah! Saçlarını kısaltanlara da rahmet buyursan! de­diler.
Rasûlullah bu defa:
— "Saçlarını kısaltanlara da merhamet eyle" diye duâ etti [324].
el-Leys dedi ki: Bana Nâfi' şöyle tahdîs etti: Rasûlullah bir yâhud iki kerre "Allah saçlarını kestirenlere merhamet eylesin!" diye duâ etmiştir.
Ve Ubeydullah da şöyle dedi: Nâfi' bana tahdîs edip: Rasûlul­lah dördüncü defa da 'Saçlarını kısaltanlara da merhamet eyle" de­miştir, dedi [325].

202-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Yâ Allah! Saçlarını tıraş edenlere mağfiret eyle!" diye duâ etti.
Sahâbîler:
—  Saçlarını kısaltanlara da (diye ilâve ediver), dediler.
Rasûlullah:
—  "Yâ Allah! Saçlarını tıraş edenlere mağfiret eyle!" diye duâ etti.
Sahâbîler:
—  Saçlarını kısaltanlara da! dediler.
Rasûlullah bu duayı üç kerre söyledi de (dördüncüsünde):
—  "... Saçlarını kısaltanlara da mağfiret eyle!" dedi [326].

203-.......Bize Cuveyriye ibmı Esma, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah (ibn Umer): Peygamber (S) ve sahâbîlerinden bir taife tı­raş olup saçlarını kestirdiler. Sahâbîlerin bâzısı da saçlarını sâdece kı­salttılar, demiştir [327].

204-.......Bize Ebû Âsim, İbnu Cureyc'den; o da el-Hasen ibn Müslim'den; o da Tâvûs'-tan; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti ki, Mu-âviye (R): Ben Rasûlullah'ın başındaki saçından bir parçasını mışkas (denilen enli ok veya bıçak) ile kesip kısalttım, demiştir [328].

 

129- Temettü' Haccı Yapan Kimsenin Umre'yi Yapmasının Ardından (İhram'dan Çıkışında) Saçlarını Kısaltması Babı


205-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti. Bana Kureyb haber verdi ki, tbn Abbâs (R) Peygamber (S) Mekke'ye geldiği zaman (be­raberlerinde kurbanlık sevketmemiş bulunan) sahâbîlerine Beyt'i ta­vaf ve Safa ile Merve arasında sa'y etmelerini, sonra da ihramdan çıkmalarım, saçlarım kestirmelerini yâhud da kısaltmalarını emretti, demiştir [329].

130- Kurban Bayramının Birinci Günü Ka'be'ye (Farz Olan) Ziyaret Tavafını Yapmak Babı


Ve Ebu'z-Zubeyr Muhammed ibn Müslim, Âişe'den ve İbn Abbâs'tan: Peygamber (S) ziyaret tavafını geceye
kadar geri bırakırdı, diye nakletmiştir [330].
Ve Ebû'l-Hassân Müslim ibn Abdillah'tan; o da îbn Abbâs'tan olmak üzere, Peygamber (S) - birinci günden sonraki- Minâ günlerinde Beyt'i ziyaret eder idi, diye zikrohınuyor [331].
Ve bize Fadl ibn Dukeyn söyledi: Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R) ifâda için bir tavaf yapar, sonra Mekke'de gündüz uykusuna yatar, sonra (nahr gününü kasdediyor) Minâ'ya gelirdi [332]. Ebû Nuaym dedi ki: Bu hadîsi Abdurrazzâk, bize Ubeydullah el-Umerî haber verdi deyip, bu senedle Rasûlullah'a yükseltti [333].

206-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Biz Veda senesi Peygamber'in beraberinde hacc yaptık. Kurbân bayramının birinci günü ifâda tavafını yaptık. Bu tavafın ardından Safiyye bintu Huyey hayz oldu. Peygamber (S) Safiyye'den herhangi bir erkeğin kendi kadınından is­teyeceği şeyi istedi. Âişe dedi ki: Ben: Yâ Rasûlallah, Safiyye hayızlı-dır, dedim. Peygamber: "(İfâda tavafım yapıncaya kadar) o bizi seferimizden habsedicidir" dedi. Yanında bulunanlar:
— Yâ Rasûlallah! Safiyye bayramın birinci günü ifâda tavafını yaptı, dediler.
Bu haber üzerine Peygamber:
—  "Öyleyse haydi yola çıkın!" buyurdu [334].
el-Kaasım ibn Muhammed'den; Urve'den; el-Esved'den; onlar da Âişe'den: Safiyye bayramın birinci günü ifâda tavafını yaptı, di­ye zikrolunmaktadır [335].

131- Bab: Hacı, Akabe Cemresini Akşama Girdikten Sonra (Yani Öğleden Sonra veya Geceleyin) Taşladığı, Yahud Unutarak veya Bilmeyerek Kurban Kesmeden Önce Tıraş Olduğu Zaman (Üzerine Darlık Yoktur)


207-.......Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvûs ibn Keysân'dan; "o da îbn Abbâs'tan tahdîs etti ki, Peygamber(S)'e Veda Haccı'nda Minâ'da kurbân kesmek, tıraş olmak, cemre taşlamak, (bunlardan herhangi birini) öne geçirmek ve geriye bırakmak lıakkında söylen­diğinde, Peygamber: "Darlık yok" buyurmuştur  [336].

208-.......Bize Hâlid el-Hazzâ', İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Veda Haccı'nda Minâ'da, bayramın birin­ci gününde Peygamber'e suâller soruluyordu da, Peygamber de "Dar­lık yok" buyuruyordu. Bir adam Peygamber'e:
—  Ben kurbân kesmeden önce tıraş oldum, diye sordu. Peygamber:
—  "Kurbânını kes, günâhı yok" buyurdu. Ve yine:
— Ben akşama girişimin ardından (yânî öğleden sonra veya gece­leyin) cemre taşladım, dedi.
Peygamber:
—  "Günâh yok" buyurdu [337].

132- Cemre Yanında Binek Üzerinde Fetva Vermek Babı


209-.......Abdullah ibn Amr'dan (o, şöyle demiştir): Rasülullah (S), Veda Haccı'nda (Minâ'da) durdu. İnsanlar kendisinden sor­maya başladılar. Bir adam:
— Ben bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Rasûlullah:
—  "Kurbânını kes, günâhı yok" buyurdu. Diğer biri geldi ve:
— Ben bilemedim de cemreyi taşlamadan önce kurbânımı kes­tim, dedi.
Rasûlullah ona da:
—  "Cemreyi taşla, darlık yok" buyurdu.
Rasülullah'a (o gün taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak, ta­vaf etmek gibi birinci günün işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış hiçbirşey sorulmadı ki, cevâbında "Yap, darlık (günâh) yok" buyurmasın [338].

210-.......Abdullah ibn Amr ibni'1-Âsî (R) şöyle tahdîs etmiş­tir: Kendisi, Peygamber (S) nahr günü (bineği üzerinde) hutbe yapar­ken yanında hazır bulunmuştur. Hutbe akabinde birisi Peygamber'e doğru kalktı da:
—  Ben şu iş, şundan evvel yapılacak sanıyordum, dedi. Sonra bir diğer kimse ayağa kalktı ve:
—  Ben şu iş, bu işten öncedir sanıyordum. Kurbân kesmeden önce tıraş oldum; cemre taşlamadan evvel kurbân kestim, dedi. Ve bunun gibi şeyler söyledi.
Peygamber (S):
—  "Bunları yap, bu fiillerin hepsi için hiçbir darlık yoktur"bu­yurdu.
O gün Peygamber'e hiçbir şeyden sorulmadı ki, cevâbında "Yap, darlık yoktur" buyurmasın [339].

211....... İbn Şihab şöyle demiştir: Bana İsa ibnyu Talha ibn Ubeydillah tahdîs etti. O, Abdullah ibn Amr ibn Âs'tan işitmiştir. Abdullah (R), Rasûlullah (S) dişi devesi üzerinde durdu, deyip geçen hadîsi olduğu gibi zikretmiştir [340].
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Ma'mer ibn Râşid, Sa­lih ibn Keysân'a mutâbaat etmiştir [341].

133- Mina Günlerinde Hutbe Babı [342]


212-.......Bize İkrime, İbn Abbâs'tan tahdîs etti (o, şöyle de­miştir): Rasûlullah (S) nahr günü (Minâ'da) insanlara hitabe yaptı da bu hitabede:
—  "Ey insanlar! Bu gün hangi gündür?" diye sordu. İnsanlar:
—  (İçinde kıtal) haram olan gündür, dediler. Rasûlullah:
—  "Bu hangi beldedir?" diye sordu.                               
İnsanlar:                                                                         
—  (İçinde kıtal) haram olan beldedir, dediler.                  
Rasûlullah:
—  "Bu ay hangi aydır?" diye sordu.                            
İnsanlar:
—  Haram aydır, dediler.                                               
Rasûlullah:
—  "Şübhesiz kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bu günün harâmlığı kadar biribirinize haramdır" buyurdu ve bu sözleri birkaç defa tekrar etti. Sonra başını yukarı kaldırdı da:
—  "Yâ Allah, tebliğ ettim mi? Yâ Allah, tebliğ ettim mi?"dedi. İbn Abbâs bu hadîsi böyle naklettikten sonra:
— Nefsim yedinde olan Allah'a yemm ederim ki, bu sözler mu­hakkak Rasûlullah'm ümmetine vasiyetidir. Binâenaleyh burada hâ­zır bulunan kimse hâzır bulunmayana (ve müstakbel nesillere) bunu tebliğ etsin: "Benden sonra biribirinizin boyunlarına vuracak kâfir­lere dönmeyiniz" dedi [343].

213-.......Bana Amr (ibn Dînâr) haber verip şöyle dedi: Ben Câbir ibn Zeyd'den işittim, şöyle dedi: Ben îbn Abbâs'tan işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber (S)'den işittim, Arafat'ta hutbe yapıyor­du [344].
Bu hadîsi Amr ibn Dînâr'dan rivayet etmekte Sufyân ibn Uyey-ne, Şu'betu'bnu Haccâc'a mutâbaat etti [345].

214-.......Muhammed ibn Şîrîn şöyle demiştir: Bana Ebû Bekre'nin oğlu Abdurrahmân, babası Ebû Bekre'den haber verdi. Ve bir de benim nefsimde bu Abdurrahmân'dan daha faziletli olan bir kimse, Humeyd ibnu Abdirrahmân bana yine Ebû Bekre'den haber verdi. Ebû Bekre (Nufey' ibnu'l-Hâris ibn Kelede -R-)'şöyle demiştir:
Peygamber (S) nahr günü bizlere hitâb edip:
—  "Bu gün hangi gündür, biliyor musunuz?" buyurdu. Biz:
—  Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedik.
O, sükût etti. O derecede ki, biz Peygamber onu başka bir isim­le isimlendirecek sandık. Rasûlullah:
— "Natır günü (yâni kurbân kesme günü) değil mi?'* buyurdu. Bizler:
—  Evet, kurbân kesme günüdür, dedik.
Sonra:
—  "Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Biz:
—  Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik.
O yine sükût etti. O derecede ki biz ona isminden başka bir isim takacak sandık. Rasûİullah:                                         
—  "Zu'l-hicce ayı değil mi?" buyurdu.                 
Biz'                                                                              
—  Evet, zu'l-hicce ayıdır, dedik.                           
—  "Bu hangi beldedir?" diye sordu.                    
Biz yine:                                                                     
—  Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik.                              
 Rasûlullah sustu; o derecede ki, biz ona isminden başka bir isfan verecek sandık.
—  "Haram olan Belde değil mi?" buyurdu.                    
Biz:
—  Evet, Haram Belde'dir, dedik. Bunun üzerine:
—  "Muhakkak ki kanlarınız, mallarınız bu beldeniz içinde, bu ayınızda, bu gününüzün harâmlığı gibi biribirinize, Rabb'inize ka­vuşacağınız güne kadar haramdır. Dikkat edin! Bunları size tebliğ et­tim mi?" dedi.
Sahâbîler:
—  Evet, tebliğ ettin, dediler. Rasûlullah:
—  "Yâ Allah! Şâhid ol!" dedi. Sonra: "Burada hâzır bulunan­lar, hâzır bulunmayanlara tebliğ etsin. Bâzan kendisine tebliğ edil­miş olan kimse, burada bulunup işiten kimseden daha iyi anlayıp belleyici olur. Benden sonra biribirinizin boyunlarına vuracak kâfir­lere dönmeyiniz!" buyurdu [346].

215-.......Abdullah ibnu Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Minâ'daki hutbesinde:
—  "Bilir misiniz bu gün hangi gündür?" buyurdu. Sahâbîler:
—  Allah ve Rasûlü en bilendir, dediler. Bunun üzerine Peygamber:
—  "Şübhesizbu, haram bir gündür. Yine bilir misiniz bu hangi beldedir?" buyurdu.
Sahâbîler:
—  Allah ve Rasûlü en bilendir, dediler. Peygamber:
—  "Haram beldedir. Bilir misiniz bu hangi aydır?" buyurdu. Sahâbîler:
—  Allah ve Rasûlü en bilendir, dediler. Peygamber:
—  "Haram aydır" buyurdu da şöyle devam etti: "Şübhesiz Al­lah kanlarınızı, mallarınızı, ırzlarınızı bu ayınız içinde, bu beldeniz için­de, bu gününüzün harâmlığı gibi biribirinize haram kılmıştır" [347].
Ve Hişâm ibnu'1-Gâzî (157) dedi ki: Bana Nâfi\ İbn Umer'den haber verdi. O, şöyle demiştir: Peygamber (S) bu suretle yapmış ol­duğu haccında nahr gününde cemrelerin arasında durdu da: "Bu bü­yük haccdır" buyurdu. Bundan sonra Peygamber (S): "Yâ Allah! Şâhid ol!" demeye başladı ve insanlara veda etti. Sahâbîler: Bu hacc, veda hacadır, dediler [348].

134- Bab: Su İçirme Vazifesi Şahibleri Yahud Onlardan BaşkalrıI Mina Geceleri Süresinde Mekke'de Gece Geçirirler Mi? [349]


216-.......Bize îsâ ibnu Yûnus, Ubeydullah'tan; o daNâfi'den; o da Ibn Umer(R)'den Peygamber (S) -su içirme sahihlerine Minâ ge­celerinde Mekke'de geceleme hususunda- ruhsat vermiştir, diye tahdîs etmiştir.

Veda Hutbesi
(Bu hutbe, M.S. 632 yılında Hz. Peygamber - sallâllahu aleyhi ve sellem - Efendimiz tarafından yüz bin'i aşkın müslümana îrâd edilmiştir. Hz. Peygamber Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu:)
Ey insanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden son­ra sizinle burada ebedî olarak bir daha birleşemiyeceğim. İn­sanlar! Bugünleriniz nasıl mukkaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mu­kaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.
Ashabım!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bu günkü her hâl ve ha­reketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra es­ki sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Ola­bilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyafak muhafaza etmiş olur.
Ashabım! Kimin yanında bir emânet varsa onu sahibine ver­sin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayımz. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kal­dırdığım faiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbâs'ın fa­izidir.
Ashabım! Câhiliyet devrinde güdülen kan dâvaları da ta­mamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası Abdulmutta-lib'in torunu (amcazadem) Rabîa'nın kan davasıdır.
İnsanlar!
Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden te'str ve hâ­kimiyetini kurmak gücünü ebedî surette kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dîninizi korumak için bunlardan da sakınınız!
İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Tanrı emâ­neti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adı-
na söz vererek halâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üze­rindeki hakkınız, onların, aile yuvasını, sizin hoşlanmadığınız hiç bir kimseye çiğnet memeleridir. Eğer razı olmadığınız her­hangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, mem­leket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini te'mîn et-menizdir.                                                                         
Mü'minler!                                                        
Size bir emânet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunu­zu hiç şaşırmazsınız. O emânet Allah Kitabı Kur'ân'dır. Mü'­minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Dîn kardeşinize âid olan herhangi bir hakka tecâvüz başkasına halâl değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.
Ashabım! Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üze­rinizde hakkı vardır.
İnsanlar! Cenâb-ı Hakk her hak sahibine hakkını (Kur'-ân'da) vermiştir. Vârise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumi­yet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, ya­hut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! C4nâb-ı Hakk, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.
İnsanlar!
Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem 'in çocuk­larısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanmda en kıymetli ola­nınız, Ona en çok saygı göstereninizdir. Arab'ın Arab olmayana - Allah saygısı ölçüsünden başka - bir üstünlüğü yoktur, insan­lar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
"— Allah'ın elçiliğini îfâ ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şahadet ederiz." (Bunun üze­rine Rasûlu Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kal­dırarak, sonra da cemâat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu:) Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!

217-.......Bize İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Ubeydullah, Nâfi'den; o da İbnUmer'den: Peygamber (S) izin verdi, diye haber verdi [350].
Buhârî şöyle dedi: Bize Muhammed ibn Abdillah ibn Numeyr tahdîs edip şöyle dedi. Bize babam Abdillah tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ubeydullah tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi\ İbn Umer'den tahdîs etti ki, o: Abbâs ibn Abdilmuttalib (R) hacılara su ve şerbet dağıtmak vazifesinden dolayı Minâ gecelerinde Mekke'de ikaamet et­mek üzere Peygamber(S)'den izin istedi. Peygamber de ona izin ver­di, demiştir.
Bu hadîsi rivayet etmekte Muhammed ibn Abdillah ibn Nu-meyr'e, Ebû Usâme Hammâd ibn Usâme el-Leysî, Ukbe ibnu Hâlid ve Ebû Damre Enes ibnu Iyâd mutâbaat etmişlerdir [351].

 

135- Cemreleri Taşlama (Vakti) Babı


Ve Câbir: Peygamber (S) nahr günü kuşluk vaktinde Akabe cemresini taşladı, bundan sonraki teşrîk günlerinde ise cemreleri, güneşin ortadan meyli ile batışı arasında taşladı, demiştir [352].

218-.......Vebere şöyle demiştir: Ben îbnu Umer'e:
—  Ben (teşrîk günlerindeki) cemreleri ne zaman atayım? diye
sordum.
İbn Umer:
— îmâmın, yânı hacc emîrinin atmağa başladığı zaman, sen de
cemreleri atarsın, dedi.
Ben suâli ona tekrar ettim, îbn Umer:
— Biz (Rasûlullah zamanında) vakti gözetler dururduk da, gü­neş semânın ortasından batıya meyi ettiğinde cemreleri atardık, dedi [353].

 

136- Akabe Cemrelerinin Vadinin Ortasından (Aşağıdan Yukarıya Doğru) Atılması Babı


219-.......Bize Sufyân (es-Sevrî), el-A'meş'den; o da İbrâhîm en-Nahaî'den tahdîs etti ki, Abdurrahmân ibn Yezîd: Abdullah ibn Mes'ûd, Akabe cemresini vâdînin ortasından (aşağıdan yukarıya doğru) attı, dedi. Abdurrahmân ibn Yezîd dedi ki: Ben İbn Mes'ûd'a:
— Yâ Ebâ Abdarrahmân! Bir takım insanlar bu Akabe cemre­sini vâdînin üstünden (aşağıya doğru) atıyorlar, dedim.
İbn Mes'ûd:
— Kendinden başka hiçbir hakîkî ma'bûd olmayan Allah'a ye-mîn ederim ki, benim taş attığım şu mevki', üzerine el-Bakara Sûresi indirilmiş olan kimsenin durup taş attığı makaamdır, dedi [354].
Ve Abdullah ibnu'l-Velîd: Bize Sufyân es-Sevrî, el-A'meş'ten bu hadîsi tahdîs etti, demiştir [355].

137- Cemrelere Yedişer Taş Atmak Babı


Bu yedi taş atmayı İbn Umer, Peygamber(S)'den olmak üzere zikretmiştir [356].

220-.......   Bize   Şu'be,   el-Hakem'den;   o   da   îbrâhîm  en-Nahaî'den; o da Abdurrahmân ibn Yezîd'den tahdîs etti ki, Abdul­lah ibn Mes'ûd (R), Büyük Cemre'ye yânî Akabe cemresihe vardı­ğında Beyt'i sol tarafına, Minâ'yı da sağına alıp (cemre atılacak yere yönelerek) yedi tane çakıl taşı atmıştır. Sonra da: Kendisine el-Bakara Sûresi indirilmiş olan Peygamber (S) de cemreye işte böyle taş attı, demiştir [357].

138- Akabe Cemresine, Beyti Soluna Alıp da Taş Atan Kimse Babı


221-.......Bize el-Hakem, İbrâhîm'den; o da Abdurrahmân ibn Yezîd'den tahdîs etti ki, bu Abdurrahmân, îbn Mes'ûd'un berabe­rinde hacc yapmış ve onu Beyt'i soluna, Minâ'yı sağına alıp, Büyük Cemre'ye yedi tane çakıl taşı atarken görmüştür. İbn Mes'ûd taşları böyle attıktan sonra: İşte bu taş attığım yer, üzerine el-Bakara Sûresi indirilmiş olarykimsenin durduğu yerdir, demiştir [358].

139- Bab: Hacı, Herbir Çakılı Atışıyle Beraber Allahu Ekber DİYE Tekbîr Getirir


Bu herbîr çakılın beraberinde tekbîr getirmeyi İbn Umer (R), Peygamber'den söylemiştir [359].

222-.......Bize el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Haccâc ibn Yûsuf'tan işittim; o minber üzerinde: İçinde el-Bakara zikrolunan sûre, içinde Âlu İmrân zikrolunan sûre, içinde kadınlar zikrolunan sûre di­yordu (da el-Bakara Sûresi, Âlu İmrân Sûresi, en-Nisâ Sûresi şeklin­de söylemiyordu). Dedi ki: Ben Haccâc'ın bu söyleyiş şeklini (hangisinin doğru olduğunu öğrenmek için) İbrâhîm en-Nahaî'ye zik­rettim. İbrâhîm şöyle dedi: Bana Abdurrahmân ibn Yezîd tahdîs et­ti. O, îbn Mes'ûd'un beraberinde hacc etmiş; İbn Mes'ûd Akabe cemresini taşladığı zaman vâdînin içine girmiş, orada bulunan ağa­cın hizasına geldiğinde onu yanlamış ve oradan yedi tane çakıl taşı­nı, herbirini atışla beraber tekbîr getirerek atmıştır. Bundan sonra da: Kendisinden başka hakk ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, üze­rine el-Bakara Sûresi indirilmiş olan Zât, işte tam burada dikilip at­mıştır, demiştir [360].
Hasen Basrî'nin rivayetine göre Âişe (R): Cemreler için toplanan bu çakıl­lar, tekbîr sayılarını muhafazaya vesîle olduğu İçindir, der imiş. Bu sebeble, ye­di taşın bir defada atılması tecvîz edilmemiştir.
Bu hadîsin bâb başlığına delîlliği meydandadır.

 

140- Akabe Cemresini Taşlayıp da Onun Yanında Vakfe Yapmayan Kimse Babı


Bu Akabe cemresi yanında durmamayı İbn Umer, Peygamberden olmak üzere söylemiştir [361].

141- Bab: Hacı, Akabe Cemresinden Başka Olan Diğer Birinci ve İkinci Cemreleri Taşladığında Onların Yanındaki Düzlüğe Girer, Kıbleye Yönelmiş Olarak Orada Uzunca Bir Süre Dikelir (Vakfe Yapar)


223-.......Bize Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den, İbn Umer'in şöyle yapar olduğunu tahdîs etti (Salim şöyle demiştir): İbn Umer, el-Cemretu'd-Dünyâ'ya yedi çakıl taşı atar, her çakıl atışı­nın ardından Allâhu Ekber diye tekbîr getirirdi. Bundan sonra İbn Umer ileriye geçip, vâdînin ortasındaki düzlüğe girer ve orada kıble­ye yönelip (Cemreyi arkasına alarak) uzun bir dikeliş yapar ve iki eli­ni yukarıya kaldırarak duâ eder. Bundan sonra orta cemreye taş atar. Bundan sonra İbn Umer vâdînin kuzey cihetine doğru yürür, (bura­da da birincideki gibi) vâdînin içindeki düzlüğe girer, burada da kıb­leye karşı yönelmiş olarak uzun süre dikelir, ellerini kaldırarak duâ eder, uzunca dikelirdi. Bundan sonra (ilerleyip) Akabe cemresine ge­lir, vâdînin içinden ona da yedi taş atardı, fakat onun yanında (duâ için) durmazdı. Atıştan sonra oradan döner ve: Peygamber(S)'i hacc menseklerini işte böyle yapar gördüm, der idi [362].

 

142- Cemretu'd-Dünya İle Cemretu'l-Vusta Yanında (Dua İçin) Elleri Kaldırmak Babı


224-.......Abdullah'ın oğlu Salim şöyle demiştir: Abdullah ibn Umer el-Cemretu'd-Dünyâ'ya yedi tane çakıl taşı atar ve herbir çakıl taşını atmasından sonra AHâhu Ekber... diye tekbîr getirirdi. Sonra buradan ilerler, vâdînin ortasındaki düzlüğe girer, orada kıbleye yö­nelmiş olarak uzun bir dikelme yapar, iki ellerini kaldırır, duâ eder­di. Bundan sonra el-Cemretu'1-Vustâ'ya yine böyle taş atar, akabinde vâdînin kuzey tarafına doğru yürür, düzlüğe girer, yine kıbleye yö­nelmiş olarak uzun bir dikelme yapar, iki elini kaldırır, duâ ederdi. Bundan sonra Akabe cemresine gelir, vâdînin içinden onu da taşlar, fakat onun yanında vakfe yapmazdı. Ve: Ben Rasûlullah(S)'ı işte böyle yapar gördüm, der idi [363].

143- (Mina Tarafındaki) Birinci ve İkinci Cemreler Yanında Dua Etmek Babı


225........ Ve Muhammed [364] şöyle dedi: Bize Usmân ibnu Umer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den şöyle ha­ber verdi:
Rasûlul ah (S) Minâ Mescidi'ne yakın olan cemreye taş attığı za­man, ona ye|di çakıl taşı atar ve her bir çakılı attıkça da Allâhu Ekber.. diye tekbîr getirirdi. Sonra önüne doğru ilerler de kıbleye yönelmiş ve iki elini yukan kaldırmış olarak duâ eder ve bu duruşu uzatırdı. Sonra ikinci cemreye gelir, ona da yedi çakıl taşı atar ve her bir çakılı attıkça Allâhu Ekber diye tekbîr getirirdi. Sonra vâdî­nin sol tarafına doğru iner, orada da kıbleye dönmüş ve iki elini kal­dırmış olarak vakfe yapar, duâ ederdi. Sonra Akabe yanındaki cemreye gelir, ona da herbir taşla beraber tekbîr getirerek yedi tane çakıl taşı atar, sonra onun yanında (duâ için) durmaksızın oradan
ayrılırdı.
ez-Zuhrî dedi ki: Ben Salim ibn Abdillah'tan işittim; o, bu hadî­si aynen babası Abdullah ibn Umer'den; o da Peygamber(S)'den ol­mak üzere tahdîs ediyordu. Ve İbn Umer de böyle yapardı [365].

144- Nahr Günü Akabe Cemrelerini Taşladıktan Sonra Güzel Koku Sürünmek ve İfada Tavafından Önce Tıraş Olmak Babı


226-.......Bize Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım tahdîs etti. O, kendi zamanının en faziletli âlimi idi. O, babası el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr'den işitmiştir. Bu el-Kaasım da kendi zamanının en fa­ziletlisi idi (yedi meşhur tabiî fakîhinden biri idi). O şöyle der idi: Ben Âişe(R)'den işittim. O şöyle diyordu: Ben Rasûlullah(S)'a iki elimle şu iki hâlinde güzel koku sürdüm: Biri ihrama girmek istediği zaman, biri de (Cemre ve tıraşın ardından) ihramdan çıktığı zaman.
Beyt'i ifâda tavâfı-yapmadan önce, Âişe, Rasûlullah'a bu iki zamânda elleriyle güzel koku sürdüğünü söylerken, her iki elini birden uzatmıştır [366].

145- Veda Tavafı(nın Hükmü) Babı [367]


227-......İbn Abbâs (R): İnsanlara, hacc menseklerinin sonu Beyt'i tavaf etmek (veda tavafı) olması emr olundu. Şu kadar ki bu yedâ tavafı hayızlı kadınlardan hafifletildi (de onlara vâcib kılın­madı), demiştir [368].

228-....... Bize İbnu Vuheyb, Amr ibnu'l-Hâris'ten; o da Katâde'den haber verdi. Ona da Enes ibn Mâlik tahdîs edip: Peygamber (S) -Minâ'dan hareketle Muhassab mevkiine geldi ve burada- öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarını kıldı. Sonra bu Muhassab'da bir mık-dâr uyudu. Daha sonra bineğine binip Beyt'e doğru hareket etti ve Beyt'e veda tavafı yaptı, demiştir [369].
Bu hadîsi rivayet etmesinde Amr ibnu'l-Hâris'e, el-Leys mutâ-baat edip şöyle dedi: Bana Hâlid (ibn Yezîd es-Seksekî), Saîd ibn Ebî Hilâl'den; o da Katâde'den tahdîs etti ki, ona da Enes ibn Mâlik (R) Peygamber(S)'den tahdîs etmiştir [370].

146- Bab: Kadın, (Haccın Rüknü Olan) İfada Tavafını Yaomasının Ardından Hayızlandığı Zaman? [371]


229-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber'in zevcesi olan Huyeyy kızı Safiyye(nahr günü ifâda tavafını yaptıktan sonra) hayızlandı. Ben onun hayızlanmasını Rasûlullah'a zikrettim. Rasülul-lah (S): "O bizi yolumuzdan habsedici bir kadın mı oldu?" Onun yanındakiler: Safiyye ifâda tavafını yapmıştır, dediler. Rasûlullah: "O takdirde bizi habsetmesi yoktur" buyurdu [372].

230-.......(Ikrime şöyle demiştir): Medine ahâlîsi İbn Abbâs'a, ifâda tavafını yapmış da sonra hayz olmuş kadının durumunu sor­dular. İbn Abbâs onlara:
—  İfâda tavafını yapmış da sonra hayz olmuş bulunan kadın, Mekke'den memleketine hareket eder, dedi,
Sorucular:
— Biz senin sözünü almayız; Zeyd ibn Sâbit'ijı sözünü de bırak­mayız, dediler.
îbn Abbâs:
—  Medine'ye vardığınız zaman, bu mes'eleyi başından geçmiş kimselere sorunuz, dedi.
Medine'ye geldiklerinde bu mesveleyi sordular. Sordukları kim­seler içinde Ümmü Süleym de vardı. Ümmü Süleym onlara Safiyye'-nin hadîsini zikretti [373],
Bu hadîsi Hâlid el-Hazzâ ile Katâde de İkrime'den rivayet etmiş­lerdir [374].

231-.......Bize Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvûs ibn Keysân'dan tahdîs etti ki, îbnu Abbâs (R):
— İfâda tavafını (hayızdan evvel) yaptığı zaman böyle hayızh için (veda tavafını terkedip) memleketine dönmesine ruhsat verildi,
demiştir.
Tâvûs ibn Keysân aynı senedle dedi ki: Ben İbn Umer'den işit­tim, o da: (Evvelâ) hayızh kadın (temizlenip veda tavafını yapma­dıkça) memleketine hareket edemez, diyordu. Bundan bir zaman sonra da yine İbn Umer'den işittim ki, o, bu sefer: Peygamber (S)-(ifâda tavafını yapmış olan) hayızlı kadınlara veda tavafını terke müsâade buyurdu, diyordu [375].

232-.......Bize Ebû Avâne, Mansûr ibnu'l-Mu'temir'den; o da İbrâhîm en-Nahaî'den; o da el-Esved ibn Yezîd'den; o da Âişe'den tahdîs etti. Âişe '(R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in beraberinde hacc-dan başka bir niyetimiz olduğunu bilmeksizin, Medine'den yola çık­tık. Nihayet Peygamber Mekke'ye geldi, Beyt'i tavaf etti, Safa ile Merve arasında da dolaşıp sa'y etti. Fakat beraberinde kurbân bulun­duğu için kendisi ihramdan çıkmadı. Kadınlarından ve sahâbîlerinden O'nun yanında bulunan herkes de tavaf ve sa'ylerini yaptılar. Bunlardan beraberinde kurbânı bulunmayan kimseler ihramdan çı­kıp halâl oldular. (Ben) Âişe ise hayz oldu. Haccımızdan olan bütün menseklerimizi, yânı hacc işlerimizi yerine getirdik. Nihayet Hasbe gecesi, yânî Muhassab mevkiinde bulunduğumuz gece -ki o, dağılma gecesidir- olunca Âişe:
— Yâ Rasûlallah! Benden başka olan sahâbîlerinin hepsi bir hacc ve bir umre ile dönüyorlar, (ben ise bir tek hacc ile dönüyorum), dedi.
Rasûlullah:
—  ' 'Mekke 'ye geldiğimiz gecelerde sen Bey t 'i tavaf etmedin mi?'' diye sordu.
Ben:
—  Hayır, etmedim, diye cevâb verdim. Rasûlullah:
—  "Öyle ise kardeşin Abdurrahmân ile beraber Ten'îm mevkii­ne kadar çık. Oradan umre niyetiyle ihrama girip telbiye et. (Tavaf ve sa'y edip umreni tamamladığında) buluşma yerin şu ve şu yerler­dir (yânî buralarda buluşalım)", dedi.
Bunun üzerine ben Abdurrahmân'in beraberinde Ten'îm'e ka­dar çıktım ve oradan umre niyetiyle ihrama girip telbiye eyledim [376].
(Minâ günlerinde) Safiyye bintu Huyeyy de hayz olmuştu. Pey­gamber:
—  "Akra, halka (~ Kesici, kökten kazıyıcı kadın)/ Muhakkak ki sen bizleri yolumuzdan habsedicisin! Sen nahrgünü ifâda tavafını yapmadın mı?" dedi.
Safiyye:
—  Evet ifâda tavafını yaptım, dedi. Bunun üzerine Peygamber:
—  " Öyleyse (hayızh için veda tavafını terkde) be's yoktur; hay­di yola çık!" buyurdu [377].
Âişe dedi ki: Ben (umremi tamamladıktan sonra) Peygamberce Muhassab'da Mekke ahâlîsi üzerine doğru çıkar halde kavuştum, ben de aşağıya doğru üzerlerine iniyordum. Yâhud ben yukarı çıkıyor-ken O aşağıya iniyordu.
Ve Müsedded kendi Müsned'mdeki rivayetinde: Peygamber: "Sen (Mekke'ye geldiğimiz gecelerde) tavafı yapmadın mı?" diye sordu­ğunda, ben: Hayır, yapmadım, dedim şeklinde söylemiştir.
Bu hadîsi Mansûr'dan "Hayır, yapmadım" kavliyle rivayet et­mesinde Müsedded'e, Cerîr ibnu Abdilhamîd mutâbaat etmiştir [378].

147- Mina'dan Memleketlere Hareket Edip Dağılma Gününde İkindi Namnazını El-Abtah'da Kılan Kimse Babı


233-.......Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti ki, Abdulazîz ibnu Rufey' şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'e:
—  Peygamber'den hatırladığın bir şeyi bana haber ver; zu'l-hiccenin sekizinci günü olan terviye gününde öğle namazını nerede kıldı? diye sordum.
Enes:
—  Minâ'da kıldı, diye cevâb verdi. Ben yine Enes'e:
— Minâ'dan memleketlere dağılma günü ikindi namazını nere-
le kıldı? diye sordum. Enes:
— Abtah (yânî Muhassab)'da kıldı. Sen emirlerinin yapmakta ol­dukları gibi yap! dedi[379].

234-.......Katâde, Enes ibn Mâlik'ten tahdîs etmiştir. Enes ibn Mâlik de Katâde'ye Peygamber'den şöyle tahdîs etmiştir: Peygam­ber (S) -Minâ'dan hareket edip Muhassab mevkiine geldi ve burada öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarını kıldı ve yine bu Muhassab'da bir mikdâr uyudu. Daha sonra bineğine binip Beyt'e doğru hareket etti ve Beyt'e (veda) tavafı yaptı [380].

148- Muhaasab Mevkiinde Konaklamanın Hükmü) Babı


235-.......Âişe (R): Muhassab bir konaklama yeridir ki, Pey­gamber (S) buraya, Medine'ye dönüş için çıkışının kolay olmasından dolayı iner, konaklardı, demiştir. Âişe, buraya inerdi sözüyle, Abtah'ı kasteder [381].

236-.......Bize Amr (ibn Dînâr), Atâ'dan tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R): Muhassab menzilinde konaklamak hacc menseklerinden bir-şey değildir. Muhassab ancak Rasûlullah'ın (zevalden sonra istirahat için) inip konakladığı bir yerdir, demiştir [382]

149- Mekke'ye Gelişte, Mekke'ye Girmeden Önce (Alt Tarafındaki) Zü Tuva Mevkiinde Konaklama,  Medine'ye Döndüğünde de Zu'l-Huleyfe'deki Mekke'den Batha'da Konaklama Babı


237-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti (O, şöyle demiştir): îbnu Umer (R) Akabe yolunda iki tepe arasında bulunan Zû Tuvâ "mevkiinde geceyi geçirir, sonra Mekke'nin yüksek tarafın­da bulunan tepeden Mekke'ye girerdi. Mekke'ye hacı yâhud umre ya­pıcı olarak geldiği zaman devesini başka yerde değil, ancak Mescidi Harâm'ın kapısı yanında çökertir, sonra içeriye girer ve Haceri Es-ved'in bulunduğu köşeye gelir ve tavafa oradan isti'Iâm ederek baş­lar. Sonra yedi defa dolaşır. Bu yedi dolaşmadan ilk üçünü koşarak, dördünü de yürüyerek yapar, sonra tavaftan ayrılır ve iki rek'at na­maz kılar. Sonra kendi konaklayacağı yerine dönmeden evvel gider, Safa ile Merve arasında dolaşırdı. Hacc yâhud umreyi yapıp da Mek­ke'den hareket ettiği zaman ise, devesini Medine yakınındaki, Pey-gamber'in devesini çökertegeldiği Zu'1-Huleyfe'deki Bathâ'da çökertirdi [383].

238-.......Bize Hâlid ibnu'l-Hâris tahdîs edip şöyle dedi: Ubeydullah'a Muhassab'da konaklamaktan soruldu da o: Bize Ubeydul-lah tahdîs etti ki, Nâfi': Muhassab'da Rasûlullah (S), Umer ibn Hattâb ve İbn Umer (R) konakladılar, demiştir.
Ve yine geçen isnâdla Nâfi'den; onun: İbn Umer (R) orada, yâ-nî el-Muhassab'da öğle, ikindi ve zannediyorum akşam namazlarını kılardı, dediğini rivayet etmiştir. Râvî Hâlid: Ben yatsı namazı hak­kında da şübhe etmiyorum, demiştir. Nâfi': Ve İbn Umer orada bir rnıkdâr uykuya yatar ve bu MuhassabMa konaklamayı Peygamber'-den olmak üzere zikrederdi, demiştir [384]

150- Mekke'den Dönme Sırasında Zü Tuva Mevkiinde Konaklayan Kimse Babı


239-.......Nâfi' şöyle demiştir: İbnu Umer (R) Mekke'ye gelir­ken Zû Tuvâ mevkiinde geceler, sabah olunca Mekke'ye girerdi. Mi-nâ'dan dağılışta da Zû Tuvâ'ya gelir, sabaha kadar orada gecelerdi, ve Peygamber(S)'in de burada böyle gece geçirir olduğunu zikreder­di  [385]

151- Hacc Mevsimi Günlerinde Ticaret Yapmak ve Cahiüyüt Panayırlarında Alışveriş Etmek Babı [386]


240-Amr ibnu Dînâr şöyle dedi: İbn Abbâs (R) şöyle de­di: Zu'1-Mecâz ve Ukâz, Câhiliyet devrinde, insanların ticâret yerleri idi. İslâm gelince müslümânlar buralarda hacc mevsiminde alışveriş etmekten gûyâ hoşlanmamı şiardı. Nihayet "(Hacc mevsimlerinde ti­câretle) Rabb 'inizden rızık istemenizde sizlere bir günâh yoktur.,."
(el-Bakara: 198) âyeti İndi [387].

152- Muhassab'dan Gecenin Son Vaktinde Kalkıp Yola Gitmek Babı [388]


241-.......Âişe (R) şöyle dedi: Safiyye Minâ'dan dağılma gece­si hayz oldu da:
— Ben kendimi başka değil, muhakkak sizleri yolunuzdan hab-sedip alıkoyucu olduğumu düşünüyorum, dedi.
Peygamber (S):
—  "Hay kesici ve kökten kazıyıcı kadın! Safiyye nahr günü ifâ­da tavafı yaptı mı?" diye sordu.
Kendisine:
—  Evet (o gün ifâda tavafı yaptı), denildi.
Bu cevâb üzerine Safiyye'ye hitaben Rasûlullah (S):
—  "Haydiyola çık!" buyurdu [389].
Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: Zikredilen bu hadîste Muham-med bana ziyâde edip şöyle dedi [390]: Bize Muhâdır tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-A'meş, İbrahim'den; o da el-Esved'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'm beraberinde haccdan baş­ka birşey zikretmeyerjk, Medine'den yola çıktık. Mekke'ye geldiği­miz zaman Rasûlullah bizlere ihramdan çıkmamızı emretti. Nihayet Minâ'dan memleketlere dağılma gecesi olduğu zaman Huyeyy kızı Saftyye hayızlandı. Peygamber (S):
—  "Hay kökten kazıyıcı, kesici kadın! Ben onu başka değil, an­cak sizleri habsedipyolunuzdan ahkoyucunuzdur sanıyorum" dedi.
Sonra Safiyye'ye hitaben:
—  "Sen nahr günü ifâda tavafını yaptın mı?" diye sordu. Safiyye:
—  Evet (yaptım), dedi. Rasûlullah:
—  "Öyleyse (zarar yok) haydi yola koyul!" buyurdu. Âişe dedi ki: Ben:
—  Yâ Rasûlallah! Ben {Mekke'ye geldiğimde) ihramdan çıka­madım (yânı umre yapamadım), dedim.
Rasûlullah:
—  "Sen de Ten'îm'den bir umre yap!" buyurdu.
Bunun üzerine kardeşi Abdurrahmân, Âişe'nin beraberinde, Ten'îm'e çıktı. Âişe dedi ki: Umreyi tamamlayıp döndüğümüzde Pey-gamber'e gecenin sonunda (veda tavafı yapmak üzere Mekke'ye doğru) gider hâlde kavuştuk. O bana:
—  "Buluşma yerin şu ve şu1 yer olsun (yânı.veda tavafından sonra Medine'ye hareket için buluşmamız fulan yerde olsun)" buyurdu [391].


[1] Bu Kıtabu'1-Hacc" unvanı, Ebû Zerr rivayetidir. Asîlî rivayetinde "Kitâbu'l-Menasık" şeklindedir. Müslim Sahîh'mût de Asîlf nushasındaki unvan var­dır. Tahavı, kitabında her ikisini cem' ederek "Kitâbu Menâsiki'1-Hacc" unva­nını vermiştir
[2] Âlimlerin cumhuruna göre haccın vucûbu Kitâb'dan bu Âlu İmrân:97 âyet ile sabit olmuştur. Allah bu âyette hacc işini, haccın vucûbuna delâlet eden birkaç vucuh ile te'kîd etmiştir.
Hacc emrinin haber sîgasıyle gelmesi; isim cümlesi olarak getirilmesi; hac-cm, halkın boynunda Allah'ın vâcib ve sabit bir hakkı olduğunu ifâde eder su­rette teblîğ edilmesi; hükmün evvelâ ta'mîm, sonra tahsisi; haccı terke küfr ismi verilmesi; istiğna zikr edilmesi ki, burada haccı terk edenin yardımsız kalacağı­na ve en aşağı bir mahlûk olduğuna delâlet eder (Beydâvî).
Bâzı âlimler haccın vucûbu "Haccı da umreyi de Allah için tam yapı­nız... "(el-Bakara:196) âyeti iledir, demişlerdir. Kâsânî'nin Bedâyu's-Sanâi'de "İn­sanlar içinde haccı Vlân et... "(el-Hacc:27) âyetinin ma'nâsı, bâzı âlimlere göre "Allah'ın haccı insanlara farz kıldığını i'lân et" demek olduğunu bildirmiştir. Bunların hepsi, haccın Kur'ân'daki delili olmakla beraber, cumhurun delîli da­ha zahirdir.
Haccın sünnetteki delilleri ise, bu kitâbda gelecek olan hadîslerdir
[3] Hadîsin bâb başlığına hüccetliği ince bir bakışla idrâk edilir. Şöyle ki: Hadîs, hacc emrinin te'kîdine delâlet etmektedir. O derecede ki, mükellef bizzat hacc etmekten acizliği sırasında bile haccı terketmesi özür kabul edilmiyor da, kendi yerine başka bir kimseyi nâib edinmesi lâzım geliyor. İşte bu da haccı bizzat îfâ etmekteki büyük fazîlete delâlet eder. İşte hadîs ile başlık arasındaki uygun­luk buradan alınır (Aynî).
Bu hadîsten pekçok dînî, ahlâkî, içtimaî hükümler çıkarılmıştır.
[4] Buhârî, haccm vücubunda binek şartının, bineğe kudreti olsun olmasın, yaya olarak da haccın cevazına münâfî olmayacağına tenbîh etmek için bu âyeti baş­lık yapmıştır. Çünkü âyet, yayaları ve bineklileri şâmil olmuştur.
[5] Buhârî'nin âdeti böyle cereyan etmiştir: O, hadîste yâhud Kur'ân'da bir kelime geldiği zaman, onun hadîsteki yâhud Kur'ân'daki nazîrini de zikreder: Burada daNûh:20. âyetindeki "Ficâcen" kelimesinin tefsirini vermiştir. el-Fecc, geniş yol; Ficâc, geniş yollar demektir. Bu tefsîr Ferrâ, Ebû Ubeyd, ve el-Ezherî'nin kavlidir. Beydâvî ve diğer tefsîr imamlarının zikrettikleri ma'nâ da budur (Ay­nî, Kastallânî).
[6] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, içinde binme ve uzak yol bulunması cihetin-dendir. Binme, "Devesine binmekte"; "Feccu amîk", yânî uzak yol ise Zu'l-Huleyfe'dir. Çünkü Zu'1-Huleyfe ile Mekke arası on merhale, yânî ikiyüz mil­lik mesafedir. Zu'1-Huleyfe, Medine'ye de dört mil uzaklıktadır. Burası Medî-neliler'in ve o taraftan gelenlerin ihrama girme yerleridir.
[7] Îbnu't-Tm şöyle dedi: Buhârî, Allah'ın başlıktaki âyette yayaları bineklilerden önce zikrettiğinden dolayı, yaya hacc daha faziletlidir iddiasında olanları red detmek istedi. Eğer yaya hacc daha faziletli olaydı, Peygamber muhakkak onu yapar ve onu kasdederdi. Ve bunun içindir ki, Peygamber Zu'1-Huleyfe'de de­vesi kendisini doğrultuncaya kadar ihrama girmemiştir, diye beyân etmiştir (Kas­tallânî).
[8] Enes ibn Mâlik'in hadîsi "Zu'I-Huleyfe'de sabaha kadar geceleyen kimse bâbı"n-da; İbn Abbâs'ınki de "İhrâmh libâslardan neyi giyer bâbi"nda gelecektir.
[9] Ebân'ın bu hadîsini Ebû Nuaym ei-Mustahrac'mda mevsûlen rivayet etmiştir.
[10] Umer'in bu sözünü Adurrazzâk ile Saîd ibn Mansûr, senediyle rivayet etmişler­dir. Umer bunu ya tağlîb cihetiyle, ya da hakîkat olarak söylemiştir. Çünkü ha­cı da sefer meşakkatine ve lezzetlenecek şeyleri terke karşı nefsine sabırla mucâhede eder.
[11] Muhammed ibn Ebî Bekr el-MukaddemFnİn bu hadîsini el-tsmâîlî mevsûl ola­rak rivayet etmiştir.
Buradaki haberlerin hepsinin bâb başlığına uygunluğu açıkça görülmektedir.
[12] Bu hadîsin de bâb başlığına uygunluğu, "Feahkabehu" kelâmındadır. Çünkü bunun ma'nâsı "Onu deve semerinin hakîbesi üzerinde taşıdı" demektir.
"el-Hakîbe, ketîbe vezninde eğrim dedikleri nesnedir ki, kundak tarzında içini doldurup, deve hatabımn ense tarafına korlar ve mutlaka palan ve havud ensesine bağlanan nesneye denir; heybe, hare ve şâir nesne olsun" (Kaamûs Ter-cemest).
[13] Bu hadîs, îmân Kitâbı'nda "îmân da ameldir bâbı"nda geçmişti. Hadîsin bu­radaki bâb başlığına uygunluğu meydandadır.
Hadîsteki mebrûr kelimesinin aslı hakkında şu bilgiler verilmiştir: el-Birr, bâ'nm kesri ve râ'nın teşdîdiyle sıla ve in'âm ma'nâsınadır... Mü-ellefin Basâir'de beyânına göre asıl berr, bâ'nın fethiyle bahr {yânî deniz) mu-kaabiline konulmuştur. Sonra ondan genişleme ma'nâsı i'tibâr olunup bâ'nın kesriyle birr kelimesi hayr işlemeye girişmek ve hayrda genişlik manâsında kul­lanıldı. Allah'a nisbet olunduğu gibi, bâzan kullara da nisbet olunur. Meselâ "Berre'1-abdu Rabbehu" derler; "Rabb'ine tâatte genişledi'1 ma'nâsınadır. Pes Cenabı Bârî'den sevâb ve kullardan tâat murâd olunur. O dahi iki nevi'dir. Biri i'tikaad ve biri ameller cihetiyledir. Ve "Birru'l-vâlideyn" onlara hizmet ve ih­sanda genişlemek ve bollamaktan ibarettir ki, ukûk mukaabilidir. Ve birr söz doğruluğunda da kullanılır; bollamcı hayırdan olmak hasebiyle; ve yemîn sıdki bundan şu'belelırniştir. Ve hacem kabulü ma'nâsı İlâhî sevâb cümlesindendir. Ve buğdaya bâ'mn ötresiyle burr denilmesi, gıda hususunda kendisine muhtâc olunanların en genişi olmak münâsebetiyledir İntehâ...
Ve birr, hayr, fadl ve hasene ma'nâsına kullanılır... Ve hacc makbul ol­mak ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.).
[14] Buhârî râvîlerinin çoğu, hadîsteki "Lâkin" kelimesini lâm''n fethi ve kâfin zam­mı ile ve kadın cemâatine hitâb olarak "Lekunne" rivayet etmişlerdir. Hattâ Kaabisî bu kelimenin bu suretle zabtı, gönlümün kendisine yöneldiği bir kıraat­tir, demiştir. Yalnız Hamevî'nin rivayeti kâfin kesriyle ve istidrâk iledir. Bura­da ekseriyetin rivayetine göre terceme edilmiştir. İstidrâk kabul edildiğine göre, ma'nâ: "Lâkin kadınlar hakkında en makbul olan cihâd, mebrûr haccdır" de­mek olur.
Bu hadîsten, kadınlar için cihâdın bir vazîfe ve ibâdet olduğu anlaşılır. Ha­dîste "Kadınlar için en faziletli cihâd, mebrûr haccdır" buyurulmakla, kadın­lar için haccdan başka cihâd ibâdeti de vardır; şu kadar ki, kadınlar için hacc, cihâddan daha faziletlidir, demek oluyor. Nitekim İslâm kadınlarının gazalara katıldıkları hakkında birçok sahîh haberler vardır.
Şârih Ibnu Battal şöyle demiştir: Cihâdın haccdan daha faziletli olduğu hak­kındaki rivayet, İslâm'ın ilk devirlerine âiddir. İslâm'ın hayâtı bahis konusu ol­duğu o devirde, her müslümâna cihâda katılmak kat'î bir farz idi. islâm Dîni gâlib olup açılmağa başlayınca cihâd, kifâye farz oldu. Bu devirde cihâd, cihâ­da me'mûr olanlar tarafından îfâ edildi. Ve bu devirde hacc efdal oldu. Hz. Âişe'ye: "Sizin en faziletli cihâdınız, mebrûr haccdır" buyurulması da bu dev­re âiddir. Fakat düşman müslümânların hududuna gelip dayandığı ve düşmanı def etmek zarureti görüldüğünde, memleketin bütün insanlarına ve bütün icti-mâî sınıflarına cihâd farz ve elbette haccdan daha faziletli olur (Umdetu'l-Kaarî, IV, 492).
[15] er-Refes ve er-Rufûs, cima' eylemek ma'nâsınadır ve fahiş (yâni çirkin) kelâm söylemek ma'nâsınadır. Ve hâtûnlara cimâ'a müteallik söz söylemek, bir kavle göre yüzlerine karşı fuhşiyâtla ilgili söz söylemek ma'nâsınadır... Birinci, dör­düncü ve beşinci bâblardandır (Kaamûs Ter.).
Bu er-Refes kelimesi, el-Bakara:187 Ve 197. âyetlerde de cinsî münâsebet ma'nâsına tefsir edilmiştir.
"Hacc bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı kendine farz eder (ihrama girerce artık haccda kadına yaklaşmak, günâh yapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayr yaparsanız Allah onu bilir. Bir de aziklanırız. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (insanlara yük olmaktan) sakınmaktır. Ey kâmil akıl sahihleri, ben­den korkun" (el-Bakara: 197).
Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Anasının onu doğurduğu günkUgibi (ter­temiz) döner" fıkrasından alınır.
[16] Yânî hacc ve umre için ihrama girilecek yerlerin takdir, ta'yîn ve beyân edilişi babı. Buradaki ve hadîs metnindeki farz etme, takdîr, ta'yîn ve beyân eyleme
 veyâhud vâcib kılma ma'nâsınadır.
Mıkaat, hudûdlandırılmış vakit ma'nâsmdan mif'âl vezninde bir isimdir.
Burada mekân için istiare edilmiştir. Ka'be'ye giderken, etraftan bu ta'yîn edilmiş mîkaatlara ulaşanlar, Beyt'i ta'zîmen ve İclâlen, dînî bakımdan ihrama gir meleri lâzımdır.
[17] es-Surâdık, evin sahnının yukarı tarafında aykırı çekilen serâperdeye denir..., " ve zârden cibinlik tarzında beyte denir... Birinci ma'nâya göre, evi ikiye bölüp, meselâ yukarı bölüğü çadır sahibine, aşağı bölüğü tâbi'lere mahsûs olur. Sâri-hin beyânı üzere bu serâperde arabçalaştınlmıştir ki, pâdişâh otağına ve çadır tozluğuna ve çadır verâsında hass harem ikaamet eylemek için çadır içine çeki­len perdeye ve çadır etrafına çekilen sokağa ıtlak olunur.. (Kaamûs Ter.).
[18] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu açıktır. Çünkü hadîste bu yerlerin hacc ve umre yapacaklar için ihrama girme noktalan olmak üzere, bizzat Peygamber tarafın­dan ta'yîn edildikleri beyân olunmuştur.
[19] Buhârî bâb başlığı yaptığı bu âyette emredilen azıkların mâhiyetini, nüzul sebe­bi olan vak'a ile açıklamak istemiştir. Allah Taâlâ bu "Azıklanın" emriyle dünyâ azığını hazırlamayı irşâd ettikten sonra, ondan daha hayırlı olan âhiret azığını, yânî takvayı teşvîk ve emretmektedir.
[20] Burada tevekkülü kötüleme yoktur. Çünkü hazırlıksız gelenlerin yaptığı, tevek­kül değil, teekkül; yânî Allah'a dayanmak değil, insanlardan yemeğe çalışmak­tır.  Zîrâ tevekkül, bütün  hazırlık ve sebebleri yerine getirmekle beraber, sebeblerden bakışı kesmektir; bilkülliye sebebleri terk değildir. Sebebleri yerine getirmekle, meydana geleceği beklenen veya meydana gelen zarar def edilir. Bu ise tevekküle aykırı olmaz. Bil'akis yıkılacak duvardan kaçmak ve boğaza geri­len lokmayı su ile gidermek gibi, vâcibdir (Kastallâni).
Âyetin lâfzı, hem dünyâya âid azıkları, hem de âhirete âid azıkları hazırla­mayı emr ve teşvîk etmektedir.
[21] Buhârî, hadîsin hem mevsûl tarîkini, hem de mürsel tarîkini göstermiş, böylece Verkaa tarîkinin mevsûllüğünü, Sufyân ibn Uyeyne tarîkinin mürselliği ortaya koymuş oluyor.
[22] el-Ihlâl:... ve hacc eden kimse yüksek sesle telbiye eylemek ma'nâsmadır. (Kaa-mus Ter.). ei-Mühell, bundan mekân ve zaman ismi ile mimli masdar olur. Bu­radaki Mühell, yüksek sesle telbiye edilecek yer ma'nâsına ve genişleme olarak ihrama girilecek yer, yânî mîkaat ma'nâsmadır.
[23] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Mekkeliler de Mekke'den ihrama girerler" fıkrasıdır. Yânî Mekkeliler ihrama girmek için hâricdeki mîkaatlara kadar çık­mağa muhtâc olmaksızın, bulundukları yerden hacc için ihrama girip telbiye eder­ler. Yalnız umre için bir mîkaata kadar gideceklerdir. Buna âid îzâhlar ileride gelecektir.
Burada söylenen mîkaatlardan Zu'1-Huleyfe yukarıda geçmiş ve ona âid bilgi de orada verilmişti. Şimdi diğerlerini kısaca tanıyalım:
e/-Cuhfeyy\ Ebû Ubeyd şöyle tanıtmıştır: el-Cuhfe, camii ve minberi bulu­nan bir köydür. Deniz kenarına sekiz mil uzaklıktadır. Şâm, Mısır ve Mağrib beldelerinden gelen hacıların mîkaadıdır. Mekke'den üç konak mesafededir. Me­dine'ye sekiz konaktır. Amâlika, Yesrib'den sonra burada mekân tutmuştur. Peygamber tarafından Mehyea ismi verilmiştir.
ibn Hazm, Mekke'ye 82 mil mesafede bulunduğunu bildirmiştir. Yâkût el-Hamavî de kendi zamanında Cuhfe*nin harâb olduğunu bildiriyor.
Karnu'l-Menâzil: Mekke'ye bir gün ve bir gecelik uzaklıkta bir yerin adı­dır. Birkaç yolun kavuşma noktası olduğundan dolayı bu adla adlandırılmıştır. Kam kelimesi, râ'nın fethiyle Karen şeklinde de söylenmiştir. Meşhur Uveys el-Karanî'nin mensûb olduğu kabilenin ismidir.
Yalemlem: Yemen'in Mekke yolu üzerindedir. Tihâme Dağlan'nm en bü­yüklerinden olup İbn Hazm'ın beyânına göre Mekke'ye otuz mil mesafededir.
Mîkaatlar beştir. Bu hadîste dördü zikredilmiştir. Beşinci mîkaat olan Zötu Irk, Irak ahâlîsinin mîkaadıdır. Bu husus diğer hadîslerde gelecektir.
[24] Çünkü Peygamber'in beraberinde hacc yapanların hiçbirinden Peygamber'in da­ha önce ihram ettiği nakledilmemiştir
Bu başlığın zahiri, Buhârfnin mîkaattan   önce ihrâmlanmayı men' etme görüşünde olduğudur.
[25] İbn Umer bu fıkrayı Peygamber'den bizzat kendi kulağı ile işitmediğini, bunu diğer sahâbîlerden öğrendiğini bildirmiş oluyor. Sahâbînin mürselinin de sa-hîh olduğu bilinen bir düstûrdur. Kaldı ki bu fıkra İbn Abbâs, Câbir, Âİşe ve Haris ibn Amr hadîslerinde Peygamber'in sözü olarak sabit bir husustur.
[26] Bu hadîs, 10 rakamında, küçük bir sened ve lâfız farkıyle geçmiş, gerekli bilgi­ler de orada verilmişti
[27] Bu bâb ile bundan önceki ve bundan sonraki bâbların, İbn Umer ve İbn Abbâs hadîsleriyle beraber tekrar edilmelerinin sebebi, bu hadîslerin alındığı şeyhlerin ve hadîs tarîklerinin değişikliği ile, bâzı metin farklılıklarıdır.
Hadîsin buradaki bâb başlığına uygunluğu "Necd ahâlîsininki Karn'dır" fıkrasidır
[28] İbn Umer'in bu sözünün benzeri, 11 rakamlı hadîste de geçmiş ve gerekli açık­lama oradaki haşiyede verilmişti.
[29] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "Bu mîkaatlarm berisindeki yerler halkından olan kimsenin ihrama girme yeri..." fıkrasından alınır. Daha evvelce de işaret etmiş­tik ki, bu mîkaatlarla Mekke arasındaki yerlerde ikaamet eden kimseler hacc için ihrama bulundukları yerlerden girip telbiye ederler. Umre için ihram ede­cekleri vakit ise, kendilerine en yakın bulunan hılle kadar çıkıp, oradan ihram ve telbiye ederler, önünde bir mîkaat bulunup, oradan ihrama girmiş afakîler bile Mekke'ye girip hacc veya haccla birlikte bir umre yaptıktan sonra, tekrar bir umre yapmak İstediklerinde, yine en yakın hılle kadar gidip, oradan tekrar ihram ve telbiye ederler. Amma böyle bir afakî herhangi bir sebeble mîkaatlar-dan dışarı çıktığında tekrar Mekke'ye dönerken önünde hangi mîkaat varsa o mîkaattan ihram ve telbiye eder.
[30] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "Peygamber Yemen ahâlîsi için Yalemlem'i mîkaat ta'yîn buyurdu" fıkrasıdir.
el-Esrem, Ahmed'den hikâye etti ki, Ahmed'e:
—  Peygamber (S) mîkaat lan hangi  sene içinde ta'yîn etti? diye soruldu. Ahmed:
—  Hacc yaptığı yılda, diye cevâb verdi.
İlim Kitâbı'nda İbn Umer'in "Bir kimse mescidde ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah, bizim nereden i'tibâren ihram edip yüksek sesle telbiye okumamızı emredersin?..." lâfzıyle olan hadîsi geçmişti (Fethu'l-Bârî).
[31] Abdullah ibn Umer'in bu hadîsine göre Irâklılar'ın mîkaatı Peygamber tara­fından ta'yîn ve tahsis edilmiş değildir. Bu sebeble Irâklılar'ın mîkaadı bâzı âlim­lerin tenkidine uğramıştır. Fakat Tahâvî'nin Hz. Âişe'den gelen rivayetinde Zâtu Irk'ın Iraklılar'a Peygamber tarafından mîkaat ta'yîn buyurulduğu açıkça bil­dirildiğinden, bu tenkîdler yerinde değildir.
Buranın Zâtu Irk diye isimlendirilmesi, burada ırk, yânı küçük bir dağ bu­lunmasından dolayıdır. Burası, ılgın ağacı bitiren çorak bir arazîdir. Zâtu Irk'-la Mekke arasında iki merhale ve kırkiki millik mesafe vardır. Burası Necd ile Tihâme'yi ayıran hudûddur (İbn Hacer).
[32] Asıllarda böyle unvansız olarak sâdece "Bâb" şeklindedir. Bu, kendinden ön­ceki bâbdan bir fasl menzilesindedir. tki bâb arasındaki   münâsebet, gelecek hadîsin mîkaattan ihrâmlanmak  istenildiği sırada iki rek'at namaz kılmanın müstehâblığma delâleti yönündendir. Bâzı sarihler buraya "Bathâ'da inmek ve Zu'1-Huleyfe'de namaz kılmak" şeklinde başlık koymuşlardır (İbn Hacer).
Ebu'1-Vakt nüshasında -bâzı i'timâd edilen asıllarda gördüğün gibi- "Zu'l-Huleyfe'de namaz babı" şeklindedir (Kastallânî).
[33] Peygamber'in bu iki rek'at namazı burada Mekke'ye giderken mi, yoksa dö­nüşte mi kıldığı, bu rivayette bildirilmemiştir. Bu namazı Mekke'ye giderken kılmış olması, Buhârî'nin tertibine göre, daha zahir görünüyor.
Şârih Kastallânî: Bu iki rek'at namaz, Mekke'ye giderken kıldığı ihram na­mazı yâhud iki rek'at seferi ikindi namazı veyâhud da Mekke'den dönüşte kıl­dığı namazdır, demiştir.
[34] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Rasûlullah Şecere yolundan çıkar idi" fık­rası dır.
Rasûlullah'ın Zu'* 'uleyfe'de geceleyip, sabahleyin Medîne'ye hareket et­mesi, şehre gündüz girmek içindir
[35] Akîk vâdîsi, Bakî'a yakın bir vâdîdir ki, Medine ile bu vâdî arasında dört mil kadar bir mesafe vardır (Kastallânî).
Cibril'in edâ edilmesini tavsiye ettiği bu namazın, İhram namazı olduğu açık­tır (Kirmânî).
"Hacc içinde umre" ta'bîri, hacc ile umreyi bir ihramda cem' etmek de­mek olan Kıran Hacci'nı ifâde eder. Binâenaleyh Peygamber Veda Haccı'nda Kaarin idi ve bu, vahyin gereği idi. Buna göre Kıran Haccı, İfrâd Haccı'ndan ve Temettü' Haccı'ndan daha faziletli oluyor. Haccın bu üç nev'i bu kitâbda çok geçeceği için, bunları kısaca ta'rîf edelim:
İfrâd Haca: Umresiz, yalnız haccdir. Yalnız hacc yapana Mufrid denir. Hac­cın diğer iki nev'İnde, hacc İle umre cem' edilir.
Temettü' Haccı: Hacc ile umreyi ayrı ayrı ihramlarda edâ etmektir. Şöyle, ki, hacı mîkaatta ihrama girdiği sırada, ihram namazından sonra "Yâ Allahîı Ben umre yapmak istiyorum. Bana bunu kolaylaştir ve kabul eyle" der ki, bu, yalnız umreye niyettir. Sonra telbiye eder. Mekke'ye girdiğinde Ka'be'yi tavaf, — Safa ile Merve arasında sa'y edip tıraş olur. Umresi bu suretle edâ edilmiş olur. Artık hacı ihramdan çıkıp, mu'tâd olan elbisesini giyer, Mekke'de kalır, thrâm hâlinde koku sürünmek ve eşi yanında ise onunla cinsî münâsebette bulunmak gibi haram olan şeyler halâl olur. Nihayet Zu'1-hicce'nin sekizinci terviye günü, yeniden hacc için ihrama girip, sırasıyle bütün hacc meriseklerini yerine getire­rek haccı da îfâ eder...
Kıran Haccı: Umre ile haccı bir ihramda cem' etmektir. Umre İle haccın ikisine birden niyet ettiği için, Mekke'ye gelip tavaf ve sa'y ettikten sonra mutemetti' gibi ihramdan çıkamaz. Bütün hacc menseklerini îfâ edinceye kadar ihram hâli devam eder.
Bir de Hedy = Kurbanlık şevki vardır ki, bu nadiren yapılır. Böyle boynu­na kılâde ve nişane takılarak kurbân sevkeden hacı da mîkaattan, haccın so­nuna kadar mutemetti' olsa bile ihramdan çıkamaz.
[36] "Akîk adıyla anılan on yer vardır. Bunlar içinde meşhur olan ve Arab şiirlerin­de kendisinden çok bahsedilen Akîk, Medîne Akîki'dir. Bu Medine'ye dört mil uzaklıktadır" (Yâkût el-Hamavî).
[37] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Kendindeki kokuyu üç kerre yıka!" kavlin-dedir. Metindeki halûk, zağferân karıştırılmış boyalı güzel bir kokudur; Arab-lar'a mahsûstur.
Bu vak'a İbn Hazm ve başkalarının beyânına göre Hicret'in sekizinci yılın­da Huneyn gazasından dönülüp ganîmet mallan taksim edildiği zaman olmuş­tur. Huneyn ile Cı'râne, birbirine yakın mesafededir.
Onuncu yılda yapılan Veda Haccı'nda ise Âişe annemizin, Peygamber'in bizzat ihramı için koku sürdüğünü, bundan sonra gelecek hadîste göreceğiz.
Muhtemil ki, bu soran zât, ihrama nasıl girileceğini bilmiyordu. İhram ile beraber eski ve kirli elbiselerini de giymişti. Bu boyalı koku bedenine ve elbise­lerine sinmişti. Zâten hadîs metnindeki "Mutedammıhun" lâfzı, böyle "boyalı kokuya bulanmış" ma'nâsınadır.
Rasülullah, ona ihrama girmesini öğretmiş oluyor. Peygamber'in ona "Hac-cmda yapacağın fiiller gibi umren içinde de yap" buyurmasından, o zâtın daha evvelden hacc fiillerini bildiği ve fakat umreyi bilmediği anlaşılır.
[38] Atâ'nın İbn Cureyc'e verdiği bü cevâb da, Peygamber'in o zâta boyalı ve kirli elbiselerini ve bedenini temizletmek ve pampâk eylemek kasdetmiş olduğu gö­rüşüne kuvvet kazandırıyor.
[39] Buhârî bu başlıkla, bundan önce geçen hadîsteki güzel kokuyu yıkama emrinin elbiseye nîsbetle olduğunu beyân etmek istemiştir. Çünkü ihrâmlı, boya sürül­müş birşey giyemez. Nitekim bu husus biraz sonra gelecektir.
Kokuya gelince, onun bedende devam etmesi men' olunmaz. Buhârî, koku fıkrasına taranma, yağlanma gibi şeylerin de dâhil olduğunu ifâde etmiştir (İbn Hacer).
[40] İbn Abbâs'ın bu sözünü Saîd ibn Mansûr ile İbn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmişlerdir.
er-Reyhân: Râ'nın fethiyle fesleğen ta'bîr olunan güzel kokulu bitkiye de­nir. Bir kavle göre mutlaka güzel kokulu olan bitkiye yâhud uçlarına yâhud yap­raklarına denir ki, koku yeridir... (Kaamûs Ter,).
[41] Atâ'nın bu sözünü İbn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmiştir.
et-Hitnyân, hâ'nın kesriyle uçkura ve kuşağa denir, ve dağarcığa denir ki, içine zâd ve zade koyup bele kuşanırlar (Kaamûs Ter.).
[42] İbn Umer'in bu fiilini, Saîd ibn Mansûr senediyle rivayet etmiştir.
[43] Âişe'nin bu re'yini de Saîd ibn Mansûr senediyle rivayet etmiştir. Bu rivayette Âişe, beraberinde kendisine hizmet eden oğlanları olduğu hâlde hacc etmiş, oğ­lanlar hevdecini bağlarlarken bedenlerinden bâzı yerleri meydana çıkmış, bu­nun üzerine onlara ihrâmlı oldukları hâlde kısa iç donları giymelerini emretmiş, onlar da kısa iç donları giymişlerdir. Bu Âişe'nin içtihadıdır. Cumhur İse kısa­sı ile uzunu arasını ayırmayıp, ihrâmlıyı don giymekten men' etmişlerdir (Kas-tallânî).
et-Tubbân, rummân vezninde galîz avret yerini örtecek küçük iç dona de­nir. (Kaamûs Ter.).
[44] Hadîsin başlığa uygunluğu, bu kokunun parıldaması, Peygamber'in ihrama gi­rerken sürdüğü kokudan ileri gelmesi yönündendir. Bu da yalnız kokunun de­vamına değil, koku maddesinin aynının varlığına da delâlet eder. Aişe ' 'Bakıyor gibiyim" sözüyle, bunun muhakkak olduğuna, kat'ÎIİğine işaret etmiştir.
[45] Mü'minler anasının bu sözü, ihrama girerken koku sürünmeyi caiz görmeyen İbn Umer'in sözüne cevâbdır...
Bu hadîslerden ihrama girerken güzel kokular sürünmek müstehâb oldu­ğu, ve o kokuların ihramdan sonra payidar olmasında bir be's olmadığı istidlal olunmaktadır. Nitekim imamlardan Sevrî, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, Dâvûd Za­hirî ve diğerleri; sahâbîlerden de Sa'd ibn Ebî Vakkaas, tbn Abbâs, İbnu'z-Zubeyr, Muâviye, Âişe, Ümmü Habîbe hazretleri ile birçok tabiîler, fakîhler ve hadîsciler toplulukları bu ictihâddadırlar.
İmamlardan Zuhrî, Mâlik, Muhammed ibnu'l-Hasen ile birçok sahâbîler ve tabiîler ise bunu caiz görmezler
[46] el-Teibîd, başın saçlarını yapışkan bir madde ile birbirine toplayıp tutturmak tır. Telbîdin fâidesi, ihramda saçların dağılmaması ve eziyet verici haşerelerden korunmaktır. Bundan ihram sırasında saçları böyle toplamanın müstehâb oldu­ğu hükmü alınmıştır. Şafiî bunun müstehâb lığın a hükmetmiştir.
[47] İbn Umer'in bu rivâyetiyîe, bundan iki bâb sonra gelecek İbn Abbâs hadîsi ara­sındaki zıdlaşmayı gideren ve bundaki darlığı kaldıran bir hadîs şudur: Ebû Dâ­vûd ile Hâkim, Saîd ibn Cubeyr tarikiyle İbn Abbâs'tan rivayet ettiler. Saîd ibn Cubeyr dedi ki: Ben İbn Abbâs'a:
—  Rasûlullah'ın telbiyesi hakkında, Rasûlullah'ın sahâbîleri arasındaki ih­tilâftan dolayı hayret ettim, dedim.
İbn Abbâs şöyle cevâb verdi:
—  Rasûlullah Zu'1-Huleyfe Mescidi'nde iki rek'at namaz kıldı ve namaz­dan ayrılınca telbiye etti. Bunu bir kısım sahâbî işitti ve belledi. Sonra devesine bindi, deve doğruluncaya kadar telbiye etti. Bunu da evvelki telbiyeyi duyma-
[48] Bu hadis ilim Kitabı’nın sonunda da geçmişti. Burada bab başlığına delaleti meydandadır
[49] Bu hadîsten binekli hacc etmenin fazileti anlaşılmıştır. Bundan, Akabe cemre­sini taşlayıncaya kadar telbiye okumaya devam etmek hükmü de alınmıştır.
Peygamber çok mühim bulduğu seferlerde sahâbîlerin zekî, hafızası kuv­vetli gençlerini devesinin arkasına bindirirdi. Tâ ki o genç, cereyan edecek hâdi­seleri ve onlar hakkında Peygamber'in sözlerini ve fiillerini iyice bellesin, sonra ümmete nakletsin. İşte Veda Haccı'nda da Peygamber hacc menseklerini üm­mete İyice öğretmek istediği için yanından redîf eksik etmiyordu. Bundan dola­yı hakîkaten hacc menseklerine dâir hadîsler pek çoktur ve rivayet yolları da boldur.
[50] Buhârî, bundan önceki bâbda ihrâmlmın giyemiyeceği şeyleri beyân edince, bu­rada ihrâmlının giyebileceği şeyleri beyân etmeye başlamıştır. Sıyâb, sevb'in cem'-idir. Sevb, kumaş, elbise ma'nâsınadır. Erdiye, ridâ'nm cem'idir. Ridâ, vücûdun üst yansım örten bezdir.  Uzr veya uzur, izâr'm cem'idir. îzâr ise, vücûdun alt yarısını örten bez ve kumaştır (Umdetu 'l-Kaarî).
[51] 51  Âişe'nin bu fiilini Saîd ibn Mansûr, senediyle rivayet etmiştir.. et-Usfur, san bo­ya yapmakta kullanılan bir bitkidir. Türkçe'de tahrîf ile aspur ve tohumuna aspur tohumu denir...
[52] Aişe'nin bu sözlerini Beyhakî, senediyle rivayet etmiştir. el-Lisâm, kitâb vez­ninde, kadınların ağızlarına tutundukları örtüye denir ki, yaşmak ta'bîr olunur. et-Telessüm, tefa'ul vezninde, kadın yaşmaklanmak ma'nâsınadır.
el-Burku', el-Burka', el-Burkû': Kadınların yüzlerine tutundukları peçeye denir... Teberku', peçelenmek ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
el-Vers: Vâv'ın fethi ve râ'nm sükûnu ile simsim tarzında bir nebat adıdır; Yemen ülkesine mahsûstur. Bir defa ekildikte yirmi seneye dek çiçek ve meyve vererek kalır... Ve onunla boyanmış libâs giymek cimâyı kuvvetlendirir. Ve ba­zen dağ servisi ve dedikleri nebatta ve şâir eşcârda dahî hâsıl olur. Husû-san Habeş ülkesinde dahî olur, lâkin ekilmiş olanda alçaktır. Bu nebat, Türkçe'de alaçehre ve Yemen zağferânı dedikleridir ki, onunla sarı boyanır (Kaamûs Ter.).
[53] Câbir'in bu sözünü, Şafiî ve Müsedded, senediyle rivayet etmişlerdir.
[54] Aişe'nin bu re'yi "Kadınların tavafı bâbı"nda mevsûlen gelecektir. Bu kısmını da Ibn Ebî Şeybe, senediyle rivayet etmiştir.
el-Huff: Hâ'nın dammı ve fâ'mn teşdîdiyle... insanın ayağına giydiği çiz­meye, mest, edik, çedik, tomak makûlesi ayakkabına denir ki, üzerine mesh müm-kin ola... (Kaamûs Ter.).
[55] ibrâhîm en-Nahaî'nin bu sözünü Saîd ibn Mansûr ile Ibn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmişlerdir.
[56] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Peygamber giyilmesi âdet olan ridâlardan, izârlardan hiçbirşeyi nehyetmedi" fıkrasındadır.
Hadîsin tercemesindeki kavis arasındaki ziyâdeler, Buhârî'nin diğer rivâ-yetleriyle, Müslim'in Sahih1 indeki rivayetlerden alınmışlardır. Bunlar metnin aslı derecesinde sahîhdirler.
Hacûn, Muhassab yanında, Akabe Mescidi hizasındaki yüksek dağdır. Ka'-be'den birbuçuk mil uzaklıktadır (Umde/u 't-Kaarî).
Kılâde; kurbanlık hayvanın boynuna takılan nal ve mezâde gibi nişanedir. Böyle alâmetli kurbâna Kur'ân dilinde Hedy denilmiştir. Bu kurbân deveden,
sığırdan^ davardan olur. Kurbân varacağı varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin... "(el-Bakara:196) âyeti gereğince hacının Ka'be'ye bir ihtiram hediyesi olarak sevkettiği bu kurbân, nahr günün­de Minâ'da kesilmedikçe kurbân sahibi olan hacı tıraş olmaz, ihramdan çık­maz. Hedy şevkinin bu zorluğundan dolayı, son zamanlarda beraberinde kurbân sevk etme işi terkedilmiştir.
Peygamber'in Mekke'ye varınca tavaf, sa'y ettikten sonra Hacûn mevkii­ne konup, Arafat'tan dönüp gelinceye kadar bir daha Ka'be'ye yaklaşmaması­nın sebebi meşguliyet idi; yoksa nafile tavaf etmesine hiçbir mâni' yoktu, denilmiştir (Umdetu'l-Kaarî).
[57] Buhârî'nin bu başlıktan muradı, mîkaatta gecelemenin meşrû'luğunu isbâttır. Orada gecelemenin, ihramı geciktirme olmayacağı; bunun mîkaadı ihrâmsız geçen kimseye benzemiyeceğini göstermektir
[58] Buhârî bununla İbn UmerMn "Peygamber'in Şecere yolundan çıkışı bâbı"nda geçen hadîsine işaret etmiştir:
[59] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır.
[60] Bu da, yukarıdaki hadîsin diğer bir tarîkidir. Bunda öğle ve ikindi namazları açıkça zikredilmiştir
[61] Bu hadîs, sonundaki ziyâde ile geçen hadîsin başka bir tarîkidir. Bundan Pey­gamber'in ve sahâbîlerin telbiyeyi yüksek sesle söyledikleri, Peygamber'le bir kısım sahâbîlerin Kıran Hacca niyet ettikleri anlaşılmıştır.
[62] Hadîsin bâb başlığına delîlliği açıktır. Çünkü hadîs, telbiyenîn lâfızlarını beyân etmektedir. (Kaamûs Ter., I, 481-482'de telbiyenin güzel bir açıklaması vardır.)
Allah Taâlâ ''İnsanlar içinde haccı i'lân et!... "(eI~Hacc:27) emriyle insanla­rı Ka'be'yi ziyaret etmeye çağırmıştı. İşte bu telbiye lâfızlarıyle Allah'ın bu da'-vetine tekrar tekrar icabet edilmektedir. Bu lâfızlarla İcabet, tâ Ibrâhîm Peygamber'den beri devam edip gelen ve kıyamete kadar da hiç durmadan de­vam edecek olan ebedî bir icabettir
[63] Bu hadîsin de bâb başlığına delâleti bundan önceki hadîsin delâleti gibidir. Bu Âişe rivayetinde, bundan önceki İbn Umer rivâyetindeki Ve*l-mülke lâ şerike
'■'-   leke kavli, kısaltma olarak düşmüştür. Buhârî bu hadîsi, ötekinin ardından içinde Peygamber'in telbiyeye devam ettiğine delîl bulunduğu için getirmiştir.
[64] Bu mutâbaatı Müsedded, kendi Müsned'inde mevsûlen rivayet etmiştir. Bunu Cûzâkî de, Abdullah ibn Hâşim tarîkinden tahrîc eylemiştir.
[65] Şu'be'nin bu hadîsini Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, kendi Müsned'inde senediyle ri­vayet etmiştir. Ahmed ibn Hanbel de Gunder'den; o da Şu'be'den olmak üzere tahrîc etmiştir. Bu tarîk, Ebû Atıyye'nin bu hadîsi Âişe'den işitmesini ifâde et­miştir
[66] Çünkü bunların beraberlerinde kılâdelenmiş hedyleri, yânî kurbanlıkları yok­tu. Bunun için umre yaparak ihramdan çıktılar
[67] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu   "Rasûlullah Allah'a hamd etti, tesbîh etti ve tekbîr eyledi..." kavlindedir.
[68] Denildi ki, mübhem olan "bâzıları"ndanmurâd, Ismâîl ibn Uleyye'dir. Ham-mâd ibn Seleme olması da muhtemildir, denildi.
Bu hadîsi el-İsmâîlî onun tarîkinden; o da Eyyûb'dan; o da Ebû Kılâbe'­den; o da Enes'ten tahrîc etmiştir. Böylece o mübhem kişinin Ebû Kılâbe oldu­ğu bilinmiştir... (Umdetu'l-Kaari).
[69] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, son fıkrasında apaçıktır.
[70] Zû Tuvâ, Mekke dışında, kuyularıyle meşhur bir yerin adıdır. Mekke'ye gelen hacıların bu kuyuların sularıyle yıkanmaları müstehâbdır (Umdetu'l-Kaarî).
[71] Buhârî, bu mutâbaatı "Mekke'ye giriş sırasında yıkanma bâbı"nda mevsûlen rivayet etmiştir.
[72] Bu hadîsin geçen hadîsten fazlalığı, ibn Umer'in güzel kokusu bulunmayan bir yağ ile yağlanması fıkrasidır. ibn Umer bu yağı, haşereleri kendisinden men* etmek maksadıyle sürerdi. Güzel kokulu şeyden de ihramı korumak için çekinirdi.
[73] Hadîsin başlığa uygunluğu "Vâdî içinde aşağıya indiğinde telbiye eder gördüm" fikrasıdır.
Hadîsteki nazar( = bakma), hakîkî bakma ma'nâsınadır. Allah, Peygam­ber'in ruhunda müstesna bir kudret yaratmıştır ki, o sayede bakışlardan uzak olan şeyleri ru'yâda nasıl görürse, onu uyanık iken de aynı hâlde görürdü, tsrâ hâdisesi bunun en yakın bir şahididir. Şübhesiz Peygamberler, Allah katında ebedî diridirler, nzıklandırılırîar. Müslim'in Sahîh 'inde Enes'ten gelen rivayette, Peygamber, Musa'yı Mi'râc sırasında kabrinde ayakta olarak namaz kılarken
görmüştü.
Şu da caizdir ki, Peygamber, Musa'yı ru'yâda telbiye ederken görmüştü. Fakat Mûsâ ibn Ukbe, bu hadîsi Nâfi'den rivayet ederken, bu suretle tasrîh et­miştir. Peygamberlerin ru'yâları ise haktır; vahy'dir (Kastallânî).
ibn Hacer ise; bu konudaki görüşleri sıraladıktan sonra: Bence mu'temed olan, bunun ru'yâ olmasıdır, demiştir (Fethu'l-Bârî).
[74] Buhârî burada da âdeti üzere yürüdü. O, Kur'ân'da yâhud sünnette gelen keli­melerden birçok ma'nâlarda kullanılan bir madde gördüğünde, bunu zikr ve beyân eder ve birkaç ta'bîr getirir... Burada da asılları meydana çıkmak ve ses yükseltmek ma'nâsına olan yukarıki fiilleri bunun için ayrı ayrı bâblardan misal­leriyle getirmiştir (Umdetu'l-Kaarî).
[75] Hadîsin bâb başlığına şâhid olan yeri "Başının saç örgülerini çöz, saçlarını ta­ra, umreyi terk et ve hacca niyetle telbiye et!" buyuruğudur.
Bu hadîs, değişik bir sened ve farklıca bir metin ileHayz Kitâbı'nda da geçmişti
[76] Bunu Peygamber ikrar edip kabul eylemiştir. Buhârî'nin burada "Peygamber zamanında" diye zamanla kayıdlaması, Peygamber'den sonra bunun bizlere caiz olmayacağına bir işarettir. Bu hususta mezheb imamlarının farklı görüşleri var­dır. Bu muallak ihram, fulân zâtın ihrâmlandığı gibi ihrâmlanıyorum diyerek ihrâmlanmaktır
[77] Buhârî bu İbnu Umer hadîsini Magâzî Kitâbı'nda "Alî'nin Yemen'e gönderil­mesi bâbf'nda getirmiştir-
[78] Bu, Habîb el-Mualiim tarîkinden; o da Atâ'dan; o da Câbir'den olmak üzere "Ten'îm Umresi bâbi"nda gelmiştir. O hadîste Surâka'nın Rasûlullah'a, Aka­be cemresine taş atarken rast geldiği ve: Yâ Rasûlullah, bu size has bir şey mi­dir? diye sorduğu; Peygamber'in ona; "Hayır, bize has bir şey değil, ebediyete kadar böyledir" buyurduğu (yânî, Kaann için umre fiilleri hacc filleri içine dâi­ma girer, bu, bu yılın hususiyeti değildir buyurduğu) zikredilmektedir.
Bu hadîsin bâb başlığına şâhid olan yeri, Peygamber'in Alî'ye: İhramı üze­rinde kalmayı devam ettirmesini emir buyurmasıdır.
[79] Bu hadîsin de bâb başlığına delîlliği meydandadır.
[80] Bu hadîsin de bâb başlığına şâhidliği, Ebû Mûsâ'mn Peygamber'in sorusuna: "Ben de Peygamber'in ihrama girişi gibi ihrâmlanıp telbiye ettim" şeklindeki cevâbıdır.
Buhârî bu hadîsin son kısmını çok kısaltmıştır. Hadîsin son kısmı, Umer devrindeki görüş ayrılığıdır. Hadîsin bu kısmı Müslim'de daha geniş olduğu için, oradan nakledelim:
Müslim'in rivayetinde Ebû Mûsâ "Kadın başımı yıkadı" dedikten sonra, şöyle devam ediyor:
"Sonra ben (Arafat'a çıkılacağı sırada) hacc için ihrama girdim. Bu hacc fiillerini soranlara ben, Ebû Bekr ve Umer'in halifelik zamanlarında bu yolda fetva verirdim. Bir hacc mevsiminde yanıma birisi geldi ve:
—  Yâ Ebâ Mûsâ! Sen Emîrü'l-Mü'minîn'in hacc hususunda ortaya koy­duğu şeyi bilmiyorsun (sen bize başka türlü söylüyorsun), dedi.
Bunun üzerine ben de halka karşı:
— Ey İnsanlar! Biz hacc hakkında kime fetva verdikse acele etmesin, işte Mü'minlerin Emîri yanınıza geliyor. Onun sözünü alsın (benimkini bıraksın). Sizler haccımzı Mü'minlerin Emîri'nin emri üzere tamamlayınız! dedim.
Umer Mekke'ye gelince, ben kendisine:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Hacc fiilleri hakkındaki meydana çıkardığın bu ictihâd nedir? diye sordum.
Umer:
— Allah'ın Kitâbı'nı ele alırsak, Allah "Haca ve umreyi Allah için tamam­layınız... " (el-Bakara: 196) buyurdu. Peygamber'in sünnetini alırsak, o da kurbân kesmeden ihramdan çıkmayı halâl kılmamıştır, dedi (Müslim, Hacc).
Yânî Umer, haccı feshedip umreye dönmeyi ve temettü' haccını hoş gör­müyor; ihramın devam etmesini ileri sürüyordu. Ebû Mûsâ ise Mekke'ye gelin­ce tavaf ve sa'y ile ihramdan çıkılabilir... diyordu.
Yukarıda hacc nevi'lerini anlatmıştık. Hacc fiillerini tamamlayıncaya ka­dar ihramın devamı, iki surette olur: Birisi, hacı ih,râma girerken hacc ile umre-;: yi bir ihramda îfâ etmeye niyet etmekle. Bu kaarın haccı yapan, Minâ'da kurbân . kesinceye kadar ihramdan çıkamaz. Öbürüsü de: Kur'ân dilinde hedy denilen 'W ve kurbân edilmek üzere hıll'den hareme getirilen kurbanlıktır. Hacının bu kur-'"! bânhğıni yanında getirmesiyle olur. Bu hâlde de hacı, getirdiği kurbanlığını Mi­nâ'da kesmedikçe, ihramdan çıkamaz.
Ebû Mûsâ, açıkladığımız bu iki hâl, yânî kıran haccına niyet etmek veyâ-hud hedy sevk etmiş olmak hâlleri dışında ihramın devamına kaani' değildi. İh­ramdan çıkılıp temettü' yapılabileceğini de ileri sürüyordu.
Umer ise temettu'dan nehyediyordu. Nevevî: Umer'in bu nehyi ifrâd hac-cına tergîb için vâki' olan tenzîhî bir nehiydir, demiştir. Mâzerî de: Umer, te-mettu'un bâtıllığına değil, fakat ifrâd hacem daha faziletli olduğuna kanâat ederek men' etmiştir, diyor.
Sonra temettu'un kerâhatsiz olarak cevazı hakkında icmâ' meydana gel­miştir.
[81] Yânî buradaki iki âyetin tefsiri hakkında bâb.
[82] îbn Umer'in bu haberini, Taberî ile Dârakutnî senediyle mevsûl olarak rivayet etmişlerdir.
[83] İbn Abbâs'ın bu sözünü de tbnu Huzeyme, Dârakutnî ve Hâkim mevsûlen ri­vayet etmişlerdir.
[84] Usmân'ın bu içtihadını da Saîd ibn Mansûr senediyle rivayet etmiştir. Bu Kir­man ismi, "Kermân" şeklinde de zabt edilmiştir
[85] Âişe annemiz, hayızlanmasi sebebiyle umre yapamayacağı için, hacc ile umreyi cem' edemiyeceğinden dolayı üzülmüştü. Yânî onun ağlaması, bu hâlde iken hem haccın, hem de umrenin rükünlerinden olan ifâda tavafının mümkin ola­mamasıdır. Bilindiği üzere hayızlmm tavafı caiz değildir.
[86] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Hacc aylarında, hacc gecelerinde, hacc hâl­lerinde Rasûlullah'ın beraberinde yola çıktık" fıkrasmdadır.
[87] Buhârî hadîsteki "Lâ yadîruki( = Sana zarar vermez)"-kavlinde, biri böyle ec-veften birinci ve ikinci bâblardan, öteki de muda'aftan "Lâ yadurruki" şeklin­de rivayet olunca, bu ecvef fiilin birinci ve ikinci bâblardan kullanıldığını; ma'nâsının da "Darra yadurru"ya denk olduğunu bildirmiştir.
[88] Buradaki hacc nevi'lerini daha önce anlatmıştık. Şimdi kısaca tekrar edelim:
Temettü'Hacc: Hacc aylarında yalnız umre niyetiyle ihrama girmek, tavaf sa'y, tıraş ile umreyi bitirdikten ve ihramdan çıktıktan sonra, yine o sene içinde hacc içinde ihrâmlanıp hacc menseklerini îfâ etmektir. Yânî umre ile haccı ayrı ayrı ihramlarda cem' etmektir.
Ikrân veya Kıran Hacc: Umre ile haccı bir ihramda cem' etmektir.
Ifrâd Hacc: Mîkaatta yalnız hacc için ihrâmlanmaktır.
Haccın Feshi: Hacc için ihrâmlanıp Mekke'ye 'geldikten sonra, hacc niyeti­ni bozup, umre niyetine geçmek ve umre niyetiyle tavaf ve sa'y ederek İhram­dan çıkmak ve bu surette mutemetti' hacısı olmaktır. Kıran Haca ile îfrâd Haca nda imamlar arasında ihtilâf geçmemiştir. Haccm feshinin cevazı hak­kında ise ihtilâf edilmiştir.
[89] Mü'minlerin annesinin böyle demesi, eskiden hacc ayları içinde umreye niyet edilemez  tıkaadmda bulunduğu içindir. Câhiliyet zamanında İbrahim Dîni nin Öğrettiği nüsük ve ibâdetlerden yalnız hacc ve umrelpâyidâr olmuştu1 ki, o da birçok bid'atler ve bâtıl İ'tikaadlarla karışmış bir hâlde idi. Bu cümleden olmak üzere hacc aylan içinde umre niyetiyle ihlâl, yânî ihrama girip telbiye ile ses yükseltmek caiz sayılmazdı. Veda Haccı'na kadar bu i'tikaadı bozacak yeni bir teşrî' vâki' olmamıştı. Bundan dolayı müslümânlar ihrama girdikleri vakit hep hacc niyetiyle girmiş bulunuyorlardı. Bilhassa hedy sevk eden Rasûlullah'm niyetine mutâbaaten, hepsi o niyette idi. Hacc kaafilesi Mekke'ye yak­laştığında  -büyük  ihtimâlle  Şerifte-  Rasülullah: "Birlikte hedy  (kurbân) getirenlerden mâada her kim varsa haccıfesh ederek umreye niyet etsin" diye teblîğ buyurdu. Câhiliye Arabları'nın bu husustaki amel ve i'tikaadını bozdu. İsteyenler hacc ayları içinde de umreden temettu'a yânî istifâdeye imkân buldular. Fakat herhalde Medîne'den çıkarken umûmun niyeti hacc idi. Bundan dolayı mü'minlerin annesi "Haccdan başka bir niyetimiz olduğunu bilmeksizin..." demiştir.
Şerif, Mekke'ye takriben on mil mesafede olan bir yerin İsmidir.
[90] Hadîsin, bâb başlığındaki "Haccm feshi" mes'elesine delîl olan yeri burasıdır. Peygamber'in beraberlerinde kurbânları bulunmayanlara umre yapıp ihramdan çıkmalarını emretmesi, hacclarını feshedip, umreye çevirmelerini emretmesi de­mektir. Bu emir de, durumu uygun olanlar tarafından aynen uygulanmıştır.
[91] Bu akrâ ve halkaa kelimelerinin aslı, yaralamak ve kökünden söküp atmak ma'-nâlarınadır. Bu kelimeler Arablar arasında yayılmış, kullanılmış; ancak hiçbir zaman va'z olundukları hakîkat ma'nâsi kasdedilmemiştir. Bunlar "Teribet ye-dâhu, kaatelehullahu" ta'bîrleri gibidir, denilmiştir. Akr'm kesmek, yaralamak, kan akıtmak; halk'm da tıraş edip kökünden kazımak ma'nâları; kadının hayız kanı akıtması ve bu musîbeti ile de hacc kaafilesini Medîne yolundan habsedip ahkoyucu olması ma'nâlarını sezdirir.
[92] Bundan evvel geçen Âişe hadîsindeki "Hacc seferine çıktığımızda biz yalnız hacc edileceğini zannediyorduk" sözüyle buradaki "Kimimiz umre niyetiyle ihrama girip telbiye etmişti..." sözü arasında zıdlık görülmemelidir. Âişe'nin oradaki bu zannı, Medine'den çıkarken ve Peygamber tarafından haccın bu üç nev'i tebliğ edilmezden evvel vâki' olan bir kanâat idi. Âişe'nin bu hadîsinde ise ihram sı­rasında Peygamber tarafından bildirilerek bu üç nevi' niyetle ihrama girildiği haber verilmiştir. Bu gibi tercihlere dikkat edilmezse, Âişe'nin rivayetleri ara­sında zıdlık var gibi görülür... (Kirmânî).
[93] Hadîsin başlığa uygunluğu "Alî hacc ve umreye niyet ile ihram edip.... telbiye eyledi" ifâdesindedir. Alî'nin son cümlesi, kıyamete kadar eskimeyecek sağlamlık ve güzellikte bir dînî düstûrdur. Bu düstûr, dînî işlerde Allah ve Peygamber'-den başka hiçbir merci' ve otoritenin sultasının kabul edilmemesi esâsını en ve-cîz bir tarzda ifâde etmiştir.
[94] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "Peygamber sahâbîlerine hacclannı umreye çe­virmelerini emretti" kaylindedir. Çünkü bu emir, haccın feshedilip umreye çev­rilmesinden ibarettir.
[95] Buhârî bu hadîsi burada kısaltılmış olarak getirmiştir. Bunun tamâmı "Peygam­ber zamanında, Peygamber'in ihrama girişi gibi ihrama giren kimse bâbı"nda da geçmişti
[96] Hadîs burada iki yoldan getirilmiştir.
Telbîd, başın saçlarını yapışkan bir madde ile birbirine tutturmaktır. Bu­nun fâidesi saçların dağılmaması ve eziyet verici haşerelerden başı korumaktır. Bunun hakkında daha önce de bilgi verilmişti.
[97] Hadîsin başlığa hüccetliği "Ben temettü' haccı yapmak istedim, İnsanlar beni nehyetti... İbn Abbâs bana temettü' haccı yapmamı emretti" fıkrasidır.
Ebû Cemre'yi temettü' haccından nehyedenlerin kimler olduğu hadîsin ta­rîklerinde bildirilmemiştir. Bu suâl ve nehy vak'ası, Abdullah ibn Zübeyr'in emîr-liği zamanında cereyan etmiştir. Müslim Sahîh'inde: İbnu Zübeyr'in temettu'dan nehyeder, ifrâd hacca teşvik eyler olduğunu rivayet etmiştir (tbn Hacer).
[98] Hadîsin bâb başlığına hüccetliği meydandadır. Bâzı Buhârî nüshalarında bu ha­dîsin sonunda şu ziyâde vardır: Buhârî dedi ki: Bu Ebû Şihâb'ın Peygamber'-den, bu hadîsten başka müsned bir hadîsi yoktur.
[99] Alî, böylece Kıran Haccı'na niyet etmiş oluyor. Hadîsin başlığa uygunluğu mey­dandadır.
Usfân, Mekke'ye otuz mil mesafede büyükçe bir köydür.
[100] Hadîsin başlığa hüccetliği ''Lebbeyke Allâhumme lebbeyke bVl-hacct" kavlin-dedir. Çünkü hem telbiye etmiş, hem de "bi'1-haccı" sözüyle ihramının nev'ini isimlendirip ta'yîn eylemiştir. Bundan, haccın nev'ini ta'yîn etmenin daha fazi­letli olduğu ve müfrid yâhud mutemetti' yâhud kaarın olsun; telbiyesi içinde haccının ismini söylemesinin de efdal olduğu hükmü alınmıştır (Umdetu'l-Kaarî).
[101] Ebû Zerr nüshasında: "Peygamber (S) zamanında temettü* bâbî" tarzındadır. İbn Hacer ile Aynî, Ebû Zerr nushasındaki başlığı almışlardır. Hadîsin lâfzı da Ebû Zerr nüshası başlığına daha uygundur.
[102] İmrân ibn Husayn'ın, temettu'un cevazına dâir Kur'ân'da nâzii olduğunu bil­dirdiği âyet: '*... Kim hacca kadar umre ile fâidelenmek isterse kolayına gelen bir kurbân (keser)... "(el-Bakara:196) âyetidir.
Müslim'in rivayeti: "Kur'ân'da temet-Eu'u tahrîm eder, urfıreden nehyeder, surette inmedi; Peygamber de Ölünceye kadar umreden ve temettu'dannehyetmedi" (yânî nesh olunmak ihtimâli de yoktur) şeklindedir
İmrân'm re'yi ile söz söyledi dediği kimse, Umer'dir, demişlerdir. Usmân ile Abdullah ibn Zubeyr'in de temettu'dan (tenzîhen) nehyeder olduklarını Müs­lim'den öğrenmiştik. İbn Abbâs'ın ise bil'akis temettu'u emrettiği biraz evvel geçmişti.
[103] Âyetteki "Zâlike = Bu" ta'bîri, temettu'a işarettir. Çünkü "Zâlike = Bu" işaret isminden önce, temettü' sözü geçmiştir.
Bu âyette temettü' ta'bîri iki kerre geçmektedir: "Femen temetten bi'1-umreti ile'1-hacc", "Sizden her kim hacca kadar umre İle fâidelenici olursa" demektir. Bu ise, umre ile haccı beraberce ihram edeni yâhud evvelâ umre ile ihrama gi­rip, onu bitirdikten sonra hacc niyetiyle ihram edeni şâmil olur. Bu sonuncusu, hâss ma'nâsıyle temettu'dur. Âmm ma'nâsıyle temettü' ise, iki kısmı da şâmil olur.. (Umdetu'l-Kaarî)
[104] Hadîsin başlıktaki âyeti tefsir ettiği açıktır.  Bu hadîsi el-îsnıâîlî de tamâm senedli olarak rivayet etmiştir.
Âyet ve İbn Abbâs'ın bu tefsiri, Mekke ve civarında oturanlar için temettü' ve kıran haecı olmayacağını, bunların dışında bütün yeryüzünden gelecek hacıların ise temettü' veya kıran haccı yapmak suretiyle fâidelenebilecekleri ve bu fâidelenme şükrânesi olarak da bir kurbân kesecekleri; kurbân bulamayan veya bedelini tedârik etmekten âciz olanlara da ihrama girdikten sonraki hacc fiille­riyle meşgul olduğu zamanlarda üç gün, haccı tamâmiyle bitirip memleketine döndüğü zaman da yedi gün olmak üzere, tamâmı on günlük oruç tutmak lâ­zım geldiği öğretilmiştir.
[105] Hadîsin başlığa delîl olan yeri: "Zû Tuvâ'da (Mekke'ye girmek için) yıkanırdı" fikrasıdır. Bu hadîs, şehirlere, medeniyet yuvalarına girişte, yolculuğun insan üzerindeki maddî manevî bütün kirlerini dışarıda bırakmak ve şehre tertemiz girmek için, yıkanmayı öğretmektedir, işte İslâm Dîni, Mekke'nin şahsında, me deniyet merkezleri olan şehirlere en medenî giriş usûlünü, kıyamete dek eskime­yecek bir esas olarak bütün insanlığa böyle öğretmiş ve öğütlemiş oluyor.
Buhârî bu hadîsi "Kıbleye yönelerek telbiye etme bâbı"nda daha uzun olarak getirmişti.
[106] Bu hadîs, bundan önce senediyle mevsûlen geçtiği için, bu başlıkta senedsiz ola­rak kısaca getirilmiştir. Bâb altında da aynı hadîsi başka bir senedle getirmiştir
[107] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, içinde başlıktaki sorunun cevâbı bulunması cihetiyledir.
[108] Bu hadîsin de başlığa delîlliği, bundan önceki haşiyede zikrettiğimiz şekildedir.
[109] Buhârî, bu sözlerinden birincisi ile Müsedded isminin doğruluk ma'nâsma olan "Sedâd''dan türetilmiş olduğu için, bu zâtın da ismi gibi çok doğru bir kimse olduğu, binâenaleyh bu zâtın ismi ile tam bir uygunlukta olduğu söylenirdi, di­yor. İkinci sözü ile'de, yukarıdaki tezkiyesiyle yetinmeyip, devrinde cerh ve ta'-dîl üstadı ve imâmı olan Yahya ibn Maîn'den, Yahya ibn Saîd el-Kattân'ın, Müsedded'in sağlamlığına dâir sözünü nakletmiştir. Buhârî bu iki sözü ile Mü­sedded'in sağlamlık, doğruluk ve sıkalıkta en son ve pek yüksek derecede oldu­ğunu belîğ bir şekilde ifâde ve isbât etmiş oluyor.
Bu Senİyyetu'l-Ulyâ'dan MekkelİIer'in makberesi olan Muallâ'ya inilir. Ve bu yola fetha ve medd ile "Kedâ" denilir, Senİyyetu's-Suflâ da Mekke'nin alt tarafmdadır. Buna da ötre ve kesr ile "Kudâ" denilir (Umdetu'l-Kaarî).
Bu Senİyyetu'l-Ulyâ'dan Mekke'nin makberi olan Hacûn'a inilir. Yüksel­mesi zor bir yoldur. Sonra sırasıyle Muâviye, Abdulmelik, Mehdî tarafından düzeltilip düzleştirildi. Sonra zamanımızda evvelâ 811 hicrî yılında, sonra da 820 yılında Melik Müeyyed tarafından bu yol inşâ edildi... (İbn Hacer).
Bizim zamanımızda (1376/1.957) ise Suudî Hükümeti bu yollan geniş geniş asfalt yollar hâlinde yeniden îmâr ve inşâ etmiştir (M.Sofuoğlu).
[110] Bu hadîsten Mekke'ye Senİyyetu'l-Ulyâ'dan girmek, çıkarken de Seniyyetu's-Suflâ'dan çıkmak müstehâb olduğu ve bu hükmün hacı, umreci veya Mekke'ye ihrâmsız giren kimseler için musâvî bulunduğu hususlarında İstifâde edilmiştir.
[111] Bu da, Âişe hadîsinin diğer bir tarîkidir. Lâkin râvî, burada giriş ve çıkış yolla­rında çevirme yapmıştır.
[112] Bu da yine Âişe hadîsinin başka bir tarîkidir. Burada Hişâm, babası Urve'nİn rivayet ettiği hadîse muhalif olarak, en çok Kedâ yolundan girmesine, bu yolun ineceği evine yakınlığını gerekçe yapmış ve buna bir ma'ziret kılmıştır. Urve Mek­ke'ye oradan girmeyi zarurî görmemiştir. Bunu arasıra yapmış; çok defa da ko­laylık maksadiyle başka yerden girme işini yapmıştır.
[113] Bu hadîsin Urve üzerine mevkûfluğu veya mürselliği hususunda ihtilâf edilmiş­tir. Buhârî iki tariki de zikredip, ayıplı olmadığını göstermiştir
[114] Bu da aynı hadîsin diğer bir tarîkten rivayetidir. Buradaki hadîslerin haşiyeleri­ni hep Umdetu'l-Kaarfden özetle naklettik
[115] Bu âyetlerin Mekke'nin, Harem'in ve onun en meşhur binası olan Ka'be'nin fazlı ile ilgisi açıktır.
[116] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ka'be bina edilirken..." kavlinden alınır. Çünkü Ka'be'nin bina edilmesi, Mekke'nin bina edilmesine ve büyük bir medeniyet ma'-mûresi olmasına sebeb olmuştur. Bu suretle hem sebeb olan Ka'be'nin, hem de müsebbeb olan Mekke'nin faziletine, hadîste bir uygunluk ve delîl bulunmuştur.
[117] Bu hadîsin de başlığa hüccetliği yukarıki hadîsteki gibidir.
[118] îbn Umer'in bu sözü, Âişe'nin rivayetini zayıflatmak ve doğruluğunda şübheye düşürmek için değildir. Çünkü Âişe, mümkin olan en yüksek derecede doğru sözlü, ezberleyici ve iyi zabtedicidir. Lâkin Arab kelâmında çok kerre teşkîk suretinde söz vâki' olur da, bundan takrir ve kesin kanâat murâd edilir. Bunun Kur'ân'-da da örnekleri vardır: el-Enbiyâ:lll; Sebe':50. âyetlerihde olduğu gibi.
[119] Âişe'nin bu hadîsleri Ka'be'nin Kureyş zamanındaki inşâsı, Peygamber'in kendi zamanında Îbrâhîm Peygamber devrindeki aslî hey'etini diriltme arzusu ve Kureyş'in İslâm'ının yeni oluşu sebebiyle gönüllerinin kırılmaması için bu işe girişmediği hakkında gayet emîn bilgiler vermektedirler.
[120]  Âişe'nin bu hadîsleri Ka'be'nin Kureyş zamanındaki inşâsı, Peygamber'in kendi zamanında Îbrâhîm Peygamber devrindeki aslî hey'etini diriltme arzusu ve Kureyş'in İslâm'ının yeni oluşu sebebiyle gönüllerinin kırılmaması için bu işe girişmediği hakkında gayet emîn bilgiler
[121] Hicr, yarım dâire şeklinde 39 zirâ'dır, alçak bir duvarla çevrili, Ka'be bitişiğin­de ma'rûf yerdir. Tavaf, bunun dışından yapılır. Bunun altı zirâ'ı ihtilafsız Beyt'­ten sayılmıştır. Altı zirâ'dan fazlasının Beyt'ten sayılıp sayılmayacağında ihtilâf vardır.
[122] en-Neml:91. âyetinin başlıkla ilgisi, Yüce Allah'ın bütün dünyâ beldeleri ara­sından Mekke'yi kendine izafe edip ayrı bir hususiyet bahşetmesi ve onu "Harem" kılması cİhetiyledir.
el-Kasas:57. âyetin başlığa ilgisi İse, Allah'ın Mekke'ye kendi tarafından bir rızık olarak bütün maddî ve ma'nevî bereketlerin toplanacağı emin bir Ha­rem kıldığını bildirmiş olmasıdır
[123] Hadîsin başlığa hüccetliği "Şübhesiz bu beldeyi Allah Harem kılmıştır... " kav-lindedir. Bu harem kılmada Mekke'nin ta'zîmi vardır. Ta'zîm edilmesi ise, di­ğer dünyâ beldeleri arasında Mekke'nin faziletine ve hususîliğine delâlet eder.
Mekke Haremi, Mescidi Harâm'ı her taraftan çevreleyen bir arazî sahası­dır. Bu arazînin dâhiline Harem ve Harem havzası, hâricine denilir. Bu Harem sahasına bir takım dînî hükümler ilgilendiğinden, Mekke Haremi'nin hududu talyîn buyurulmuş ve nişanlar konulmuştur.
İbn Abbâs'tan rivayet edilen hadîse göre, İbrâhîm Peygamber, Beyt'in in­şâsını tamamladıktan sonra Cebrâîl aleyhi's-selâm gelip, kendisine Harem hu­dudunu göstermiş, tbrâhîm tarafından buralara birer alâmet konulmuştur. Sonra İsmâîl, daha sonra Kusayy ibn Kılâb taraflarından bu alâmetler yenilenmiştir. En sonra Rasûlullah bu alâmetleri yenilemiştir. Umer de halifeliği zamanında Kureyş'ten dört zâtı gönderip, bunlar ma'rîfetiyle Harem hududunu gösteren alâmetler dikilmiştir. Daha sonra Muâviye, Abdulmelik zamanlarında da yeni alâmetler konulmuştur.
Harem'in Hududu: Medine cihetinden üç mil mesafede bulunan Ten'îm, Irak yolu üzerinde yedi mil uzaklıktaki Seniyyetu'r-Rahi, Cı'râne yolu üzerinde dokuz mil mesafede bulunan Şa'b; Tâif yolu Üzerinde yedi mil mesafede Batnu Nemire; Cidde yolu üzerinde dokuz mil mesafede Aşâir İle hudûdlanan arazî Haretn'dİr. Bunlar arasında Mekke'ye en yakın olanı Ten'îm'dir. Mekke'den umre yapmak İsteyenler ihrama girmek için Ten'îm'e çıktıklanndan, buraya Umre de denilir. îşte bu yerler Harem hududu olduğundan, Mekke'ye gidenler için buralara ihrâmsız girmek günâh sayılır.
Bu Harem hududu, mîkaatlardan başkadır. Mîkaatlar ihrama girme hu­dudu ve Mekke'ye daha uzaktır.
"Harem " unvanı Beyt'ten ve Mescid'den başka Kur'ân dilinde Mekke şeh­rine de verilmiş bir şeref unvanıdır. İşte burasının yeryüzünde başka bir örneği bulunmayan hurmetliği, emînliği, bereketliliği ve hükümleri vardır. Bunlar ile­rideki hadîslerde daha çok açıklanacaktır.
[124] el-Mescidu'l-Harâm'dan maksad, yukarıda hudûdları tanıtılmış olan Harem'in bütünüdür.
[125] Bu âyet Mescidi Harâm'da yerli, misafir bütün insanların müsâvî olduklarının Kur'ân'dan delili olmak üzere getirilmiştir. Çünkü âyette bu eşitlik açıkça belir­tilmiştir.
[126] Bunlar, Buhârî tarafından ma'nâ İle yapılan tefsirlerdir. Târî, misâfır'dir. Ni­tekim Akif de mukîm, yânî ikaamet edici ma'nâsınadır
[127] Bâzı âlimler: Rasûlullah'm bu hadîste bahsettiği ev, Hâşim ibn Abdi Menâfin evi idi. Hâşim öldükten sonra oğlu Abdulmuttalib'e kaldı. Abdulmuttalib de çocukları arasında bölüştürdü. Rasûlullah da babası Abdullah'ın mirasını aldı ve burada dünyâya geldi, demiştir (Kirmanı).
Rasûlullah: Akîl bize evden yâhud yurddan birşey bıraktı mı? buyurdu­ğuna göre, bu ev, Rasûlullah'm mülkü idi. Şu da muhtemildir ki, Ebû Sufyân'-m muhacir evlerinde tasarruf ettiği gibi, Akîl de Rasûlullah'm evinde tasarruf eylemiştir.
Ebû Tâlib'İn dört oğlundan Akîl ile Tâlib, Ebû Tâlib'in evine tasarruf eder­lerken, Tâlib Bedr harbinde ölmüş, Akîl onun hissesini de alarak yalnız olarak Ebû Tâlib'in mirasına tasarruf etmiştir. Mekke fethinden sonra Rasûlullah, Ku-reyş'ten müslümân olanların kalblerini alıştırmak için Câhiliyet tasarruflarını olduğu gibi ibkaa etmişti. Bu suretle bu mallar Akîl'in üzerinde kaldı. Akîl'in ölümünde Haccâc'ın kardeşi Muhammed ibn Yûsuf tarafından binyüz dînâra satın alınıncaya kadar, çocuklarının tasarrufunda kalmıştır.
[128] Umer'in bu sözü mevkuf hadîstir. Buhârî bu hükmü Mağâzî Kitâbı'nda merfû' hadîs olarak da getirmiştir. Umer'in ve Peygamber'in hadîslerindekî bu hüküm, el-Enfâl: 72. âyetinin devamından istifâde edilmiştir.
[129] Muhacirler ve Ensâr hicret ve yardımla, akraba olmaksızın birbirlerine vâris olur­lardı. Nihayet bu hüküm: "... Hısımlar Allah'ın Kitâbı'nca birbirlerine daha yakındırlar. Allah herseyi hakkıyle bilendir'^{e!-Enfâi:75) âyetiyle kaldırılmıştır. Bu âyetle hısımların birbirine vâris olacakları hükmü sabit olmuştur.
Yukarıki 72. âyetteki mü'minlerin birbirlerine vâris olacakları hükmünden, mü'minin kâfire vâris olmayacağı hükmü lâzım gelmez. Lâkin bu ikinci hüküm o âyetin devamı olan "... îmân getirip de hicret etmeyenlere ise, hicret edecek­leri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velayetiniz yoktur" fıkrasından alınmıştır (Aynî ve Kastallânî).
[130] Bâb başlığından Buhârî'nin maksadı, Peygamber'in indiği yeri tesbît etmektir. Hadîs, bu yeri tesbît etmektedir.
[131] Bu, hadîsin diğer bir tarîkidir. Hadîsteki "Gad", buıada yarın ma'nâsına de-ğü, mecazen "öbürsü günü" ma'nâsmadır. Çünkü Minâ'dan Muhassab mev­kiine zu'l-hi ecenin onüçüncü günü inildiği bilinmektedir.
Hadîsin sonunda yapıldığı bildirilen yemînleşme, bir parça üzerine yazılıp Ka'be'ye asılmış bulunan meşhur boykot-nâmedir
[132] Buhârî burada hadîsin diğer bir tarîkini getirmiştir ki, bu tarîki, İbn Huzeyme mevsûlen rivayet etmiştir. Bir de Buhârî buradaki Muttalib oğullan ta'bîrinin doğru olduğunu bildirmiştir. Muttalib oğulları ta'bîri daha doğrudur; çünkü Ab-dulmuttalib, Hâşim'in oğludur. Öyleyse "Hâşim" lâfzı ondan (Abd lâfzından) müstağnidir. Muttalib ise, Hâşim'in kardeşidir. Bunların ikisi Abdi M«nâf in oğullandır. Murâd, onların Abdi Menâf oğulları aleyhine yemînleşmiş oldukla­rıdır (Kastallânî).
[133] Buhârî bu başlık altında hadîs getirmemiştir. Sanki o, Îbrâhîm Peygamber'in Hâcer ile oğlu İsmail'i Mekke'nin kurulacağı yerde iskân etmesi kıssası hakkın­daki İbn Abbâs hadîsine işaret etmiş gibidir. Bu İbn Abbâs hadîsi, inşâallah Ehâdîsu'I-Enbiyâ Kitâbı'nda, genişletilmiş olarak gelecektir (İbn Hacer).
Mekke kayalık, zirâate elverişsiz bir yerdi. Rivayete göre Hâcer, Sâre'nin cariyesi idi. İbrâhîm Peygamber'e bağışladı. Ondan îsmâîl dünyâya gelince, be­şeriyet gereği kendisinde bir kıskançlık hâsıl oldu. Onların, nezdinden çıkarıl­malarını ısrar İle istedi, tbrâhîm Peygamber de kendilerini Mekke tarafına götürdü. Mekke susuz, çorak, kayalık bir yerdi. Yüce Allah orada Zemzem su­yunu meydana çıkardı. Bu suretle orası şenlendi.
Allah Taâlâ, İbrahim'in bu duasını kabul buyurdu. Mekke'yi emîn bir yer kıldı. Orada her mevsimde meyvelerin, mahsûllerin nevi'lerini toplayıp çoğalttı (Beydâvî).
Zamanımızda ise (1395/1975) Suudî Arabistan ülkesi çöldeki petrol denizi sebebiyle dünyânın en zengin memleketlerinden biri olup, ora halkı hakîkaten maddî ve ma'nevî zenginliklere gömülmüş bir hâldedir.
[134] Bu âyet, insanların İşlerinin kıvamı, dîn ve dünyâ işlerinin kalkınması Ka'be ile olacağı; Ka'be'nin bütün devirlerde ta'zîm edileceği; ziyaretçilerinin kıyamete dek kesilmeyeceği; Ka'be mevcûd olduğu ve ona beş vakit namazda yönelmek suretiyle ta'zîm devam ettiği müddetçe, dînin de ayakta kalacağı hususlarına de­lâlet etmektedir.
Buhârî bu âyetle, insanların işlerinin kıvamı, dîn ve dünyâ işlerinin kalkın­ması Ka'be ile olacağına; Ka'be o iki cılız bacaklı eliyle yok olunca, insanların işlerinin de bozulacağına işaret etmiştir. Buna da âyetteki "Kıyameti IVn-nâs" sözü delâlet etmektedir.
[135] Hadîs, bundan önceki haşiyede işaret edilen hususa delîl olmak üzere sevk edilmiştir.
[136] Bu Âişe hadîsi de Ka'be'nin çok eskiden beri ta'zîm edildiğini, perde ile, kisve ile örtüldüğünü bildirmiş; binâenaleyh başlık âyetİndeki ''Hürmetli Beyt" ta'-bîriyle muhterem kılınan Ka'be'nin bu ihtiramı ile hadîs arasında uygunluk ol­muştur
[137] Bu Ebû Saîd hadîsi de, içinde tavsîf edilemez şiddetler ve mihnetler bulunacak olan Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkışından sonra da Ka'be ziyaretçilerinin kesilmeye­ceğini bildirmektedir. Böylece başlık âyetİndeki Ka'be'nin Hürmetli Beyt, in­sanlar için bir kıvam ve nizâm kılınmış olması husûslanyle uygunluk meydana gelmiş olur.
[138] Bu zevatın mutâbaalarını Ahmed ibn Hanbel ile Ebû Ya'lâ ve ve İbn Huzeyme, senedleriyle rivayet etmişlerdir.
[139] Abdurrahmân'in rivayetini de Hâkim, Ahmed ibn Hanbel tarîkinden, senediy­le rivayet etmiştir. Buhârî buradaki son ifadeleriyle, hadîsteki tedlîs ihtimâlini en kuvvetli bir uslûbla yok edip, hadîsin bütün tarîklerinin kuvvetini göstermiştir.
[140] Câhiliyet zamanından beri her devirde birçok hükümdarlar ve emirler Ka'be'ye hediyeler ve teberru'lar yapagelmişlerdir. Bunların pek mühim olanları Ka'be naziresinde muhafaza edilmiştir. Ka'be'ye âid kıymetli eşyadan birisi de Ka'-be'nin kisvesi, yânî örtüşüdür. İşte Buhârî bu hadîsi bu sebeble Ka'be örtüsü ' babında zikretmiş ve Ka'be eşyası ile Ka'be örtüsü üzerindeki tasarrufun hük­münü meydana çıkarmak istemiştir.
Umer'in içtihadına göre, fakîrlerin ihtiyâcını hafifletmek, Ka'be'ye kisve giydirmekten daha faziletlidir. Umer evvelâ fakîrlerin menfâatlerini tercîh et­miştir. Fakat ne Rasûlullah'ın, ne de Halîfe Ebû Bekr'in böyle bir işe girişme­dikleri kendisine hatırlatılınca, böyle bir hareketten çekinmiştir, Umer'in Ubeyy ibn Ka'b İle de böyle bir konuşmasını Hasen Basrî tarîki ile Abdurrazzâk riva­yet etmiştir. Bu defa da Ubeyy ibn Ka'b: Yâ Emîre'l-Mü'minîn, senden evvel iki dostun böyle bir iş işlemediler. Bunda bir hayr ve menfâat olaydı, onlar ya­parlardı, demiş. Umer de îbn Ka'b'ı doğrulamıştır.
Rasûlullah ile iki halîfesinin Ka'be örtüsünü tecâvüz etmemeleri, Ka'be kis­vesinin ehemmiyetini ifâde eder.
Şârih îbn Battal: "Ka'be'ye hediye edilen eşya ve bu arada Ka'be Örtüsü vakf demektir. Vakıflar hakkında câri olan hükümlere tâbi'dir, vechinden de­ğiştirilmesi caiz değildir. Bunda İslâm'ı ta'zîm ve düşmanları korkutmak vardır" demiştir (Kirmânî, İbn Hacer, Aynî, Kastallânî).
Bu hususta birçok görüşler ve tafsilât vardır. Özetle ifâde edilirse zahir olan mezhebe göre eski örtü gün geçtikçe bozulacak ye helak olacağından taksîm edilip Beytu'l-mâFca lüzumuna göre kullanılmalıdır denilmiştir.
Buhârî bu hadîsi I'tisâm Kitâbı'nda da getirmiş, Ebû Dâvûd ile Tirmizî de Hacc Kitâblannda rivayet etmi
[141] Aişe'nin bu hadîsi, Kitâbu'l-Buyû'da geniş olarak gelecek olan aynı hadîsin bir tarafıdır.
[142] Bu İbn Abbâs hadîsinin başlığa delâleti meydandadır.
[143] Bu Ebû Hureyre hadîsi "Yüce Allah'ın: Allah Ka'be'yt hürmetli bir beyt yap­tı... kavli babı"nda geçmişti.
[144] Hz. Umer'in Haceri Esved'e karşı söylediği bu sözündeki maksadı hakkında Mu-hammed ibn Cerir et-Taberî şunları söylemiştir:
Arab Yarımadası halkı öteden beri puta tapandır. Bunların müslümânhğı, Câhiliyet ve putataparhk devirlerine pek yakın bulunduğundan, Umer, Haceri Esved isti'lâmını, câhil bir sınıf halkın eskiden beri Arablar'ın sanemlere hür­met ve ibâdeti kabilinden bir ihtiram sanmalarından endîşe etmişti. Ve bu sö­züyle: Haceri Esved isti'lamından gaye bu taş parçasına taabbüd değil, fakat doğrudan doğruya ve yalnız Allah'a ta'zîm ve Peygamber'in emri ve tebliği kar­şısında kayıdsız şartsız durmaktan ibarettir. Allah bu taşa ta'zîmi emretmiş ve ta'Zîmi haccın menseklerinden saymıştır. Binâenaleyh müşriklerin sanemlere ibâ-detleriyle, müslümânların, bu İlâhî emrin tecellîsine mazhar olan bir taşa hür­met etmeleri arasında kıyâs kaabil olmayacak derecede bir fark bulunduğunu bildirmek istemiştir. İbâdet ancak âsîlere zarar ve ceza, itaatlilere de menfaat ye mükafat verecek derecede mutlak bir kudret sahibine mahsûs olduğuna, bu­na da ancak Celâl sahibi olan Allah Taâlâ sâhib bulunduğuna tenbîh etmiştir (Umdetu'l-Kaarî, IV, 606).
[145] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Üzerlerine kapıyı kapadılar.." sözlerindedir.
[146] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bu hadîs, Namaz Kitâbı'nda "Direkler arasında namaz bâbı"nda da geçmişti.
[147] ibn Umer'in fiiliyle ilgili olan bu ta'lîki Sufyân es-Sevrî, senediyle kendi Cami'-inde, Tâvûs şöyle dedi diyerek rivayet etmiştir.
Buhârî bu başlıkla, hacc ve umre sırasında Ka'be'ye girmeyi hacc ve umre menseklerinden zannedenleri reddetmek istemiş; Ka'be'ye girmenin hacc men­seklerinden olmadığına hüccet yapmak için de İbn Umer'in fiilini getirmiştir.
[148] Rasûlullah'ın bu umresi, Mekke fethinden evvel yedinci hicret yılında îfâ ettiği kaza umresi olduğu bildirilmiştir. Rasûlullah'ın bu umrede Ka'be İçine girme­mesinin sebebini Nevevî şöyle açıklıyor: Ka'be'nin içi putlarla, duvarları suret­lerle dolu idi. Rasûlullah bu halde Ka'be'ye giremezdi. Müşrikler de başka ziyaretçileri içeriye bırakmıyorlardı. Fetih günü ise bu putların hepsi yere seril­miştir...
Kastallânî: Kaza umresinde Rasûlullah'ın Ka'be İçine girmemesi, Hudey-biye sulh andlaşmasında buna dâir bir madde bulunmamasından dolayı olması da muhtemildir. Binâenaleyh Ka'be'ye girmek İsteseydi, Kureyş muhakkak men' ederdi. Nitekim Mekke'de üç günden fazla ikaamet edilmesine müsâade etme­mişlerdi. Rasûlullah böyle bir engellemeye uğramamak için ka'be içine girmek istememişti, diyor.
[149] Hadîsin başlığa delîlliği "Beyt'e girdi ve her tarafında tekbîr getirdi" fıkrasın-dadır. Hadîsteki "Ezlâm", "Zelem"in cem'idir. Zelem, fâl kalemi ve fâl oku demektir. Bu oklar üç parça olup, birinde "Yap", öbüründe "Yapma" yazılı, üçüncüsü de boş olurdu. Bir iş tutmak isteyen, bir yola çıkacak olan kimse, bu işin ve bu yolculuğun kârlı ve kazançlı olup olmadığını bu fallarla anlamak is-. terdi. İslâm Dîni bütün bu hurafeler ve câhilce zihniyetleri reddetmiş, falcılığı da yasak etmiştir (el-Mâide: 90).
Rasûlullah bu hadîste, İbrâhîm ve ismâîl Peygamberleri böyle çirkin şeyler­le kısmet aramaktan tenzih eylemiştir.
Bu hadîste ibn Abbâs, Peygamber'in Beyt'e girip tekbîr getirdiğini, fakat namaz kılmadığım; ibn Umer ise BilâPden naklen namaz kıldığım bildirdiğin­den, bu iki hadîs arasında zahirî bir tenakuz görülmektedir. İbn Hıbbân: Bu tenakuzu kaldırmak, bence bu iki haberin başka başka girişlere âid olmasıdır. Biri Mekke fethi günü Ka'be'ye girişi, Öbürüsü de Veda Haccı'nda girişidir. Bi­rincide Beyt'te namaz kılmış, Bilâl bunu rivayet etmiş, Veda Haccı'nda kılma­dığını da İbn Abbâs rivayet etmiştir. Fakat namaz kıldığına dâir rivayetler daha çoktur., demiştir (Umdetu'l-Kaarî).
[150] Hadîsin başlıktaki soruya cevâb olmak üzere uygunluğu, Peygamber'in berâ-j, berinde Mekke'ye gelenlere remel yapmalarım emretmiş olmasıdır ki, işte bu emir, remelin meşru'iyetinin başlangıcı olmuştur.
Eşvât, şavfm cem'idir. Şavt, bir başlangıç noktasından sona kadar gidip oradan dönerek hareket noktasına gelmeye denir ki, defa ve kerre ma'nâsına-dır. Beyt'in etrafım bir defa dolaşmağa şavt denir. Remel de yelmek ve koş­mak ma'nâsınadır.
Tavaftaki bu remelin hükmünde âlimler: Remel, haccın ve tavafın sünnet­lerinden midir? Terki caiz midir, değil midir? Remel bir sebeble işlenmişti; bilâ­hare bu illet yok olmuştur, bunun fiili ihtiyarî olmuş demek midir? sorularının cevâblannda ihtilâf etmişlerdir. Umer, İbn Mes'ûd, Ibn Umer, Ebû Hanîfe, Mâ­lik, Şafiî, Ahmed sünnettir demişlerdir. Diğer bâzıları da sünnet değildir; dile­yen işler, dileyen terkeder, demişlerdir, tbn Abbâs, Tâvûs, Atâ, Hasen Basrî, Kaasım, Sâlim'in bu görüşte oldukları nakledilmiştir.
[151] Bu başlıktaki tavaf, Ka'be etrafını Haceri Esved'den başlayıp yine oraya gelin­ceye kadar dolaşmak ma'nâsınadır ki, buna şavt dendiğini daha evvel bildirmiştik.
[152] Hadîsin bâb baslığına uygunluğu çok açıktır. Çünkü hadîsin ma'nâsımüsâvî olarak başlığın ma'nâsıdır.
Ibn Umer bu haberinde hacc menseklerinden ikisini ve bu hususta Peygam­ber'in fiillerini bildirmiştir. Bunlar da: Mescidi Harâm'a girildiğinde sünnet olan evvelâ Haceri Esved'in isti'lâm edilip selâmlanması, sonra tavafın yedi şavtın-dan ilk üçünde link ile yürünmesi fiilleridir. Bunları da Safa ile Merve arasında sa'y ta'kîb eder. İsti'lâm ile remelin hacc menseklerinden olduğu hadîsten ziyâ­de Buhârî'nin koyduğu bâb unvanında remelin isti'lâm üzerine atıfla zikredil­miş bulunmasından açıkça anlaşılmıştır. Hadîsin metninde bu açıklık yoktur. Buhârî bu ünvân ile adetâ hadîsi şerhetmİştir.
Hadîsteki Habb fiilinin de remel ma'nâsına olduğu yine bu unvandan an­laşılır. Habb'm bu ma'nâsı da cûş u hurûşa gelmek ma'nâsından alınmıştır. Kaa-mûs Tercemesi'ndc remel, link yürümek ve hervele denildikten sonra, hervele de aynen şöyle ta'rîf ediliyor: Hervele, dahrece vezninde seğirtme ile yü­rüme arasında olan yürümektir ki, yelmek ta'bîr olunur. Yâhud sür'atle yürü­mektir; hulâsası link ile yürümektir (Hervele maddesi).
[153] Hadîsin başlığa delîlliği "Hacc ve umrede..." şeklindeki devamıdır.
[154] Bu mutâbaatı, Nesâî ile Beyhakî mevsûlen rivayet etmişlerdir.
[155] Bu hadîsin değişik bir senedle kısa bir rivayeti, daha önce de geçmişti. Hadîsin başlığa delîlliği gayet açıktır.
[156] Yemânî iki rükün, Haceri Esved rüknü ile ona yakın olan asıl Yemen doğrultu­sundaki rükündür. Tağlîb yoluyla her ikisine Yemâniyân denilmiştir, Ebâvân gibi. Bu iki rükün (yânî Ka'be'nin bu iki köşesi) İbrahim'in temelleri üzeri ol­duklarından, hassaten ta'zîm edilmiştir. Haceri Esved rüknünde hem Haceri Es­ved bulunması, hem de İbrâhîm temeli üzerine kurulu olmasından dolayı iki fazilet vardır. İkinci rükünde ise, yalnız ibrâhîm temelinde bulunmak fazileti vardır. Haceri Esved'in bulunduğu rükün, işte bu iki faziletinden dolayı Yemâ­nî rükünden daha ziyâde isti'lâm ve ta'zîme tahsis edilmiştir.
Ka'be'nin diğer iki rüknü yine tağlîben Şâmiyân'dır. Bunlar Hıcr'a yakın olan köşelerdir. Bunlar İbrahim'in köşeleri üzere tamamlanmamışlardır.
[157] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "Haceri Esved'i mihcen ile isti'lâm ede­rek..." sözleridir.
Mihcen, ucu eğri olan bir deynektir ki, onunla deve sevkedıhr, yere düşen bir şey de buna takılarak alınır. Peygamber'in deve üzerinde tavaf ettiği herkes tarafından görülmek ve herkes şübhesini sorabilmek maksadıyle böyle yapıldı­ğı söylenmiştir. Peygamber'in bu sırada biraz rahatsız olduğu için böyle deve Üzerinde tavaf edip deynekle isti'lâm ettiği, tavaftan sonra devesinden inip, Ma-kaamı İbrahim'de iki rek'at tavaf namazı kıldığı da rivayet edilmiştir (Ebû Dâvûd).
[158] Bu mutâbaatı el-İsmâîlî, senediyle rivayet etmiştir.
[159] Câbir ibn Zeyd'İn bu sözünü Ahmed ibn Hanbel senediyle rivayet etmiştir.
[160] Muâviye'nin bu fiil ve sözünü Ahmed, Tirmizî ve Hâkim, senediyle, mevsûlen rivayet etmişlerdir.
Başlığa delîl olan yer, İbn Abbâs'ın "Bu iki Şâmî köşe isti'lâm olunmaz" sözüdür. Şâmî olan iki köşe isti'lâm olunmayınca, isti'lâm, Yemânî olan iki kö­şeye münhasır olur.
[161] İbnu'z-Zubeyr'in bu fiilini de İbn Ebî Şeybe mevsûlen rivayet etmiştir. İbn Zu­beyr Ka'be'yi ta'mîr ettiği ve onu İbrâhîm temelleri üzerine tamamladığı zaman, artık Ka'be'nİn dört köşesi de îbrâhîm temelleri üzerinde bulunduğu için hepsi­ni de isti'lâm etmiştir (Umdetu'l-Kaarî).
[162] Hadîsin bâb başlığına delîlliği apaçıktır.
[163] Hadîsin bâb başlığına delîlliği açıktır. Bu hadîs "Hacc ve umrede remel yap­mak bâbı"nda bundan daha tamâm olarak geçmiş idi.
[164] Yânî ben sana Rasûlullah'in bu taşa el sürüp öptüğünü gördüm, diyorum. Bu­rada artık re'y ve içtihada yer yok. Sen "Eraeyte = Ne dersin?" sorularını Ye-men'e götür, demiş oluyor. Bu sözlerinden, ibn Umer'in sıkışıklığı ve mağlûb edilmeyi istı'lâmı terketmekte bir ma'ziret görmediği anlaşılıyor
[165] Yânî tavafta Haceri Esved'e geldiği zaman ona el sürmek suretiyle İsti'lâm et­mekten âciz olduğunda, sâdece ona işaret etmekle yetinen kimse babı.
[166] Hadîsin başlığa delâleti açıktır. Bu hadîs "Rüknü, mihcen ile isti'Iâm bâbı"nda da geçmişti. Hadîs buradaki rivayette daha tafsîllidir.
[167] Bu da Abdullah ibn Abbâs hadîsinin diğer bir tarîkten gelen rivayetidir. Bu ri­vayette "Yanında bulunan bir şeyle işaret etti ve tekbîr getirdi" fıkrası ziyâde olmuştur. Bu da tavafın her savu başında Haceri Esved'e her gelişte tekbîr et­menin müstehâblığma delîl olmuştur.
[168] Bu mutâbaatı Buhârî Talâk Kitâbı'nda mevsûlen getirmiştir. Buhârî, bu mutâ-baatı, bundan önceki bâbda geçen Abdulvahhâb rivayetinin tekbîr maddesin­den ârî olması, Hâlid ibn Abdillah'ın bu ziyâdesinde bir ayıblama yapmayacağını tenbîh için getirmiştir. Çünkü İbrâhîm'in mutâbaatı vardır
[169] Buhârî'nin bu bâbdan maksadı, Mekke'ye hacı yâhud umreci olarak gelen kim senin Ka'be'yİ tavaf edeceği, sonra iki rek'at namaz kılacağı, sonra Safâ'ya çı­kıp sa'y edeceği; eğer umreci ise tıraş olup ihramdan çıkacağı; eğer hacc için ihrama girmiş ise tâ terviye günü hacc fiilleri için Minâ'ya çıkıncaya ve haccı îfâ edinceye kadar ihramı üzerinde sabit kalacağım beyân etmektir (Aynî). Sev-kedilen hadîs de bu beyânın kat'î bir delilidir.
[170] Buhârî, hadîsin sâdece Urve'den merfû' olan kısmım almış olup, diğer kısımla­rını almamıştır. Bu hadîsin Müslim'deki şevki daha geniş ve mükemmeldir: Hadîsin üçüncü derecede râvîsi olan Muhammed ibn Abdirrahmân dedi ki: Bana Iraklı bir zât, bu hadîsin ikinci râvîsi bulunan Urve ibn Zubeyr'e şöyle bir suâl sormaklığımı söyledi:
— Bir kimse hacc niyetiyle ihrama girse tavaf ve sa'y ile İhramdan çıkabilir mi, çıkamaz mı? Eğer Urve "Çıkamaz" derse, sen de: Bir zât "Bil'akis çıkar diyor" dersin, dedi.
Yine İbn Abdirrahmân dedi ki: Bu havale edilen suâli Urve'ye sordum. Urve cevaben:
—  Hacc niyetiyle ihrama giren kimse, yalnız haccı edâ etmekle ihramdan çıkabilir, dedi; haccı feshetmeye cevaz vermedi.
Ben:
— Birisi, haccı feshederek umreye çevirmekle ihramdan çıkabilir diyor; sen buna ne dersin? dedim.
Cevaben:
—  Bu adam çok fena söylemiş, dedi.
Irakh zât bana rast geldiğinde Urve'nin bu cevâbını anlattım. Bu defa
Urve'ye:
— Birisi Rasûlullah'ın böyle yaptığını haber veriyor; (Urve'nin ebeveynine de işaret ederek) Esma bintu Ebî Bekr ile Zubeyr de haccı umreye çevirmişlerdir diyor, siz ne dersiniz? diye sormakhğımı rica etti.                                   
Ben ikinci defa Urve'ye gelip böylece söyledim. Urve bana:
—  Bu adam kimdir? diye sordu.
Ben de:                                                                                          
—  Bilmiyorum, dedim.
Bunun üzerine Urve İbn Zubeyr:
— Bu adam niçin kendi gelip. sormuyor?Zannsdersem bu Iraklı'dır, dedi. Ben de:
—  Bilmiyorum, dedim. Bu defa Urve:
— Bu adam yalan söylemiştir. Rasûlullah hacc etmiştir; fakat haccını um­reye çevirmemiştir, diye cevâb verdi ve: Bana Âişe haber verdi ki, diyerek me­tindeki hadîsi şevketti (İbn Hacer, Aynî, Kastallânî),
[171] Âişe'nin Veda Haccı'nda hayızlı bulunduğu, umreyi sonra yaptığı yukarıdaki hadîslerde geçmişti. Burada Esmâ'mn Urve'ye haber verdiği rivayet edilen hacc, Âişe'nin Veda Haccı'ndan başka Peygamber'in vefatından sonra yaptığı hacc-lardan olacaktır.
[172] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "Mekke'ye gelişinin evvelinde..." ifâdeleridir.
[173] Bu hadîs de yukarıda geçen tbn Umer hadîsinin başka bir tarîkten rivayetidir. Burada Peygamber'in Safa ile Merve arasında sa'y ederken vâdînin karnında yânî vâdînin içinde yine koştuğu ziyâdesi vardır.
Batnu'l-Mesîİ: Sel suyunun biriktiği yer demektir. Fakat daha sonraları bu sel suyunun birikecek çukur yeri dolmuş, zamanla gelen seller bu çukurluğu dol­durmuştur. Sonra sa'y esnasında koşulacak olan bu mahalli göstermek için iki tane yeşil direkcik konulmuştur. Altı zira' boyunda olan bu iki direkciğin biri Mescid'in duvarında, öbürüsü de Abbâs'ın evine konulmuştu (Kastallânî).
[174] Bu isnadın lâtîfliklerinden biri şudur: Buhârî, kendi şeyhî Amr ibn Alî'den zik­rediyor; o da aynı zamanda Buhârî'nin şeyhi olan Ebû Âsim en-Nebîl'den riva­yet ediyor (Aynî).
[175] Atâ ile İbn Cureyc arasında cereyan eden bu çok güzel ve ilmî konuşmanın bâb başlığına delâleti açıktır.
Bu, Buhârî'nin Müslim'den ayrı olarak rivayet ettiklerindendir. Bu arz ve müzâkere nev'inden güzel bir metindir. Bâzı Buhârî nüshalarında düşmüştür. Fakat asıllarda ve Etraf Kitâblannda mevcûddur. Bunu Beyhakî ile Mustahrâc yazan iki arkadaşı zikretmişlerdir. Ebû Nuaym ise: Bu, çıkış yeri dar, çok kıy­metli bir hadîstir, demiştir (Aynî).
[176] Hadîsin başlığa mutâbakaatı "fasonların arka tarafından tavaf et!" kavimde­dir. Bu lâfızdan, kadınların erkeklerin beraberinde tavaf edebilecekleri, ancak mürakin olduğunca erkeklerin arka taraflarından tavaf etmeleri daha iyi olaca­ğı anlaşılır. Tavaf, namaza benzer bir ibâdettir. Namazda nasıl kadınlar erkek­lerin arkasında dururlarsa, tavafta da öyle olmaları gerekir.
Bir de bu hadîsten; ma'ziretlinin bİnekli olarak tavaf edebileceği hükmü alınmış ve bunda ittifak edilmiştir. Ma'ziretsizin binekli tavafında İhtilâf edil­miştir...
Buhârî bu hadîsi, Kitâbu's-Salât'ta "Mescid'e deve girdirilmesi bâbı"nda da başka bir senedle getirmişti.
[177] Hadîsin başlığa hüccetliği "Bunu eliyle yed!" buyruğudur. Peygamber, "Bu İpi çöz de bunu eliyle yed!'' buyurmakla, insana hürmetin en yüksek dînî ve mede­nî bir gerek olduğunu, Allah'ın takrîmine mazhar olan Âdem evlâdının hayvan­lar gibi iple yedirmesinin gerilik eseri olduğunu İşaret etmiştir
[178] Bu hadîs, geçen İbn Abbâs hadîsinin başka bir tarîkten gelen rivayetidir. Bun­da da insanın mekruh ve çirkin sayılacak bir fiil, bir şey veya herhangi birşey gördüğünde, o çirkinliği bertaraf etmesi gerektiği en belîğ biçimde ifâde edil­miştir. Hayvanı bağlayıp yedmekte kullanılan yular ve çilbir nev'inden şeylerle, Allah tarafından mükerrem kılınan (el-İsrâ:70) insanın bağlanıp sevkedilmiye bu fiilin medeniyete zıdd bir gerilik ve ilkellik olduğu öğretilmiş oluyor.
[179] Câhiliyet devrinde Ka'be'yi erkek kadın çıplak olarak tavaf etme bid'ati çık­mıştır. "Ey Âdem oğullan, size çirkin yerlerinizi örtecek bir libâs, bir de giyi­nip süsleneceğiniz bir libâs indirdik. Takva libâsı ise, o daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın âyetlerindendlr. Tâ ki iyice düşünsünler"
'Ey Âdem oğullan, şeytân ana-babamzı, fena yerlerini kendilerine göster­mek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir fitne yapmasın... "(el-A'râf:26-27);
"Ey Âdem oğullan, her mescid huzurunda zînetinizi alın, yiyin için, israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez" (eI-A'râf:3l) âyetlerinin indi­rilmesini müteâkib, hicretin dokuzuncu yılındaki bu haccda bu bid'at'er böyle­ce kaldırılmıştır.
Bu hadîsin bir rivayeti Kitâbu's-Salât; "Avreti örtecek şey bâbi"nda geçmişti
[180] Buhârî bu hususta görüş ayrılıkları bulunduğu için, hükmü bildirrneyip, mut­lak olarak mes'eleyi ortaya koymuştur. Cumhur, tavaf eden kişiye, t»vâfı esna­sında birşey arız olur da durursa, sonra onun üzerine bina edip tavafım tamamlar; yeniden başlamaz demiştir. Bâzıları da yeniden başlar demiştir.
[181] Buhârî bu başlık altında hadîs getirmeyip, büyük tabiî âlimi Atâ'nın görüşü ile İki sahâbînin sözlerini getirmekle yetinmiştir. Çünkü bunların sözleri ve görüş­leri de Peygamber'den yansımış ilmî bir er, asıldır. Atâ'nın bu sözünü Abdurraz-zâk, ibn Cureyc'den mevsûlen rivayet etmiştir.
İbn Umer'in sözünü, Saîd ibn Mansûr, Abdurrahmân1 m sözünü de Ab-durrazzâk, senedleriyle mevsûl olarak rivayet etmişlerdir.
[182] Nâfi'nin bu hadîsini Abdurrazzâk, Sevrî'den; o da Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Sâlim'den; o da îbn Umer'den senediyle mevsûlen rivayet etmiştir.
[183] İsmâîl ibn Uleyye'nin bu haberini Abdurrazzâk ile İbn Ebî Şeybe senediyle mev­sûlen rivayet etmişlerdir.
[184] Hadîsin başlığa uygunluğu (el-Azhâb:2l) âyetinden alınır. Çünkü tbn Umer bu âyeti söylemekle, sünnetin yedi dolaşma akabinde iki rek'at namaz kılmak son­ra Safa ile Merve arasında sa'y etmek olduğunu; çünkü Rasûlullah'ın böyle yap­tığım bildirmek istemiştir.
Bu hadîs, Kitâbu's-Salât; "tbrâhîm Makaamı'ndan bir namazgah edinin bâbi"nda da geçmişti.
[185] Hadîsin başlığa delâleti açıktır. Çünkü hacı üzerine kudüm yânî geliş tarafın­dan başka tâ Arafat'a gidip gelinceye kadar hacc menseki olarak bir tavaf vazî-r fesi yoktur. Geliş tavafı ise ihrâmlı olsun olmasın, Mekke'ye gelen her kişiye müstehâbdır. Amma isteyen bu geliş tavafından başka bu arada nafile tavaflar yapabilir. Zâten bu "Hâriçten gelenler için Ka'be'de nafile tavaf, nafile namaz  kılmaktan efdaldir" denilerek, bâzı âlimlerce teşvik de edilmiştir.
Rasûlullah'ın Veda Hacci'nda geliş tavafından başka nafile tavaf yapma­ması, bunun haccın gereğidir sanılmaması ve ümmetine kolaylık sağlamak için­dir (Umdetu'UKaart).
[186] Bu bâb iki rek'at tavaf namazını Mescidi Harâm'dan dışarıda kılmanın cevazı­nı beyân İçin getirildi. Yânî iki rek'at tavaf namazı için muayyen bir yer yoktur, Tavaf eden kişi bu namazı istediği yerde kılabilir. Bu caizdir. Yalnız Makaam'-ın arkasında kılmak daha faziletlidir, işte bu fazîletten ötürü Buhârî, bu bâb-dan sonra, orada kılmakla ilgili babı getirmiştir.
Buhârî burada Umer'in fiilini de getirdi, Umer sabah namazından sonra tavaf yaptığı için ve kendisi sabah namazından sonra mutlak olarak nafile kıl­mayı kerîh gördüğü için, gereken tavaf namazını sonra Harem'den dışarıda kıl­mıştır. Umer'in bu fiilini Beyhakî senediyle rivayet etti.
[187] Hadîsin başlığa hüccetliği "Ümmü Seleme iki rek'at tavaf namazını kılmadı ve Harem'den çıktı" ifadesidir. Ümmü Seleme bu namazı Harem dışında kılmış­tır. Bu da Peygamber'in huzurunda yapılıp, O'nun tarafından takrîr ve tasvîb edildiği için, tavaf namazının Harem dışına kadar geri bırakılmasının cevazına delâlet etmiştir... (Umdetu'l-Kaarî).
[188] Müslim'de Veda Haccı'nın sıfatı hakkındaki Câbir'in uzun hadîsinde: Peygamber tavaf etti. Sonra "İbrâhîm MakaamVnda bir namazgah ed/nm"(el-Bakara:l25 âyetini okudu ve Makaam'ın yanında iki rek'at namaz kıldı... şeklindedir. Bun­dan anlaşılan ma'nâ, âyetin bu iki rek'atı kılmayı emredici olmasıdır. Emr ise Şafiî'ye göre vucûb İçindir, Lâkin bu vucûb "Üzerimde başka namaz var mı­dır?"hadîsine muarız olduğu için vucûbluğu değil, sünnetliği delîl olur... (Kas-tallânî).
[189] İbn Uiher'in bu fiilini Saîd ibn Mansûr, Umer'in fiilini de İmâm Mâlik el-Muvatta'da rivayet etmiştir. el-Esrem de bunun benzeri bir ibareyi rivayet et­miştir.
[190] Bundan anlaşılan ma'nâ Âişe'nin bu nehyi umûmu üzere hamleder olduğudur. Bunu Atâ'nın kendisinden rivayet ettiği şu haber te'yîd ediyor: İbn Ebî Şeybe'-nin rivayetinde Âişe, Atâ'ya: Sabah veya ikindi namazından sonra Beyt'i tavaf etmek istediğinde tavaf et de tavaf namazım güneş kayboluncaya yâhud doğun­caya kadar geri bırak. Ve her yedi dolaşma için iki rek'at namaz kıl, demiştir. Bu, Mâlİkîler'in mezhebidir. Hanefîler ise mekruh vakitlerde bu iki rek'at kı-inmaz; eğer mekruh vakitler içinde küımrsa kerâhatle beraber sahih olur, demişlerdir (Kastallânî).
[191] Bunun başlığa mutabakatı, bundan önce geçen hadîsten bilinmiştir. Bunun ba­hisleri de Kitâbu's-Salât'taki "Namaz vakitleri bâbı"nda geçmişti.
[192] ibnu'z-Zubeyr sabah namazından sonra namaz kılma cevazım, ikindiden son-rakî namazın cevazından istinbât etmiş gibidir. O bunu, o cevazın umûmî oldu­ğu i'tikaadına binâen yapıyordu. Şafiî'nin mezhebi, vakitlerin hepsinde kerâhatsiz olarak tavaf sünnetinin kılınmasının cevazıdır... (Kastallânî).
[193] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin birazcık farklı bir rivayeti yakında "Haceri Esved yanında tekbîr getirme bâbı"nda geçmişti. _
[194] Bunun da başlığa uygunluğu ve delîlliği meydandadır. Bunun da farklıca bir rivayeti yakında "Kadınların erkeklerin beraberinde tavafı bâbı"nda geçmişti.
[195] Kureyş, hacılara suda yapılmış kuru üzüm şırası içirirlerdi. Bu işi Câhiliyet'te babası Abdulmuttalib'den sonra Abbâs üzerine almıştı. Peygamber İslâm dev­rinde onun bu vazifesini takrîr etti, artık bu vazife kıyamete kadar onun ailesi için bir hakktır. İşte Peygamber, Abbâs'a bu iş için Minâ'nın 11., 12., ve 13. gecelerinde Mekke'de ikaametine izin vermişti. (Kastallânî).
[196] Hadîsin başlığa hüccetliği ve Yüce Peygamber'in erişilmez tevâzu'u ve halkçılı­ğı bu hadîste güneş kadar açıktır!...
[197] Hadîsin başlığa uygun yeri "Cibril indi, sonra göğsümü açıp Zemzem suyu ile yıkadı" kelâmıdır. Cibril'in bu fiili Zemzem'in faziletine delâlet etmiştir. Zîrâ Cibril, Peygamber'in göğsünü ondan başka olan sulardan hiçbiriyle değil de, yalnız Zemzem ile yıkamıştır. Şeyhu'l-îslâm Bulkînî: Zemzem, Kevser'den da­ha faziletlidir. Çünkü Peygamber'in kalbi bununla yıkandı. Hâlbuki kalb an­cak suların en faziletlisi ile yıkanır, demiştir (Kastallânî).
Bu hadîs, Kitâbu's-Salât'ın başında "Isrâ'da namaz nasıl farz olundu bâ-bı"nda uzun uzadıya geçmişti.
[198] Bunun başlığa uygunluğu, içinde Zemzem zikredilmesi sebebiyledir.
[199]Yânî Kıran Haccı yapana bir defa tavaf yapması yeter mi? Yâhud ona da iki tavaf zarurî midir? Bu konuda ihtilâf olduğu için, Buhârî hükmü beyân etme­yip, böyle mutlak olarak söylemiştir.
[200] Hadîsin başlığa delîlliği "Hacc İle umreyi (bir ihramda) cem' edenlere gelince..." fıkrasındadır. Çünkü böyle yapan kaarın'dir. Burada kaannın tavafının bir de­fa olduğu beyân edilmiştir. Bu hadîs "Hayızlı ve nifâsh kadınlar nasıl ihrama girip telbiye ederler bâbı"nda da geçmişti.

[201] Hadîsin başlığa delîl yeri "Hacc ve umre için bir defa tavaf yaptı" fıkrasındadır.
İbn Umer'e göre kıran haccı yapanın tavafı işte budur. Şafiî ile onun sözü­ne uyanlar da bu görüşe gitmişlerdir.
Kaarın için de iki tavaf ve iki sa'y'e kaail olanlar, bu bir tavaf sözüyle, um­re ve haccın herbiri için bir tavaf kasdedilmiştir, derler
[202] Hadîsin başlığa delîlliği "Nahr günü yaptığı bu İlk tavafı ile hacc ve umre tava­fını edâ etmiş olduğu görüşünde bulundu ve Rasûlullah da böyle yaptı dedi" kavlindedir. Hadîsin bu son fıkrası, kaarın hacc olan ihrâmlı iki tavafa muhtâc olmaz diyenlerin delilidir. Hanefîler'e göre kaarın için de iki tavaf lâzımdır. On­ların bu konuda başka delîlleri vardır.
Burada Beyt'i tavaf ile maksad, haccın rüknü olan ifâde tavafıdır. Hacı kaarın olsun, mufrid olsun, kudüm, yânî geliş tavafı bu ifâda tavafı yerine geç­mez. O geliş tavafı, Mekke'ye her gelenin yapması gereken müstehâb bir tavaftır. Bu hadîs, geçen hadîsin İkinci bir tarîkten rivayetidir (Bu babın haşiyeleri Aynî ile Kastallânî'dendir.)
[203] Hadîsin bâb başlığa hüccetüği "Mekke'ye geldiği zaman ilk yaptığı iş abdest alması oldu" sözündedir.
[204] "Haceri Esved rüknüne el sürdüklerinde halâl oldular" sözünün ma'nâsı, tavaf ettiler, sa'y ettiler ve tıraş oldular da ihramdan çıktılar demektir. Bu mukadder sözler bilindiği için hazfedilmişlerdir.
Eğer bu son kısım bundan önceki' 'Esma ile Âişe Beyt'i tavaf ettiler, sonra halâl olmadılar" fıkrasına aykırıdır, binâenaleyh bunun zikrinde ne fâide var­dır? dersen, ben derim ki: İlki hacc hakkında idi; ikincisi ise umre hakkındadır. Onun garazı şudur: Onlar umre niyetiyle ihrama girdiklerinde tavaftan sonra ihramdan çıkıyorlar. Çünkü onlar tavaftan sonra ihramdan çıkmadıkları zaman umreciler olmadıklarını ve hacclannı fesh edemiyeceklerini biliyorlardı. Bunun da sebebi şudur: Çünkü haccda yapılan ilk tavaf, geliş içindir; umredeki tavaf ise umrenin rüknüdür" (Kirmânî).
Bu hadîs "Mekke'ye geldiği zaman Beyt'i tavaf eden kimse bâbı"nda da geçmişti
[205] Şeâir, Şofre'nİncem'idir. Şaîre de, alâmet ve nişan demektir. Yânî, bu tepeler Allah'a ibâdet etmeye vesîle kılman alâmetler ve nişanelerdir. Allah onlar ara­sında sa'y etmeyi de, hacc ve umre menseklerinden kılmıştır
[206] Safâ ile Merve, Mekke'de iki tepenin ismidir. Câhiliyet zamanında Safâ'da er­kek suretinde Isâf, Merve'de kadın suretinde Naile isimlerinde meşhur birer put vardı. Mekke'nin fethinden sonra o putlar kırıldı. Bu putların zihinlerde bırak tığı çirkin hâtıralardan dolayı müslümânlar bu iki tepe arasında sa'y etmekte tereddüd gösterdiler. Allah bu tereddüdü gidermek üzere bu (el-Bakara:l58) âyeti indirdi.
Bu hadîste Urve'nin "Onları tavaf etmekte günâh yoktur" kavlinden, Sa­fa ile Merve arasında sa'yin mübâh olduğuna istidlaline, Âişe'nin fena bir icti-hâd demesi ve Rasûlullah'ın bu sa'yı fiiliyle de bir kaanûn yaptığını bildirmesi ve en sonra, kimse için Safa ile Merve arasında sa'yi terk caiz değildir içtihadın­da bulunması, âyetin zahirinden sa'yin mübâhhğını anlamaya mâni' olduğun­dan ve sa'yin farz olduğuna hükmedecek derecede kat'iyet de bulunmadığından, Hanefî imamları sa'yin farzhğına değil de, vâcibliğine kaail olmuşlar ve haccın rükünlerinden saymamışlardır. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelîler ise, sa'yi haccın rü­künlerinden saymışlardır.
[207] Abdurrahmân oğlu Ebû Bekr'in verdiği bu bilgiler, Âişe'nin verdiği bilgileri red­detmiyor, bil'akis onları daha da açıklayıp te'kîd etmiş oluyor. Bilhassa burada zikredilen âyetlerin iniş târihlerinin evvellik ve sonralığını da bildirmek suretiy­le, âyetlerin inişine sebeb olanların her iki fırkaya dâhil olanlar olduğunu orta­ya koyuyor
[208] İbn Umer'in bu sözünü İbn Ebî Şeybe mevsûlen rivayet etmiştir. O rivayette Usmân ibnu'l-Esved: Ben Mucâhid ile Atâ'yı, Abbâd oğullan kapısından Ebû Huseyn oğullan sokağına kadar koşarlarken gördüm. Onlar bu koşmayı, İbn Umer'e nisbet ediyorlardı, demiştir.
Bu sözün başlığa uygunluğu, koşmanın Abbâd oğulları evinden başlayıp Ebû Huseyn oğullan sokağına kadardır, sözündedir.
[209] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sel yerinin karnında koşardı" sözündedir. Bu hî. Hîs "Mekke've eeldiginde Beyt'i tavaf eden kimse bâbı"nda da geçmişti.
[210] Bâb başlığına uygunluğu "Safa ile Merve arasında yedi kerre dolaştı" sözündedir. Bu hadîs de daha evvel geçmişti.
[211] Bu da, bundan önce zikredilen hadîsin diğer tarîkidir.
[212] Bunun   başlığa   uygunluğu,   içindeki   âyette   Safa   ile   Merve   arasında sa'y( = koşma)in isbâtı bulunması cihetiyledir.
[213] Bunun da başlığa uygunluğu meydandadır. Bunda tbn Abbâs tavaf ve sa'ydaki koşmayı, Peygamber'in kendi kuvvetini müşriklere göstermesi sebebine hasret­mektedir. İbn Abbâs'tan diğer bir sebeb daha gelmiştir ki, o da, babamız îbrâ-hîm'in koşmasıdır; hattâ bu koşmanın sebebinin Hacer'in koşması olduğu da gelmiştir.
[214] Humeydî'nin bu ziyâdesinin fâidesi buradaki râvîlerin hadîsi birbirlerinden an'ane ile değil de, işitme ile almış olduklarını isbât etmiş olmasıdır.
[215] Buhâri başlığın birinci kısmında hükmü açıkça bildirdi. İkinci kısımda ise, gö­rüş ayrılığı bulunduğu için, hükmü bildirmeğe girişmedi. Hasen el-Basrî, sa'y için temizliği şart kılmıştır, Hanbelîler'den bir rivayet de böyledir.
[216] Hadîsin başlığa hüccetliği "Beyt'i tavaf hâric, hacının yapacağı işler gibi yap" kavimdedir.
Bu hadîs, Hayz Kitâbı'nda "Hayızlı Beyt'i tavaf hâric, bütün hacc fiilleri­ni yerine getirir bâbı"nda da geçmişti.
[217] Hadîsin başlığa hüccetliği meydandadır.
[218] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Bu hayızlı kadmlar Arafat'ta hâzır bulun­muyorlar mı?..." kavlinden alınır. Fulân ve fulân yer diye kinayeli söyledikleri Muzdelıfe de, Minâ'da, cemre atmada hâzır bulunmadılar mı, demektir Yağ­mur duası yapılan yerlerde de hâzır bulundukları sabittir.
Hayr meclislerinden maksad, dînlerini öğrenecekleri meclisler, Kur'ân, hadîs fıkıh meclisleri, bütün öğretim kurumlan, hasta bakılacak hasta evleri ve bütün sağlık kurumlan, ve benzerleri gibi hayırlı ve sevâbh olan yerler ve işlerdir. İs­lâm kadınları bütün bu dînî ve dünyevî işlerde erkeklerle beraber çalışır, yetişir ve faaliyet gösterirler. îşte bu hadîsler bu hususta Peygamber'in eskimez emir­leri ve her asırda geçerli ta'lîmleridir.
Bununla beraber kadınların bu gibi hayr meclislerine gidip hâzır bulunma­ları, duâ etmeleri, duâ edenlerle beraber "Âmîn" demeleri müstehab ise de, genç ve güzel olanlarının böyle yere çıkmalarının daha selef zamanında, tabiîler dev­rinde bile -fitne korkusundan dolayı- men'İ hakkında görüşler İleri sürülmüş,
fetvalar verilmiştir.
Bu hadîs, Hayz Kitâbı'nda "Hayızlılarm İki bayram namazında hâzır bu­lunması bâbı"nda da geçmişti.
[219] Yânı Mekkeli'nin ve temettü' haccı yapanın ihrama girme yeri, Mekke'nin ken­disidir. Bunlar Harem hâricinden değil, Mekke'nin bütün bölgelerinden ihra­ma girerler. Çünkü Rasülullah (S) "Hattâ Mekke ahâlîsi Mekke'den ihrama girsin" buyurdu.
[220] Atâ'nın bu sözünü Saîd ibn Mansûr rivayet etmiştir. Yânî İbn Umer, bineğine bindiği şehirden çıkma başlangıcında telbiye ederdi
[221] Bu sözden, onların çıkış sırasında ihrâmlı oldukları bilinmiştir. Bu Abdulme-Hk, Âbdulmelik ibn Ebî Süleyman veya Abdulmelik ibn Cureyc olması muhte-mildir. İkincisininkini Müslim rivayet etmiştir.
[222] Ebu'z-Zubeyr'in bu haberini Ahmed ibn Hanbel, Müsned'de; Müslim de Sa-hîh'te rivayet etmiştir.
[223] Buhârî, tbn Cureyc ve tbn Umer'in bu haberini "İki ayağın iki na'hn için de yıkanması bâbı"nda uzunca bir metin olarak mevsûlen rivayet etmiştir.
[224] Hadîsin başlığa cevâbhğı açıktır. Ebtah, Mekke ile Minâ arasında geniş bir yer­dir. Buraya Muhassab da denilir.
[225] Bu, yukanki hadîsin diğer bir tarîkidir. Buhârî bunu İshâk el-Ezrâk rivayetini kuvvetlendirmek için getirmiştir.
Bu hadîslerde emîr sahihlerine uymaya ve cemâate muhalefetten sakınma­ya işaret vardır. (Çünkü bu vâcib bir nüsk değildir, müstehâbdır.) Emirler, Pey-gamber'in yaptığı gibi Ebtah'a inerler ve öğle ile ikindiyi ancak Minâ'da kılarlardı. İşte bunun için dört imâm ve diğerleri bunu müstehâb saymışlardır (Umdetu'l-Kaari).
[226] Yânî Minâ'da dört rek'atlı namazlar olduğu gibi mi, yoksa kısaltılarak mı kılı­nacaktır? Buhârî burada üç hadîs getirdi ki, bunları namazı kısaltma bâbların-da da aynı başlıkla getirmişti.
[227] Müslim'in bir rivayetinde Usmân'ın Minâ'da namazı kısaltarak kıldırması se­kiz veya altı sene devam ettikten sonra orada mukîm namazı kılmağa başlamış ve bu yüzden bâzı sahâbîlerin ta'rîzlerine uğramıştır. Lâkin kısaltmanın da, dört kılmanın da caiz olduğunu beyân etmek istemişti.
[228] Hadîsin bâb başlığına delîlliği meydandadır.
Harise ibn Vehb'in bu hadîsinden, seferde korku olmaksızın da namazı kı­saltmanın cevazı alınmaktadır ki, cumhurun kavli budur. Namazı kısaltmanın harb ve korku zamanına hass olduğunu zannedenlere karşı da pek kuvvetli bir hüccettir.
[229] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Hadîs burada biraz kısaltılmıştır. Aslında İbn Mes'ûd, Usmân'ın dört rek'at kıldırdığı kendisine söylendiğinde: "Innâ İiilâhi ve itine İleyhi râciûn " (el-Bakara: 156) istircâını okuduktan sonra, bu hadîsi söy­lemiştir. Bu istircâ' âyetini okumasının sebebi, Usmân'ın Minâ'da dört rek'at kıldınşmı sünnete aykırı bulmuş olmasıdır.
Bir de İbn Mes'ûd bu hadîste "Yollar sizi ayırdı" demiştir ki, bunun da ma'nâsı "Namazı kısaltmak ve kısaltmamak hususunda ihtilâf ettiniz de kimi­niz kısaltır, kiminiz kısaltmaz oldu" demektir.
İbn Mes'ûd'un son sözü Hanefîler'ce seferde namazı kısaltmanın vucûbuna, diğer mezheblerce bil'akis dört kılmanın cevazına delâlet eder gibi görünmüştür.
Askalânî: îbn Mes'ûd itmamı caiz görmeseydi "Keski dört rek'attan payımı...." demezdi. Çünkü kasr vâcib olsa, itmam namazı bozar. Bozulan namaz­dan ise hazz alınmaz.  İstircâ'ın sebebi:  Usmân'ın fiilini, evlânın hilafı gördüğündendir, diyor.
[230] Arefe günü oruç tutmak mes'elesi ihtilaflı olduğu için, Buhârî başlıkta hüküm beyân etmedi; mes'eleyi hadîse bıraktı ve hadîsle cevâbladı
[231] Hadîsin başlığa cevâb olması, içinde Peygamber'in arefe günü orucu terk ettiği­nin .bildirilmiş olması cihetiyledir.
Ümmü'1-Fadl Lubâbe, İbn Abbâs'ınanasıdır.Fadl büyük oğlu olduğu için Ümmü'1-Fadl diye künyelenmiştir.
Peygamber'in Arafat'ta hutbe yaparken oruçlu olup olmadığı sahâbîler ara­sında konuşulmuş. Bunu işiten Ümmü'1-Fadl, bir bardak içecek gönderip mes'­eleyi kesinliğe kavuşturmak istemiş, Peygamber bunu içtiği için oruçlu olmadığı anlaşılmıştır. Bu sebeble hacılar için Arafat'ta oruçlu "bulunmamak müstehâb sayılmıştır (Kastallânî).
[232] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bu ve benzeri hadîslere göre Peygamber'in, sahâbîlerin bu fiillerini takrîr etmesinden, Arafat'a çıkan hacı adaylarının tel­biye ve tekbîr yapmakta muhayyer oldukları anlaşılır.
Bu hadîs, İki Bayram bâblarında "Minâ'dan Arafat'a gidişte ve Minâ gün­lerinde tekbîr bâbı"nda da geçmişti
[233] Hadîsin başlığa delîlliği "Bu saat mı?..." sözünden alınır. Çünkü bu söz, gü­neşin tam ortadan meylettiği zamana işarettir. Bu ise vakfe yapılacak yere git­mek vaktidir.
Ayrıca bu hadîsten, fâcir vâlînin arkasında namaz kılmanın cevazı, ednâ-nın, efdal ve daha âlim kişi üzerine emirliğinin cevazı, Arafat'ta hutbenin luzû-mu... gibi daha birçok hükümler çıkarılmıştır.
[234] Hadîsin başlığa delîlliği "Peygamber devesi üzerinde vakfe yaparken..." sözün-dedir. Bu hadîs iki bâb önce de geçti.
[235] îbn Umer'in bu cem' işini İbrâhîm el-Harbî el-Menâsik'tt, Sufyân es-Sevrî de Cömi'inde mevsûlen rivayet etmişlerdir.
[236] Bu haberin başlığa uygunluğu "Çünkü onlar sünnette öğle ile ikindi namazları­nı birleştiriyorlardı." kavlindedir.
Bu haber burada ta'lîk suretinde getirilmiştir. Bundan önceki 86. bâbda ise bu haberin aslı mevsûlen geçmişti. Bu haberi buradaki şekliyle İsmâîlî, Yah­ya ibn Bukeyr ile Ebû Salih tarîkinden beraberce Leys'ten olmak üzere mevsû­len de rivayet etmiştir (Umdetu'l-Kaarî).
[237] Hadîsin başlığa hüccetliği son fıkrasındadır. Bu hadîs, biraz önce de.geçmişti.
[238] Buhârî nüshalarının çoğu bu başlıkta hadîs zikretmediler. Ebû Zerr ve İbn Asâ-kir nüshalarında ise bu başlık yoktur. Lâkin Ebû Zerr, bâzı Buhârî nüshaların­da bu başlıktan sonra şunları gördüğünü söyledi: Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: "Burada bundan önce zikredilen imâm Mâlik hadîsi zikredilir. Lâkin ben bu kitabın içine tekrar edilmiş hiçbir hadîs koymak istemem. îçinde şayet tek­rarı îhâm eden birşey görürsen -İyice dikkat et, anlarsın ki, gerek isnâdda ve gerek -mühmeli kayıdlama, mübhemi tefsir, bir ziyâdeyi ihtiva gibi-metne âid bir fâide için yazılmıştır. Bu nüktelere ancak kitabı iyice tetebbu' eden vâkıf olabilir. Bu dediğim gayelerden hâlî olarak bir tekrar vâki' olmuş ise, kasdım olmaksızın olmuştur. Hem de böylesi nadiren vuku' bulmuştur" (Aynî, Umdetu'l-Kaarî, IV, 675; Kastallânî, III, 199; Tecrîd Ter., I, 489 haşiyede). Bu-hârî'nin buradaki sözleri es-Sagânî nüshasında da küçük bir farkla mevcûddur ;(lbn Hacer).
[239] el-Hums, el-Ahmes sıfatının cem'idİr. Ahmes nefsi ve dîni hususunda şiddetli hamâsetli demektir. Bu, Câhiliyet'te Kureyş'in îcâd ettiği bir dînî asalet ve şe­reflilik unvanıdır. Kureyşlüer Fil Vak'ası'ndan evvel veya sonra, Harem içinde yaşayan Kureyş, Huzâa, Kinâne gibi kabilelerin Hıll'de yaşayanlarla müsâvî ol­madıklarını, Harem dâhilinde yaşayanların Ka'be'ye izafetle asâletli oldukları­nı ileri sürdüler. Ve bu asâletli kabilelere hums unvanı verip, bunların Arafat'ta diğer Arab kabîleleriyle bir arada vakfe ve ifâda yapmalarının uygun olmaya­cağına karar verdiler. Böylece herkes Arafat'ta vakfe ve ifâda yaparken bu hums kabileleri Müzdelife'de toplanır, husûsî vakfe yaparlardı.
"Arafat'tan boşanıp akdığımz zaman Meş'arı Harâm'ın yanında Allah'ı zik­redin. O size nasıl hidâyet verdiyse siz de Onu öylece anın. Siz bundan evvel gerçek sapıklardandınız. Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün..." (el-Bakara:l98-199) âyetleriyle bu Câhiliyet bid'atma son verilmiş ve Peygamber sa-hâbîlçriyle beraber halkın vakfe ve ifâda yaptığı yerde vakfe ve ifâda yapmıştır. Cubeyr ibn Mut'ım Veda Haccı'ndan evvel Mekke'nin fethi sırasında müs-lümân olmuş ise de, bu âyetin inmesinden ve hums bid'atımn kaldırıldığından haberi yoktu.Humeydî'nin Müsned'İndeki rivayete göre, Veda Haccı'na da iş­tirak etmemişti. Devesini arayarak Arafat'a gelmiş, Peygamber'i orada halk ile beraber vakfede görünce şaşarak, hadîsteki sözleri söylemiştir
[240] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "Sonra siz de insanların ifâda yaptıktan yerden ifâda yapınız. "(el-Bakara:l98-199) kavlinden alınır. Çünkü insanların İfâda yap­tıkları yerden ifâda yapmak emri, ancak Arafat'la vakfe yaptıktan sonra olur. İşte bu suretle Arafat'ta vakfe yapmakla da emredilmiş oldular.
Hadîsle ilgili diğer bilgiler, bundan önceki hadîsin haşiyesinde verilmişti.
[241] Hadîsin bastığa uygunluğu "Anak yürüyüşü ile yürürdü" sözündedir. Çünkü bu, Peygamber'in Arafat'tan ayrıldığı zamanki yürüyüşünün sıfatıdır.
el-Anak; Deve ve şâir hayvanlara mahsûs bir günâ yürüyüşe denir ki, adım­ları açıp, boyunlarını sundurup yere döşenerek eşkin yürüyüşünden İbarettir.
"Neşâl ve sür'atle ol resme yürürler
Tarîk-ı Hicaz'da gece içre develer"..,
en-Nass: Bir haberi isnâd ile söyleyicisine dek ref eylemek ve davarın yü­rümesinin gayetini çıkarmak için şiddetle sürmek ve harekete getirmek ma'nâ-sınadır (Kaamûs Ter.).
[242] Buhârî buradaki kelimelerin müfred ve cemi'Ierini misâllendirerek göstermiş­tir. Birde Nass ile Sâd:3 âyetindeki Menâs'in aynı fiilden olmadıklarını, Nass'-in mudaaf, Menâs'ın ise vâvî ecvef olup, ma'nâsının da kaçmak olduğunu bildirip tenbîh etmiştir.
[243] Bu bâb, Arafat ile Müzdelife arasında herhangi bir ihtiyâcı yerine getirmek için inilmesinin hacc menseklerinden olmadığını beyân kasdiyle getirilmiştir.
[244] Bâb başlığına uygunluğu "Rasûlullah iki dağ arasındaki yola saptı ve hacetini yerine getirdi..." kelâmmdadır. Çünkü bunun ma'nâsı Arafat ileMüzdelife ara­sında bulunan bu yerde indi demektir.
[245] Başlığa uygunluğu "Şu kadar ki, o da yolda Rasûlulîah'ın girmiş olduğu iki dağ arası yoluna girer, orada hacetini giderir..." sözlerinden alınır.
[246] Hadîsin başlığa delîlliği "Rasûlullah, Müzdelife'nin berisinde bulunan o iki dağ arasındaki sol yola ulaşınca devesini çöktürdü, orada işedi..." sözündedir. Çünkü deveyi çöktürme ve işeme fiilleri ancak inmekle olurlar.
Hadîsin daha sonraki kısmı da Rasûlullah'ın akşam ve yatsı namazlarını cem'i te'hir ile Müzdelife'de cem' ettiğini, ertesi günün.sabahında da Fadlar: kasına bindirdiği ve tâ Akabe cemresine ulaşıncaya kadar telbiye okumakta de­vam eylediği açıkça görülmektedir.
[247] Başlıkta iki kısım vardır: Peygamber'in sahâbîlere sükûnet emretmesi ve kam-çısıyla onlara işaret eylemesi. Hadîste bu iki kısma delîl olan kısımlar açıkça görülmektedir.
[248] Buhârî âdeti üzere bu hadîste geçen ei-Iydâ' masdarmın ma'nâsıni Kur'ân'da geçtiği âyete işaret ederek tefsîr etmektedir: "Eğer içinizde onlar da (savaşa) çık-salardı sizde şen ve fesadı artırmaktan başka birşey yapmazlar, aranıza muhak­kak ki fitne sokmak isteyerek, bozgunculuğa koşarlardı. İçinizde onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah o zâlimleri çok güzel bilendir "(et-TevbeAl).
Buhârî "Hılâlekum "un ma'nâsım te'kîdye lugata âid fâideleri çoğaltmak için "Bu iki bağ mahsûlünü vermiş, bundan bir şeyi eksik bırakmamıştı. Onla­rın arasından bir de ırmak fışkırtmıştık" (d-Kehf: 33) âyetini de getirdi (Umdetu'l-Kaarî).
[249] Hadîsin başlığa hüccetliği meydandadır. Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda da biraz farklı olarak geçmişti.
[250] Bu hadîsin başlığa delâleti gayet açıktır
[251] Hadîsin başlığa delâleti meydandadır.
[252] Hadîsin başlığa delîlliği iki yerde "Ezan okuttu ve ikaamet ettirdi*' sözündedir.
[253] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Abdullah ibn Abbâs o zamâh delikanlı bir genç bulunduğundan, belki de yardım etmesi için kadınların bâzısı ile birlik­te önden Minâ'ya gönderilmiştir.
[254] Bu bâblar ve hadîslerde anılan bâzı İsimler hakkında şu bilgiler verilmiştir:
Yevmu Arefe, Arefe, Arafat ve Meş'aru'l-Harâm
Yevmu Arefe: Harfu ta'rîfsiz, zu'1-hicce ayının dokuzuncu günüdür ki, ha­cıların Arafat'ta vukufu günüdür. Te'nîs ve alamiyet illetleriyle sarftan mem-nû'dur.
Arafat: Hacıların arefe gününde vukuf ettikleri mevkıfın ismidir. Mekke'­ye onikİ mil mesafededir. Bu İsmin verilmesinde birçok vecihler beyân ettiler. Ezcümle Hz. Âdem ve Havva'nın cennetten Arz'a indiklerinde herbiri bir tara­fa İnerek, bir zaman sonra burada buluşup taâruf eylemeleriyle o mahalle Ara­fat ismi verildi. Yâhud Cibril aleyhi's-selâm îbrâhîm'e bu yerde hacc menseklerini öğrettiğinde "Ea'rafte, ea'rafte( = Bildin rni, bildin mi)?" diye sormasıyle, İb-râhîm'in de "Araftu, araftu (= Bildim, bildim)" diye cevâb vermesi, bu tesmi­yenin sebebidir. Yâhud da bu arazî muazzam, mukaddes bir yer olduğu için gûyâki ta'rîf yânî güzel koku ile kokulandırılmış olması, bu isimle adlandırıl­masına sebeb olmuştur.
tşbu Arafat lâfzı, her ne kadar bir kavle göre cemi' olursa da, cemi' sîgası üzere İsim olduğundan cem'lenmez, Zîrâ mekânlar zail olmamaları sebebiyle bir şey mesabesinde olur. Bu ma'rifedir ve munsarıftır. Zîrâ sonundaki "tâ" harfi, Müslimîn ve Müslimûn kelimelerinin sonlarında olan "yâ, vâv"menzile-sindedir. Arafat'ın nisbetinde Arabi vezninde Arafî denir. Ve Zunful İbn Şed-dâd el-Arafî ki, etbâu tâbiîn'dendir, Arafat'ta sakin olduğu için oraya nisbet [plundu. Arafat lâfzının sıhhat üzere müfredi yoktur. Arablar'm "Nezelnâ ara-Şete{ = Arafeye indik)" demeleri müvelled kelâma benzer.
Şârih der ki: İbn Hâcib ve şâir üstâdlar zikredilen mevkıfın alemi Arefe ve Arafat olduğuna kaaildirler. Nitekim yevmu arefe ona muzâftır. "Ve 'l-haccu âra/e/un( = Ve hacc arefedİr)" hadîsi, o ta'bîrin sonradan çıkmış olmadığının sahîh delilidir. Hulâsa gerek Arefe ve gerek Arafat o mevkıfın alemidir. Ve her tarafın mevkıf olması i'tibâriyle cem' olunmuştur. Ve Arafât'm elifi işbâiyye olmak dahî muhtemildir. Nitekim kelimenin ortasında elifi işbâiyye şâyi'dir. Bu-hârî şârihi Kirmânî'nin kelâmından Arefe adı söylenen günün ve Arafat müte-addid mahaller i'tibârıyle zikredilen mevkıfın ismi olduğu anlaşılır {Kaamûs Ter., III, 673-674).
[255] Bu, üst taraftaki ibn Abbâs hadîsinin başka bir tarîkidir.
[256] Hadîsin başlığa hüccetliği "Haydi yollanın dedi, biz de yollandık" sözündedir. Çünkü onların bu hareketi ayın kaybolması akîbinde olmuştur. O gece ayın kaybolması yânî batması, gecenin on üçte biri evvellerindedir
[257] Hadîsin başlığa uygunluğu, Sevde'nin geceleyin önden Minâ'ya gönderilmiş olan zaîflerden olması cihetiyledir
[258] Bu da yukarıki hadîsin daha tafsîlli bir rivayetidir. Bunda Âişe annemizin hal­kın kalabalıklığı sebebiyle izdiham ve sıkışıklıktan çok üzülmüş olduğu, onun için geceden izin alıp da Şevde gibi tenhâca Minâ'ya Önden gitmiş olmasını pek sevinilecek birşey saydığı anlaşılıyor.
[259] Bu başlık Ibn Hacer ile Aynî'nin de esas aldıkları Buhârî nüshalarında burada ki gibidir. Bâzı nüshalarda ise "Sabah namazını Müzdelife'de kılan kimse babı" şeklinde gelmiştir. Birincisi daha doğru ve daha açıktır.
[260] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sabah namazını kendi vaktinden önce kıldı" sö-zündedir. Bunun ma'nâsı, alışılan vaktinden önce kıldı demektir. Yoksa sabah namazını meşru' vaktinin girmesinden önceye düşürdü demek değildir. Sâdece çok karanlıkta kılındığını bildirmek kasdedümiştir (Aynî).
[261] Bu hadîs, bundan önceki İbn Mes'ûd hadîsinin diğer bir tarîkidir. Başlığa hüc-cetliği aynı şekildedir.
îbn Mes'ûd'un bu hadîslerinin zahirine tutunan Hanefîler, bu, hazarda ol­sun, seferde olsun herhangi ikî namazı cem) etmenin cevazını bildiren bütün ha­dîsler ile ameli İbtâl etmiştir, derler. Arafat'ta öğle ile ikindiyi cem'i takdîm, Müzdelife'de akşam ile yatsıyı cem'i te'hîrin dışında namazları birleştirmeyi ca­iz görmezler. Onlar cevaza dâir hadîsleri, Peygamber birini son vaktinde, diğe­rini de ilk vaktinde kılmıştır da birleştirmiş gibi olmuştur diye te'vîl ederler. Diğer imamlar ise, buralardan başka seferde gündüz farzlarını yânî öğle ile ikindiyi, gecede akşam İle yatsıyı birleştirirler. Bunlara âîd bilgiler daha evvel ilgili yerde, geçmişti.
Bu hadîste telbiyenin devam süresi nahr'günü Akabe cemresini taşlayınca-ya kadar olduğu bildirildi. Sahâbîler ve âlimlerin bir kısmı da bu görüştedir. Bâzı sahâbîler arefe günü güneş batıncaya kadar telbiye devam eder, güneş ba­tınca kesilir derler. Bu hususta daha başka tafsilât da vardır.
[262] Hadîsin başlıktaki soruya cevâb oluşu "Sonra güneş doğmadan evvel Müzdeli­fe'den Minâ'ya hareket etti" sözündedir. Böylece Müzdelife'den hareketin gü­neş doğmadan evvel olduğunu beyân etti.
Sebîr, Müzdelife'de bir dağ ismidir. Müşrikler, o dağ güneş ışıklarıyle par-ladıktan sonra Minâ'ya hareket ederlermiş.
[263] Bu başlık üç şeyi ihtiva etmektedir: Telbiye, tekbîr ve binicinin bindiği bineğin arka tarafına bir insan daha bindirmesi. Hadîsler bu üç şeyin delili olmak üzere sevk edilmiştir
[264] Bu hadîs daha evvel de geçmiş idi; başlığa hüccetliği açıktır.
[265] Bu da yukarıki hadîsin başka bir tarîkidir; başlığa delâleti meydandadır. Çün­kü her iki şâhid de Peygamberin redifi olmuşlar, bu fırsatla Peygamber'in bu yolculuktaki fiillerini olduğu gibi zabt ve nakl etmişlerdir. Allah onlardan razı olsun!
[266] Buhârî'nin bu âyetle maksadı, hedy'i tefsîr etmektir. Şöyle ki: Buhârî haccm buraya kadarkİ sıfatlarını anlatıp Minâ'ya kadar ulaşınca, burada hedy'İn ve nahrın hükümlerini beyân etmek istedi. Çünkü kurbân kesme işi ekseriya Mi-nâ'da olur (İbn Hacer).
Ben derim ki: Buhârî'nin maksadını sırf buna hasr etmeye sebeb yoktur. Buhârî bu âyeti umre, temettü' ve bununla ilgili kurbân, oruç gibi birçok mes'-eleleri ihtiva ettiği için burada zikretmiştir (Aynî).
[267] Bâb başlığına uygunluğu meydandadır. Bu hadîs "Temettü' ve ıkrân haccı bâbı"nda da geçmişti.
[268] Buhârî, Âdem İbn Ebî Iyâs'ın hadîsini, Temettü' ve ıkrân bâbı'nda mevsûlen getirdi. Vehb ibn Cerîr'in hadîsini Beyhakî mevsûlen rivayet etti.
Muhammed ibn Ca'fer el-Basrî'den ibaret olan Gunder1'in hadîsini de Ah-med ibn Hanbel mevsûlen rivayet etmiştir. Buhârî bu rivayetleri haber vermek­le hem hadîsteki küçük bir takdîm-te'hîr farkını, hem de hadîsin yaygınlığını ve dolayısiyle kuvvetini göstermek istemiştir.
[269] Buhârî kurbanlık develere binmenin cevazını bu âyetten istidlal etmiştir. İstid­lal yeri "Onlarda sîzin için -binme, süt, vb. nev'İnden- hayr vardır" kelâmıdır
[270] Mucâhid bu ma'nâyı îmâm Halil'den naKIetmiştir
[271] Bu, Buhârî'nin kelâmındandir. îbn Abbâs, Saîd ibn Müseyyeb, Hasen el-Basrî böyle tefsîr etmişlerdir
[272] Şaîre, hacc için nişanlanmış olan kurbân devesine denilir. Hediye edilmiş bede­ne ma'nâsma cem'i Şeâir gelir. Şaîre, Meş'ar ve Şiâre gibi hacc mensekleri mev­ziine, yânî edâ edilecek mahalline ıtlak olunur. Şeâiru 'l-hacc ki, müfredi mezbûr Şaîre'd\r, mensekleri, alâmetleri ve eserlerinden ibarettir. Tavaf, sa'y, taşlar at­mak, vukuf ve kurbânlar kesmek gibi. Bir kavle göre, hacc alâmetlerine denir ki, Hakk Taâlâ'nm kullarına oralarda kıyam ve mensekleri edâ ile emreylediğİ alâmetler ve ta'yîn edilmiş mevzilerden ibarettir: Safa, Merve, Minâ, Arafat'gi­bi (Okyanus).
Dinin şeari, Allhın kendisine ibadet vesil olmak üzere saygı göstermeyedir. Bu i'tibâr ile hacc ameııerme  Maâlim de şeâir demektir. Yollardaki kilometreleri, kavşakları bildiren taşlar, yazılar, ordu sancakları birer ma'lemdir. Dağa alem denilmesi dahî bundandır. Dînin maâlimi veya şeâiri, dînin adetâ nîrengi noktalarıdır (Meali Kerîm).
[273] Bunlarda işaret edilen âyetlerdeki bu kelimelerin tefsirleridir.
[274] Hadîsin başlığa delâleti meydandadır
[275] Bu da aynı hadîsin, diğer sahâbî olan Enes tarafından rivayetidir.
[276] Hadîsin bâb başlığına mutâbaakatı "Beraberinde (Hıll'den Harem'e) kurban­lık hayvan şevketti" kavimdedir. Beraberinde kurbanlık sevkedenlerin Ka'be'-yi tavaf ve Safa ile Merve arasını sa'yden sonra ihramdan çıkmayacakları, tâ bütün hacc fiillerini yerine getirinceye kadar ihram hallerinin devam edeceği hu­susu, bundan önce geçen hadîslerden de iyice bilinmiştir.
[277] Buhârî bu hadîsin diğer tarîkten de aynı şekilde geldiğini göstermiş ve hadîsi daha da kuvvetlendirmiş oluyor
[278] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "Sonra Kudeyd mevkiinden kurbanlık sa­tın aldı" cümlesidir. Çünkü Kudeyd, Harem dışında ve yol üzerinde bir mevkidir.
Hadîsin son fıkrası Kıran haccı yapan ihrâmlı, iki tavafa muhtâc olmaz di­yen fakîhlere delildir. Hanefîler'e göre ise, kıran haccı yapan için de iki tavaf lâzımdır. Bu tavafta farz olan ifâda tavafıdır, geliş tavafı ayrıdır. Bu hadîs da­ha önce de geçmiş ve bâzı bilgiler verilmişti.
[279] Başlığa uygunluğu İbn Umer'in Zu'1-Huleyfe'de kurbanlığına gerdanlık takıp alâmetler olmasıdır. Çünkü gerdanlık takma ve alâmetleme ile başlaması, İbn Umer'in bu iki işi ihrama girmeden önce yaptığına delâlet eder. Başlık da böyledir.
ibn Umer'in bu fiilini İmâm Mâlik el-Muvatta'da. mevsûlen rivayet etmiştir.
el-Iş'âr:... ve hacc menseklerinden kurbân devesine i'lâm İçin alâmet ve ni­şan eylemek ma'nâsınadır ki, murâd, hörgücün sağ tarafını bıçakla bir mıkdâr yarıp yâhud bir nesne ile dürtüp kanadırlar, tâ ki kurbanlık olduğuna nişan ola (Kaamûs Ter.).
eş-Şefre: Büyük bıçağa denir; yatağan gibi.
[280] Başlığa delîlliği, Peygamber'in kurbanlıklarına gerdanlık takma ve alâmetleme işinden sonra ihrama girmiş olmasıdır. Başlık da alâmetleme, gerdanlık takma, sonra ihrama girme hakkındadır
[281] Başlığa delîlliği "Sonra develere gerdanlık taktı ve alâmetledi..." sözündedır.
Hadîsin son fıkrası, Müzdelife'de bu işleri yapıncaya kadar Peygamber'e ihramın haram kıldığı şeylerden hiçbirinin haram olmadığı açıkça bildirilmiştir.
[282] Bu hadîs "Temettü' ve ikrân bâbı"nda da ayrı bir isnâdla geçmişti. Oradaki haşiyede bâzı bilgiler verildi. Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır
[283] Yânî Rasûlullah ihrama girmediği hâlde kurbanlıkları gönderirdi. İşte bundan dolayı, yânî henüz ihrama girmediği için ihramın haram kıldığı şeylerden çekin­mezdi. Demek ki kurbanlık gönderen kimse, kurbanlık göndermekle ihrama gir­miş olmaz. Tâ ihrama girinceye kadar ihrâmlının çekineceği şeylerden çekinmez...
(Aynî).
[284] Buhârî bu Misver ibn Mahrame hadîsini biraz önce mevsûl olarak rivayet etmişti.
[285] Buhârî bu hadîsi de biraz önce farklı bir isnâd ile getirmişti. Buhârî bu babı ve altındaki hadîsleri gerek sened, gerek metin bakımından bâzı ziyâde ifâdeler sebebiyle getirmiştir.
[286] Mektûb sahibi Ziyâd ibn Ebî Sufyân'ın annesi Sumeyye, Ubeyd'in karışıdır. Zi­yâd da bunun döşeğinde dünyâya gelmiştir. Bu sebebden ona Ziyâd ibn Ubeyd denilirdi. Bilâhare Muâviye'nin halifeliği zamanında birçok kimseler Ebû Suf-yân'm "Ziyâd benim oğlumdur" dediğine şehâdet ettiklerinden, Muâviye bu Ziyâd'ı Sufyân ailesine kattı. Ziyâd'ın nesebi başlangıçta böyle meçhul olduğu için "Ziyâd ibn Ebîhi( = Babasının oğlu Ziyâd)" diye de meşhurdur. Ziyâd idare - işlerinde müdhiş bir dehâ sahibi olduğu için, Muâviye onu Irakayn, yânı Bas­ra ile Küfe vilâyetlerinin ikisine birden vâlî ta'yîn etmişti. Ve esasen Ziyâd'ı bu maksadla kendi soyuna katıp kardeşi olduğunu i'lân etmişti (Kastallânî).
Ziyâd, Arab'ın meşhur dahî ve hatîblerindendir. Umer devrinde Medine'­de ilk defa olarak büyük topluluk huzurunda bir hutbe yapmış, bu hitabesi her­kesin takdirini toplamış, dinleyiciler birbirlerine: Bu hatîb kimin oğludur? diye sormağa başlamışlar. Bu sırada Ebû Sufyân yanındakilere: "Ziyâd'ın kimin oğlu olduğunu ben bilirim, fakat Umer'in kırbacından korkarım" diyerek, kendisi­nin gayrı meşru' döşek mahsûlü olduğuna işaret etmişti. İşte Muâviye o kimse­lerin Ebû Sufyân'ın bu sözleri söylediğine şehâdetleri üzerine onu kendi soyuna katmış ve kardeşi olduğunu i'lân etmiştir.
[287] Hadîsin başlığa delîlliği "Rasûlullah onlara kendi elleriyle gerdanlık taktı..." sözündedir.
[288] el-Ganem, koyun cinsine konulmuş isimdir ve müennestir. Lâfzından müfredi, yoktur. Şât müfredidir. Erkek ve dişiden herbirine ve karışık olduklarında mec-mû'una "Ganem" denilir. Bunun cem'i Ağnam, Guhûm ve Ağânim gelrf ve iki sürü iradesiyle tesniye kılınıp Ganemânî denir (Kaamûs Ter.).
[289] Buradaki hadîslerin dördü de Âişe hadîsinin ayrı senedlerden ve tarîklerden ri­vayetleridir. Metinlerde ve senedlerde ayrılıklar ve ziyâdelikler ihtiva ettikleri için, ayrı hadîsler sayılmışlardır. Bu hadîslerden koyun kurbanlıkları için de ger­danlık takılması sabit olmaktadır (Aynî).
[290] Hadisin başlığı deliliği meydandadır
[291] en-Na'l: Nûn'un fethi ve ayn'ın sükunuyla-ayağı yere çıplak dokunmaktan ko­ruyacak nesneye denir ki, ayakkabı ve pâbûş ta'bîr olunur..., bütün nevi'lerini şâmildir. Her mahalle bir gûnâ dikip ayaklarına giyerler. Türkçe'de "Nalın" dedikleri, ki, çamurlukta giyilir; "Na'leyn" muharreridir... (Kaatnüs Ter.). Hadîsin başlığa delîlliği "Boynunda na'l vardı" sözündedir. Hadîs daha Önce de geçmişti.
[292] İbarenin zahiri, Muhammed.ibn Beşşâr, Muhammed ibnu' 1-Musennâ'ya mu ta­baat etmiştir... Bundan sonraki senedde geleceği üzere, haddizatında AK ibnu'l-Mubârek, Ma'mer'e mutâbaat etmiştir (Aynî).
Zahire göre mutâbaa olunan Ma'mer, mutâbaat eden Muhammed ibnu Beşşâr'dır. Lâkin tahkikte o Alî ibnu' 1-Mabârek'tir. Ma'mer onun yanında bu mutâbaaya muhtâc oldu. Çünkü Basralılar'ın ondan rivayetlerinde söz vardır. O, onlara Basra'da ezberinden tahdîs etmiştir. Bu İse Basralılar'ın rivâyetindendir (İbn Hacer).
[293] Buhârî bu tarîkle, bundan evvel zikrettiğimiz veçhile, Alî ibnu'l-Mubârek'in Ma'mer'e mutâbaatını işaret etmiştir (Aynî).
[294] îbn Umer'İn bu haberinin bir kısmını İmâm Mâlik el-Muvatta'da mevsûlen ri­vayet etmiştir.
el-Culi, -cem'i: Cilal- deve, at, eşek, katır gibi hayvanların sırtı üzerine atı­lan örtüdür. Bu örf yönünden böyledir. Fakat âlimler et-Tedî!= Çullama ta'-bîri, Örtü ve benzeri nev'inden deveye hâsstır demişlerdir (Aynî).
[295] Hadîsin başlığa delâleti meydandadır
[296] Bu başlığı, bundan sekiz bâb önce "Gerdanlık takdı" kısmı hâriç, getirmişti. Burada gerdanlık taktı kısmını ilâve etmiştir.
[297] Hadîsin başlığa uygunluğu "Satın aldığı kurbanlığı gerdanlık takılmış olarak şevketti" sözündedir. Hadîs, zikredilen önceki bâbda farklı bir isnâdla, biraz değişik bir lâfızla geçmişti.
[298] Hadîs ile başlık arasında uygunluk yoktur. Çünkü başlıkta kesmek, hadîste nahr etmek lafzıyle gelmiştir, denilmiştir. Fakat Buhârî, hadîsin bâzı tarîklerinde "kesmek" lâfzıyle geldiğine işaret etmiştir diyecevâb verilmiştir. Bu hadîs, ye­di bâb sonra da gelecektir.
Hadîsin son kısmında kadın râvîsi Amre'nin doğrulanması, oaun ezberle­mesi ye zabt etmesinin sağlamlığını haber verme vardır.
[299] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah'ın kurbân kestiği yer" sözündedir.
tbnu't-Tîn: Peygamber'in kurbân kestiği yer, birinci cemrenin yanında ve Minâ Mescidi'ne yakın olan mahaldedir, demiştir.
el-Fâkîhî de İbn Cureyc'den; o da Atâ'dan; o da TâvûVtan, Peygamber'in Minâ'daki menzili musallanın sol tarafında idi diye rivayet etmiştir... (Umdetu'l-Kaarî).
[300] Bu hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî, Nâfi'den gelen bu Ukbe hadîsini, ancak içinde kurbân kesecek yerin Rasûlullah'a izafesi tasrîh edilmiş olduğu için, geçen hadîsin ardından getirmiştir.
Bir de bu hadîste İbn Umer'in kurbânını, köleler ve hürrlerin beraber bu­lunduğu bir hacılar kaafilesiyle yolladığı bildirildi ki, bu da bu işte köle ve hürr diye bir ayırım yapılmadığını gösterir (Umdetu'l-Kaarî).
[301] Bu bâb ve hadîs, Buhâri nüshalarının çoğunda yoktur. Bu yalnız Ebû Zerr'İn Müstemlî'den gelen rivayetinde vardır. es-Sagânî nüshasında başlıktan sonra Sehl ibn Bekkâr'ın Vuheyb'den rivayet ettiği hadîs vardır diyerek, sâdece işaret et­mekle yetinmiştir (İbn Hacer).
Hadîsin başlığa delîlliği "Peygamber yedi deveyi kendi eliyle kesti.." sözündedir (Aynî).
[302] Hadîsin başlığa delîlliği "Ayakta ve bağlı olarak kes" sözündedir
[303] Bunu zikretmesinin fâidesi, Yûnus'un hadîsi Ziyâd'dan işitmesini göstermek­tir.
[304] Buhârî, îbn Umer'in bu sözünü bundan Önce geçen bâbda mevsûlen getirmişti
[305] İbn Abbâs'ın bu tefsirini Saîd ibn Mansûr mevsûlen rivayet etmiştir.
  "Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah 'm şeâirinden kıldık. Onlarda sizin için hayr vardır. O hâlde onlar ayaktalarken üzerlerine Allah 'in ismini anın. Yanlan-üstü düştükleri vakit de ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyâcını giz­leyen ve gizlemeyip dilenen fakirlere yedirin. Onları şükredesiniz diye böylece, size musahhar (el-Hacc:36).
İşte bu âyetteki "Develer ayakta oldukları hâlde üzerlerine Allah ismini zikrederek kurbân ediniz" kavlindeki "Savâffe" lâfzını îbn Abbâs ayakta ol­makla tefsir etmiştir. Deve bu vaziyette, yânî bir ayağı bağlı ve üç ayağı üzerin­de dikildiği hâlde gerdanından boğazlanır. Böyle boğazlamaya "Nahr*' denir. Sığır ve davar İse, yatırılıp üç ayağı bağlanarak kesilir. Buna da "Zebh" denir. Nahr'da da, zebh'de de Allah'ın ismi zikrolumır: "Bismillah, Vallâhu Ekber, Atlâhumme minke îleyke(Allah ismiyle keserim. Allah herşeyden büyüktür. Yâ Allah, senden sana" denilip bıçak vurulur.              
el-Hâkim, el-Mustedrek'mte İbn Abbâs'm bu tefsirini "Üç ayak üzerinde dikelmiş ve bağlı olarak kesiniz" şeklinde rivayet etmiştir.
[306] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber (S) kendi eliyle ayakta oldukları hâlde yedi deve kesti" kavlindedir.
Bu hadîs kısaltılmış olarak aynen bu isnâdla bundan bir bâb önceki (118.) bâbda da geçmişti.
[307] Bu da Enes hadîsinin baş kısmı hakkında diğer bir tarîktir.
[308] Bu, meçhul bir isnâddır, lâkin mutâbaat yoluyla zikredilmiştir. Mutâbaalar, asıl­ların taşımadığım taşıyabilirler. Bir de buradaki meçhulden murâd, Ebû Kılâ-be'dir, denilmiştir (el-Kirmânî).
[309] Hadîsin başlığa hüccetliği "Kesilme ücretleri hususunda kisiciye birşey verme­memi emretti" sözündedir.
[310] Bu hadîs de yukarıki hadîsin başka bir tarîkidir. Başlığa delâleti meydandadır. Bu hadîslerden kurbânın kesilmesi, etinin taksimi, derilerin ve çulların taksîmi hususlarında vekâlet caiz olduğu; kurbânın kesme ücretini kurbân etinden ver­menin caiz olmadığı istidlal edilmiştir. Kurbân kesenin ücreti ayrıca verilecek­tir. Kesici fakîr İse, kesme ücreti tamamen verildikten sonra kurbân etinden sadaka verilmesi caiz görülmüştür
[311] Buda Alî hadîsinin bir başka tarîkidir. Başlığa delîlliği meydandadır. Bu hadî­sin fâidesi, bunda Peygamber'in Veda Haccı'ndaki kurbânlarının sayısmın.yüz deve olarak tesbît edilmiş bulunmasıdır.
[312] Buhârî bu âyetler, hacc ve kurbân ile ilgili birçok hükümleri şâmil bulundukları için, bilhassa bu hükümlerin ehemmiyetine bir tenbîh olmak üzere, bunları bu­rada sırf başlık hâlinde zikretmiştir. Bu hükümler: Beyt'İn tavaf edenler, na­maz kılanlar için putlardan, fetişlerden, pisliklerden temizlenmesi; Allah'ın Ra-sûlü'ne insanlara haccı i'lân ve da'vet etmesi emri; hacc ibâdetine mahsûs olan dînî ve dünyevî menfâatlerde hâzır bulunmak; belli günlerde Allah'ın ismini telbiye, tekbîr, teşbih ve tehlîllerle anmak; kesecekleri kurbanlık hayvanlar nev'-inden Allah'ın nzık olarak ihsanlarına karşı Ona şükretmeleri; bu kurbânlar­dan yemek ve fakîrlere yedirmek emri; tıraş olmak ve temizlenmek gibi işleri yapmak; adakları yerine getirmek; Beyti Atîk'ı tavaf ile Allah'ın hürmetli kıldı­ğı şeyleri ta'zîm eylemek gibi hükümlerdir (Aynî).
[313] İbn Umer'in bu haberini îbn Ebî Şeybe mevsûlen rivayet etti.
[314] Atâ'nın bu sözünü Abdurrazzâk, İbn Cureyc'den mevsûlen rivayet etmiştir
[315] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yiyiniz ve azık edininiz.." kavimdedir.
Bu hadîsin rivayet tarîkleri çoktur ve muhteliftir. Meselâ Müslim'de hadi­sin sonu: Atâ: Evet, dedi tarzında vâki' olmuştur. Bu sebeble âlimler kurbân etinin ne mıkdârı yenilip, ne mıkdârı sadaka edileceği hususunda görüş ayrılığı­na düşmüşlerdir. Alkame'nin beyânına göre, İbn Mes'ûd, Alkame'ye, kurbân etini üç parçaya ayırmasını; bunun birini sadaka, birini hediye etmesini, üçüncü üçte birini de ailesiyle yemesini emretmiştir. Bu kavi Atâ'dan da nakledilmiştir. Şafiî, Ahmed, Ishâk'ın da görüşleri budur. Sufyân Sevrî kurbânın çok mıkdârı sadaka yapılmalıdır, demiştir.
Ebû Hanîfe üçte birden az mıkdârı sadaka edilmesi görüşünde bulunmuştur.
Hidâye sahibi: Kurbân etinin yenilmesinin cevazını bildirdikten sonra, bu hükmün adak olmayan kurbâna mahsûs olduğunu, adak kurbânında ise ada­yan kimsenin ister zengin olsun, ister fakîr bulunsun, adak etinden yemesi caiz olmadığını zikretmiştir.
Mâlik, Şafiî ve Ahmed'in mezhebleri de böyledir.
Sonra kurbân etinden sahibinin yemesi âlimlerin çoğuna göre müstehâb-dır. (Umdetu'l-Kaarî).
[316] Bu hadîs "Erkeğin kadınları adına sığır kurbânı kesmesi bâbı"nda ayrı bir isnâdla geçmişti
[317] Peygamber'in iki defa "Darlık yok, darlık yok" buyurması, aslolan kurbân kes­menin tıraştan önce olduğuna; ve bunun önce yapılmasının da cevazına delâlet etmektedir. Böylece hadîs başlıkta zımnen sunulmakta olan hükmü beyân etmiş oluyor
[318] Bu hadîs de bundan önceki hadîsin başka bir tarîkidir, bâb başlığına delâleti de yine aynı şekildedir.
[319] Buhârî burada aynı hadîsin ayrı ayrı rivayet yollarından birkaç tanesini arka arkaya getirmiş ve bu rivayetlerle de hadîsin aslının bir olduğu ve fakat bâzı lâfız farkları bulunduğunu göstermek istemiştir. Buhârî'nin burada getirdiği se-nedlerl'e gelen hadîslerin bâzısını kendisi Sahîh'min diğer yerlerinde, bâzısını da diğer hadîs imamları mevsûlen rivayet etmişlerdir
[320] Bu da îbn Abbâs hadîsinin diğer bir tarîkidir; başlığa delâleti meydandadır. Cemre taşlamak, kurbân kesmek, tıraş olmak, farz olan ifâda tavafı yap­mak için hacc menseklerinin sıra ile yapılması sünnet midir? Yoksa vâcib mi­dir? İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha önceki imamlardan Atâ, Tâvûs, Mucâhid tertîb ve sıranın sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel yapılsa, ötekinin geri bırakılmasından dolayı keffâret olarak kurbân kes­mek lâzım gelmez demişlerdir. Delilleri de bu hadîs ile buna benzer diğer hadîs­lerdir, tmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Mâlik ve kendilerinden önce gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen el-Basrî, İbrâhîm en-Nahaî, Katâde tertîbin (sıranın) vucûbuna ve tertîbi bozanlara keffâret olarak kurbân kesmek lâzım geleceğine kaail olmuşladır. Her iki tarafın delillerinin tafsîli fıkıh kitâblarındadır.
[321] Hadîsin başlığa delîlliğİ "Kurbân, kesileceği yere ulaşıncaya kadar.." sözün­den alınır. Çünkü kurbânın kesilme yerine ulaşması, orada kesilmesinden iba­rettir. Kesmenin geri bırakılması İse ruhsat yoluyladır. Bu hadîsin bir rivayeti de "Peygamber zamanında Peygamber'in ihrama girişi gibi ihrama giren kimse bâbı"nda geçmişti.
[322] Hadîsin başlığa uygunluk ciheti "Ben başımın saçlarını toplayıp keçeleştirdim" kavimdedir. Hadîste saç kestirmek zikredilmemiş ise de bu husus gelecek olan îbn Umer hadîsinde zikredilmektedir. Binâenaleyh hadîsin, başlığın bir kısmına delâleti kâfi görülüp, her iki kısmına delâleti şart kılınmaz.
Bu hadîs ayniyle "Temettü' ve ıkrân haccı bâbı"nda da geçmişti.
[323] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah saçlarını kestirdi" kavlİndedir.
Rasûlullah'm bu tıraşı Hudeybiye'de mi, yoksa Veda Haccı'nda mı olduğu sarahatle bildirilmemiştir. Fakat Veda Haccı'nda tıraş olduğuna delâlet eden sahîh hadîsler vardır.
[324] Hadîsin bâb başlığına delâleti meydandadır. Çünkü hadîs saç kesmek ve saç kı­saltmak hakkındadır.
[325] el-Leys'ten ve Ubeydullah'tan gelen bu hadîsleri Müslim de Sahîh'indt mevsû-len rivayet etmiştir.
Rasûlullah'in bu dualarında Veda Haccı'nda mı, yoksa Hudeybiye'de mi yapıldığı açıkça bildirilmemiştir. Bunun için bâzıları bunun Hudeybiye'de Pey-gamber'in sahâbîlerine ihramdan çıkıp tıraş olma emri verdiği zaman tereddüd gösterip ağır davranmaları üzerine yapıldığına, bâzıları da Veda Haccı'nda da böyle duâ ettiğine kaail olmuşlardır.
Aynî'nin de dediği gihi, bu duanın hem Hudeybiye günü, hem de Veda Hac­cı'nda yapılmış olduğu kabul edilebilir. Her ikisinde de Peygamber tıraş olma­larını emrettiği zaman sahâbîlerde bir tereddüd ve ağır davranma görmüştü. Arablar'm âdeti başları üzerinden biraz saç almak şeklinde idi. Onlarda saçı ta­mamen kesmek az olurdu. Saçı tamamen kesmek onlara ağır gelirdi. Bunun için saç kısaltmağa meyletmişlerdi. Burada da görüleceği gibi, kimisi saçlarını kes­miş, kimisi de sâdece biraz kısaltmakla yetinmişti... (Umdetu'l-Kaari, IV, 741-742).
[326] Bu hadîsin de başlığa uygunluğu açıktır. Bu, Ebû Hureyre hadîsinin öncekin­den bir farkı "Merhamet eyle" duası yerinde "Mağfiret eyle" duasının gelmiş olmasıdır. Bundan Rasûlullah'ın her iki ta'bîr ile de duâ etmiş olduğu anlaşılıyor.
[327] Hadîsin başlığa delâleti açıktır.
Bu hadîs ihramdan çıkışta saçı kestirmenin, saç kısaltmaktan daha fazilet­li olduğuna delâlet etmekle beraber, saç kısaltmanın da cevazına delâlet etmektedir
Nitekim şu âyette bunların ikisi de zikredilmiştir:
"Andolsun ki Allah, Rasûlü''nün gördüğü ru'yânm hakk olduğunu tasdik etmiştir. İnşâattan hepiniz emniyet içinde, (kiminiz) başlarınızı kazıtarak, (ki­miniz) saçlarınızı kısaltarak korkusuzca mutlaka Mescidi Haram 'a gireceksiniz*.. "(e!-Feth:27).
[328] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben, Rasûlullah'ın saçından kısalttım..." sözün-dedir. Bu hadîs de saç kısaltmanın cevazına açıkça delâlet etmektedir.
[329] Bu hadîste mutemetti' hacı adayının saçını tamamen kestirmek veya birazını kı­saltmak şıkklan arasında muhayyer kılınması vardır.
[330] Bu ta'lîki, Tirmizî mevsûlen rivayet etmiş ve: Bu sahîh hasen bir hadîstir, de­miştir. Bunu başka sened ile Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce de rivayet etmiştir.
[331] Bunu Beyhakî ve Taberânî el-Kebîr'dc mevsûlen rivayet ettiler.
[332] Bunu el-İsmâîlî mevsûlen rivayet etti
[333] Bunu da el-İsmâîlî mevsûlen rivayet etti.
[334] Hadîsin başlığa delîlliği "Biz nahr günü ifâde yaptık" sözündedir. Çünkü bu­nun ma'nâsı, biz bayramın birinci günü ifâda tavafını yaptık, demektir
[335] Bu mutâbaalardan el-Kaasım'inicini Müslim; diğerlerininkini Buhârî Sahîh'min Magâzî ve Hacc Kitâblan'nda mevsûlen getirmiştir. Buhârî bununla Ebû Sele-me'nin Âişe'den yalnız kalmadığını göstermiş, hadîsi ma'nâ olarak naklettiği için cezim sîgası kullanmamış da "Yüzkeru" demiştir (Aynî, Kastallânî).
[336] Hadîsin başlığa delâleti meydandadır. Çünkü hadîs o hacc fiillerinden herhangi birini öne geçirmek ve geriye bırakmak hakkındadır. Başlıktaki "Unutarak ve­ya bilmeyerek" kayıdlarının dayanağı, bundan sonra gelecek bâbdaki Abdul­lah ibn Amr hadîsinde açıkça gelmiştir.
[337] Bu da İbn Abbâs hadîsinin başka bir tarîkidir.
el-Mesâ: Semâ vezninde, akşam vaktine denir ki, öğleden akşam namazına kadar vakitten ibarettir... el-tmsâ: akşamlamak ve akşama kalmak ma'nâsına-dır., (Kaamûs Ter:).
[338] Hadîsin başlığa delîlliği "Rasûluflah Veda Haccı'nda durdu" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı deve üzerinde durdu demektir. Nitekim bunu ta'kîbeden hadîsinde Abdullah, bunu açıkça söylemiştir. Buharı bu bâbda onun hadîsini üç tarîkten getirmiştir: Birinde "Veda Haccı'nda durdu"; ikincisinde "Hutbe yaparken hâzır bulundu"; üçüncüsünde "Dişi devesi üzerinde durdu" demiştir.
[339] Başlığa delîlliği "Nahr günü hutbe yaparken..." sözünden alınır.
[340] Bu, aynı hadîsin üçüncü tarîkidir.
[341] Bu isnâdla Zuhrî'den gelen bu mutâbaada Abdullah: Ben Rasûlullah'ı Minâ'da devesi üzerinde gördüm, demiş ve yukarıki hadîsi zikretmiştir.
Yukarıda İbn Abbâs hadîsinin haşiyesinde de söylediğimiz gibi hacc men-seklerinden kurbân kesmek, taş atmak, tıraş olmak, ifâda tavafı yapmak gibi işlerin sıra ile yapılması sünnet midir, vâcib midir hususunda ayrı görüş vardır: İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed ve daha evvelki imamlardan Atâ, Tâvûs, Mu-câhid tertibin sünnetliğine kaail olup, bu menseklerden hangisi evvel yapılsa öte­kinin geri bırakılmasından dolayı keffâret olan kurbân kesmek lâzım gelmez  demişlerdir. Delilleri bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir.
İmâm Ebû Hanîfe ile îmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imâmlar-,,     dan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, tbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vucûbuna ve sırayı bozanlara keffâret olarak kurbân kesmek lâzım geleceğine kaail olmuş­lardır. Her iki taraf in .delillerinin tafsili fıkıh kitâblanndadir.
[342] Minâ günlerinde, yânî nahr günü ile onu ta'kîbeden üç günde hutbenin meşrû'-luğu babı. O günlerde insanlara yapacakları işleri öğretmek maksadıyle hitâb etmenin meşruluğu, bu başlıkla isbât edilmek istenmiştir.
Buhârî bununla, Minâ'da nahr günü hacılar için hutbe yoktur diyenlere reddi kasdetti de denilmiştir. Çünkü bu hadîste zikredilen şeyler, haccın şeâirinden değil, umûmî vasiyetler kabîlindendir. Buhârî râvînin, Arafat'ta vaki' olan konuşma­ya hutbe ismi verdiği gibi, bu Minâ konuşmasına da hutbe ismini verdiğini be­yân etmek istemiştir.
[343] Hadîsin başlığa delîlliği "Rasûlullah (S), nahr günü Minâ'da insanlara hitâb et­ti..." sözündedir. Daha önce de zikrettik ki, buradaki "Hitâb etti" ta'bîri, ma1-lûm olan hutbe değildir. Bu hitabeye hutbe denilmesi, bunun da aslında kelâm etmek ve söz söylemekten ibaret olduğundan dolayıdır.
[344] Görünürde bu hadîsin başlığa uygunluğu yoktur. Lâkin ibn Abbâs'tan "Nahr günü Peygamber'in hitabesi" rivayeti bulunduğu ve nahr günü de Minâ günle­rinden olduğu İçin başlığa uygun düşmüş oluyor. O hadîsi, İbn Abbâs'tan ol­duğu ve bu kadarcık uygunluk ciheti bulunduğu için, burada yine zikretmiştir.
[345] Buhârî bu hadîsin asimda başlığa mutâbaat ettiğini işaret etmiş oluyor. Buhârî râvînin bu mutâbaatta "Arafat'ta" sözünü söylemediğini hatırlatmak suretiyle yukanki hadîsin bu mutâbaatla başlığa tam uyduğunu göstermek istemiştir. Bu mutâbaaü Ahmed ibn Hanbel de Müsned'inde mevsûlen rivayet etmiştir.
[346] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
Peygamber'in bu nutku, hadîs ve sîret kitâblarında şöhretle nakledilmiştir. Bilhassa Buhârî buradan başka Sahıh'inin İlim, Bed'u'1-Halk, Tefsir, Fiten ve Udhıye kitâblarında bâzı sened ve metin farkhhklanyle rivayet etmiştir. Bu ci­hetle metodoloji bakımından bu hitabenin de Arafat nutku gibi Peygamber'in belâgatli dilinden çıktığında kimsenin az veya çok şübhe etmeye ilmen hakkı yoktur.
Bir gün evvel Rasûlullah Arafat hutbesinde Arablar'ın dînî, medenî, ikti sâdî bütün âdetlerini Arafat meydanında yıkmış ve çiğnemiş bulunduğundan, sahâbîler, Peygamber'in bu hitâbesindeki suâlleri üzerine ayın, günün ve Mek­ke'nin adlarını değiştirecek sanmalarında hakkh idiler.
Peygamber can, mal, ırz ve şeref masuniyetlerinin ehemmiyetini gözönün-de tutarak, bunları en sâde kafalara da iyice yerleştirmek için suâl - cevâb tar­zında gayet belîğ bir uslûb ile ifâde etmiştir.
[347] Hadîsin başlığa delîüiği "Peygamber Minâ'da: "Bilir misiniz?..." diye sordu sözünden alınır. Çünkü bu kelimeleri söylemesi, O'nun MinâMaki hutbesinden ibarettir. Lâkin bu hitabe, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, içinde hacc mensekle-rinden birşey olan hakîkî bir hutbe değildir.
[348] Bu Hişâm ibnu'1-Gâzî (157)'nin hadîsini, Ebû Dâvûd da mevsûlen rivayet etmiştir.
Mİnâ hutbesi şöyle başlamış ve devam etmiştir:
Rasûlullah Minâ'ya gelince, Muhâcirler'in kıblenin sağ tarafında, Ensâr'-ın solda, diğer cemâatin de karşıda saff saff yer almalarını emretti. Yine deve üstünde, yüzbinlik bu büyük cemâat karşısında İslâm mkilâbımn en müessir bir hutbesini daha şu suretle îrâd etti:
"Ey İnsanlar! Allah'a hamd ve sena, tekbîr ve tehlîl ettikten sonra derim ki: Sizi Allah'ın Kitâbı'na bağlayan Peygamberinizin sözlerini iyi dinleyiniz ve O'na itâai ediniz! Hacc ibâdetlerinizin bütün şekillerini benden gördüğünüz gi­bi ifâ ediniz, öyle sanıyorum ki, ben bu seneden sonra bir daha hacc edemem..." demiş ve devamında yukanki hadîs metninde verilen sözleri söylemiştir (Ibnu'l-Kayyım, Zâdu'l-Meâd; Kastallânî, el-Mevâhibu'l-Ledunniyye bi'l-Maahi'l-Muhammediyye).
[349] Su içirme vazifesi olan ile ondan başka özürlü, hasta yâhud oduncular, çoban­lar gibi meşguliyet sahibi kimseler Minâ geceleri süresinde Mekke'de ikaamet edebilirler mi? Buhârî, sorunun cevâbını zikretmeyip, hadîsle yetinmiştir.
[350] Buhârî bu hadîsi burada arka arkaya üç tarîkten rivayet etmiş ve en kısadan genişe doğru bir sıralama yapmıştır.
[351] Bu mutâbaalardan birincisini Müslim; ikincisini İbnu Ebî Şeybe; üçüncüsünü ise Buhârî "Hacıları sulama bâbı"nda mevsûlen rivayet etmişlerdir.
[352] Câbir ibn Abdillah'm bu hadîsini Müslim, Sahfh'inde mevsûlen rivayet etmiştir.
[353] Cemreler Minâ'da birbirleriyle farklı uzaklıklarda ve bir yol üzerinde üç tane­dir. Mekke tarafında bulunana Akabe cemresi denir. Nahr günü kuşluk vaktin­de yalnız bu taşlanır. Diğer teşrîk günlerinde, her gün öğleden akşama kadarki zaman içinde sıra İle her üçüne de yedişer taş atılır.
Birinci cemre ile orta cemre arasındaki uzaklık takriben 116 m.;
Orta cemre ile Akabe cemresi arasındaki uzaklık takrîben 160 m.;
Mekke Haremi ile Minâ arası mesafe takrîben 7 km.;
Minâ ile Cebeli Rahmet arası mesafe takriben 14 km. (er-Risâletu't-Fârûkıyye, s.51).
[354] îbn Mes'ûd'un bu hadîsi, Akabe cemresinin vâdînin ortasından, aşağıdan yu­karıya doğru atıiniasmın sünnetliğini te'kîdli olarak ifâde eder. Halktan bâzıla­rının Akabe cemresini vâdînin üstünden attıklarını Abdurrahmân'm bildirmesi üzerine, Şâri'in sünnetine sarîh bir muhalefet olan bu durum, İbn Mes'ûd'un vicdanında derin bir te'sîr hâsıl etmiş ve sözünü yemîn ile te'kîd eylemiştir. Hacc mensekleri birkaç sûrede zikredilmişken, İbn Mes'ûd'un bilhassa el-Bakara Sû-resi'ni zikretmesi, Hacc menseklerinin hükümlerinin çoğunun bu sûrede anıl­mış olmasındandır.
îbn Mes'ûd, cemre taşlamak vaktine ilgisi İ'tibâriyle "Bir de sayılı günlerde Allah11! z/ftraÖn"(el-Bakara:203) âyetine telmih etmiş oluyor. Buna göre İbn Mes'­ûd: Hacc mensekleri kendisine indirilen ve bütün hacc işleri kendisinden alına­cak olan Peygamber, taşlamanın keyfiyetini kendisinden almaya, Akabe cemresini yukarıdan atan kimselerden daha hakkhdır, demiş oluyor.
[355] Bunu Abdurrahmân ibnu Mende mevsûlen rivayet etmiştir. Bunu zikretmesi­nin fâidesi, Sufyân es-Sevrî'nin el-A'meş'ten bunu işitmiş olmasını beyân etmektir.
[356] İbn Umer'in bu hadîsi, yakında "İki cemreyi taşladığı zaman.. bâbı"nda mev­sûlen gelecektir.
[357] ibn Mes'ûd'un bu fiili ve sözü, âlimler cumhurunun mezhebidir. Cumhura gö­re yedi çakıldan eksik atmak kâfi değildir. Yedi taş atılması vâcibdir. İbn Mes'­ûd hadîsi cumhurun en kuvvetli delilidir. İbn Umer'den, Câbir'den ve îbn Abbâs'tan da yedi adedi açıkça rivayet edilmiştir.
[358] Yedi taş atmanın sebebi, yedi tekbîrin sayısını unutmamaktır. Bunun benzeri, namazdan sonra tesbîh sayısını muhafaza için parmaklarımızın ek yerlerine mü­racaat eder, onunla hesâb ederiz.
[359] İbn Umer'in bu hadîsi biraz sonra "İki cemreyi attığı zaman.. bâbı"nda mev-sûlen gelecektir.
[360] Hadîsin başlığa delîlliği "Herbir taşın beraberinde tekbîr getirirdi.." sözünde-dir. Bu hadîs, îbn Mes'ûd hadîsinin diğer bir tarîkidir.
Haccâc minberde bu hutbeyi yaptığı sırada, Emevî Halîfesi Abdulmelik ibn Mervân tarafından Irak Vâlîsi ve Hacc Emîrİ bulunuyordu. Haccâc'ın sûre isim­lerini söyleyiş şekli kendisine sorulunca İbrâhîm, İbn Mes'ûd'un söyleyiş şekli­ni, yânî doğrudan doğruya el-Bakara güresi şeklinde söylediğini bildiren hadîsi rivayet etmiştir.
[361] Buhârî bu bâb başlığı altında İbn Umer'in bu hadîsine işaret etmekle yetinmiş­tir. İbn Umer'in bu hadîsini de bundan sonraki bâbda mevsûlen getirecektir
[362] Bu hadîste haber verilen iki cemre yanındaki duruş süresinde görüş ayrılığı ol­muştur. İbn Mes'ûd iki kerre el-Bakara Sûresi okuyacak kadar durur ve duâ edermiş. îbn Umer'in iki cemrede el-Bakara Sûresi okuyacak kadar vakfe yaptı­ğı rivayet edilmiştir. İbn Abbâs'm da yüz âyetli bir sûre okuyacak kadar vakfe yaptığı haber verilmiştir.
Âlimlerin çoğu bu vakfelerin zİkr ve duâ için yapıldığını, binâenaleyh vak­fe yapmamakta bir be's olmadığına kaail olmuşlardır.
el-Cemretu'd-Dünyâ: Minâ'daki Hayf Mescidi cihetine yakın olan cemre­dir. Bu cemre, ikinci nahr günü taşlanan cemrelerin birincisidir. Bu cemre Mi-nâ'ya en yakın, Mekke'ye de en uzak olan cemredir.
Atılan çakılların sayısı: Dört İmâm'a ve cumhura göre, çakılların sayısı 7O'dir. Bunlardan yedisi bayramın ilk günü Büyük Cemre'ye, yânı Akabe cem­resine atılır. Teşrik günlerinde, yânî bayramın ikinci, üçüncü, dördüncü günle­rinde her gün sıra İle her Üç cemreye yedişerden 21 taş atılır. Üç günde atılan taş sayısı 63 olur. İlk günü atılan yedi taşla beraber, toplam 70 olur.
Yalnız İmâm Ahmed'den bir rivayete göre, her cemreye altı taş atılarak top­lam 60 olur. Bir veya iki günün atışını kasden veya unutarak terk ederse, geri kalan günlerde telâfi caizdir ve kaza değil, edadır. Çünkü taş atma günleri bir vakit hükmündedir (Kastallânî, III, 348).
[363] Bu, ayniyle bundan önce zikredilmiş olan hadîstir. Buhârî, geliş yolu ayrı oldu­ğu için tekrar etmiş ve başlığa açıkça bir delîl yapmıştır
[364] Buhârî bu Muhammed'in hangi Muhammed olduğunu belirtmemiş, böyle nis-bet etmeksizin, sâdece ismini zikretmiştir. Sarihler: Bu, Muhammed ibn Beş-şâr'dır, yâhud Muhammed ibnu'l-Musannâ'dır yâhud da Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî'dir demişlerdir
[365] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "İki elini kaldırarak duâ ederdi" sözündedir. Bu­hârî bu hadîsin senedinin bir kısmını, yânî Zuhrî'ye kadarki kısmını verdikten sonra hadîs metnini sevketmiş, sonunda da senedin Peygamber'e kadar ulaşan kısmını vermiştir. Hadîsçilerden bir cemâat bunu caiz görmüştür. Ahmed ibn Hanbel de, Buhârî de bunlardandır. Senedi böyle ayırma mevsûllüğe mâni' ol­maz. İbn Hacer: Bu şekilde sevkedilen isnadın mevsûl olduğu hususunda hadîs âlimleri arasında hiçbir ihtilâf yoktur, demiştir.
[366] Hadîsin başlığa uygunluğu şu cihetledir: Rasûlullah Müzdelife'den hareket etti­ği zaman Âişe O'nun beraberinde yürümüş değildi. Hâlbuki Peygamber'in Aka-s      be cemresini taşlayıncaya kadar binekli olmakta devam ettiği sabit olmuştur. Bu ise Âişe'nin Peygamber'e güzel koku sürmesi, Akabe, cemresini taşlamasın­dan sonra vâki' olduğuna delâlet etmiştir.
İfâda tavafından önce tıraş olmaya gelince, çünkü Peygamber, Akabe cem­resini taşlayıp döndüğü zaman Minâ'da başını tıraş ettirmiştir.
Buhârî'nİn hadîsten başlıktaki hükmü alması, koku sürmek cihetindendir. j Çünkü koku sürmek, ancak ihramdan çıktıktan sonra olur. Birinci ihramdan j çıkış ise, üç işten ikisini yapmakla olur: Akabe cemresini taşlamak, tıraş olmak, ; ifâda tavafı. Peygamber, cemreyi taşladıktan sonra tıraş olmasaydı, koku sü-',      rünmezdi... (İbh Hacer).
[367] Buna "Sader tavafı" da denir. Buhârî hükmü zikretmeyip, hadîsi bildirmekle yetindi
[368] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hacc işlerinizin sonu Beyt'le olsun" sözünden alı-,     nır. Beyt'le olacak iş ise, tavaftan başkası olmaz. O da, hacc işlerinin sonu olan veda tavafıdır (Aynî).
Müslim'in îbn Abbâs'tan bir rivayetinde: İnsanlar hacc sonunda etrafa dağılıvermek i'tiyâdında idiler. Rasûlullah (S): "Sakın hâ, sizden hiçbiriniz dağıtmasın. Tâ ki, son vazifesi Beyt'i tavaf olsun" buyurmuştur.  Nevevî: Hadîsteki emr, vûcûb içindir. Bize göre sahîh olan vacibi terk ile kurbân lâzım gelir, âlimlerin çoğunun kavli de budur, demiştir. İmâm Mâlik, j Dâvûd Zahirî, İbn Münzir ise, veda tavafı sünnettir; terk edilirse birşey lâzım gelmez, demişlerdir. Hanefîler, afakîlere vâcib; Mekkeliler'e vâcib değildir, de­mişlerdir.
Hayızhya, nifâslıya, umre yapana vâcib değildir...
Şârih Kastallânî, veda haccının vucübuna, hadîsin sonundaki "Veda tava­fı hayızlı hakkında hafifletildi" cümlesiyle istidlal etmiştir. Hakîkaten hayızlı hakkında hafifletilen hüküm, başkaları hakkında teşdîd ve te'kîdi gerektirir ki, , bu da vucûbdur. Ve hafifletme yalnız müekked işlerden olabilir
[369] Hadîsin başlığa uygunluğu *'Sonra binip Beyt'e hareket etti ve ona tavaf yaptı" sözündedir. Çünkü bu tavafla murâd, veda tavafıdır (Aynî).
[370] Bu mutâbaatı, el-Bezzâr ile Taberânî mevsûlen rivayet etmişlerdir.
[371] Bu başlıkta "İzâ"nın cevâbı söylenmemiştir. Takdîri şöyledir: Bu kadına veda tavafı vâcib olur mu? Yoksa hayızı sebebiyle kadından bu tavaf düşer mi? Vâ­cib olduğunda kurbân lâzım gelir mi, yâhud gelmez mi? Buhârî bu soruların cevâbını hadîslerle verdirmeyi daha emîn yol görüp, kendisi başlıkta hiçbir hü­küm bildirmemiştir
[372] Hadîsin başlığa uygunluğu "Safiyye ifâda tavafını yapmıştı, dediler. Rasûlul­lah: O takdirde bizi habsetmesi yoktur" sözündedir. Bunun ma'nâsı, veda ta­vafının hayızlıdan düşmesidir. Çünkü Rasûlullah'a Safiyye'nin hayz olması haberi verildiğinde "O bizi habsedici mi oldu?" buyurdu. Fakat Safiyye'nin hayızdan önce ifâda tavafını yaptığı haber verilince: "O takdirde bizi habs'etmiyecektir" buyurdu. Çünkü Safiyye haccm rüknü olan farz tavafı edâ etmiştir (Aynî).
[373] Hadîsin başlığa hüccetliği "Ümmü Süleym: Safiyye hadîsini zikretti" sözünden alınır.
[374] Hâlid'in hadîsini Beyhakî; Katâde'ninkini de Ebû Dâvûd et-Tayâlisî mevsûlen rivayet etmişlerdir.
[375] Hadîsin başlığa uygunluğu "ifâda tavafını yaptığı zaman hayızh kadına mem­leketine hareket etmesine ruhsat verildi" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'­nâsı, hayızh kadın, farz olan ifâda tavafını yapmış olduğu zaman memleketine hareket eder ve veda tavafını terketmesinden ötürü üzerine bİrşey lâzım gelmez,
demektir (Aynî).
Buradaki îbn Abbâs ve aynı senedle gelen îbn Umer hadîslerinin her ikisi de sahâbînİn mürselleri nev'indendir. Çünkü bu her iki sahâbî de bu müsâadeyi bizzat Peygamber'den değil, kendisine müsâade verilmiş olan kadınlardan öğ­renmişlerdir. Bu gibi sahâbî mürsellerinin merfû' hükmünde olduğu bilinen bir
hakikattir.
Bu ibn Abbâs ve İbn Umer hadîslerinden de, temizken farz olan İfâda ta­vafını yapmış da sonra hayz hâline giren kadından, veda tavafının düştüğü sâbit oluyor.
[376] Ten'îm, Mekkeliler'in mîkaatlarından biridir. Harem hâricinde ve Mekke'ye bir fersah mesafededir. Orada sonraları Âişe Mescidi dedikleri bir mescid inşâ edilmiştir.
Muhassab, Mekke ile Minâ arasında bir yerdir. Teşrîk günlerinden sonraki gece -ki bayramın dördüncü günü bittikten sonraki gecedir- orada geçirilir. Bu­raya Benû Kinâne Hayfı da denilir.
[377] Hadîsin başlığa delâleti "Ve Safiyye de hayz oldu... öyleyse be's yoktur; haydi yola çık!" sözlerinden alınır. Çünkü bunda Safiyye'nin İfâda tavafını yapma­sından sonra hayızlandığı sabittir. Başlık da böyledir.
Bu hadîs, Temettü' ve Ikrân hacdan babında da geçmişti.
Bu münâsebetle hacc nevi'lerini bir kerre daha özetleyelim:
Hacc aylan içinde hacc ile umreyi cem' etmenin üç yolu vardır: Birincisi îfrâd'dır. Hacı adayı mîkaatta yalnız hacca niyet eder. Ve hacc ibâdetini ta­mamlayıp, halâl olduktan, yânî ihramdan çıktıktan sonra -ayniyle Mekke'nin yerlisi gibi- Harem haricindeki Cırrâne, Ten'îm, Hudeybiye gibi bir yerden um-s      re niyetiyle tekrar ihrâmlanıp vakfeden mâada menseklerİ yeniden yapar. Böyle olana Müfrid denir.
İkincisi Kırân'dır. Hacı adayı mîkaatta hacc ile umreye birlikte niyet eder ve tavaf, sa'y, tıraş gibi hacc amellerini tekrarlamaksızın hem hacı, hem mu'te-mir yânî umre yapıcı olur. Böyle niyet edene Kaann denir.
Üçüncüsü Temettu'dm. Hacı adayı hacc ayları içinde-mîkaatta yalnız um­reye niyet eder. Ve Arefe gününden evvel vakfeden mâada mensekleri edâ edip, halâl olduktan sonra -ayniyle Mekke'nin yerlisi gibi- hacc gününde Mekke'den bir hacc inşâ edip vakfe, tavaf, sa'y gibi mensekleri yapar. Böyle olana Mutemetti' denir. Çünkü Câhiliye âdeti hilâfına olarak hacc aylan içinde umreden istifâde etmiş olur... (Tecrîd Ter., I, 191-194)
[378] Bu mutâbaat temettü' ve Ikrân hacdan babında Usmân ibn Ebî Şeybe tarîkin­den mevsûlen geçmişti.
[379] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber ikindiyi Abtah'da kıldı    sozundedır. Hadîs  "Terviye günü öğleyi nerede kıldı bâbı"nda da başka bir tarîkle geçmişti.
Abtah, Bathâ, Muhassab ve Kinane oğulları Hayfı İsimleri aynı yerin adla­rıdır. Mekke ile Minâ arasında geniş bir yerdir.
[380] Bunun da başlığa uygunluğu "İkindiyi Abtah'da kıldı" sözündedir. Bu hadîs de "Veda tavafı bâbı"nda başka bir tarîkle geçmişti.
[381] Biraz Önceki haşiyede de bildirdiğimiz gibi, bu Muhassab'a Abtah, Bathâ, Kİ-nâne oğullan Hayfı da denilir. Bu isimlerin hepsi aynı yeri gösterir.
Âişe'nİn bu hadîsi, Buradaki konaklamanın İbâdet kasdiyle olmadığım ve haccm gereklerinden olmadığını ifâde etmektedir. Bâzı âlimler Peygamber'in ve ondan sonra halîfelerin burada konaklama yapmış olmalarından dolayı, Pey-gamber'e uymak için burada konaklamanın müstehâb olduğunu söylemişlerdir. Nevevî,-: Muhassab'da konaklamak ŞâfİÎ ve Mâlİkî'de müstehâbdır; âlimlerin cumhuruna göre de böyledir, diyor.
[382] Bu İbn Abbâs hadîsinde de "Muhassab menzilinde konaklamak birşey değildir" demesinden dolayı, bunun haccın sünnetlerinden olmadığı anlaşılmıştır. Bütün sarihler bu sözü "Hacc menseklerinden-sayılmış değildir" diye tefsîr etmişlerdir
[383] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Zû Tuvâ'da konaklardı... haccı bitirip Mek­ke'den ayrıldığı zamanda.." sözlerinden alınır.
Sonra iyi bil ki, Mekke'ye girmeden önce Zû Tuvâ'da konaklamak, dönü­şü sırasında da Zu'1-Huleyfe'deki Bathâ'da konaklamak, hacc menseklerinden olarak yapılması gerekli birşey değildir. Hacı isterse bu yerlerde konaklama ya­par, isterse terkeder (Aynî).
Peygamber ve halîfeleri bu yerlerde konakladıkları için, onların bu fiilleri­ni taklîd ederek konaklamakta elbet bir hikmet ve hayr vardır (İbn Hacer).
[384] Bu hadîs de, diğerinde olan hususlara bâzı ziyâdelerle delâlet etmektedir.
[385] Bu Zû Tuvâ'da geceleme işi de biraz önce geçtiği gibi, hacc menseklerinden de­ğildir. Bundan da ancak Peygamber'in konaklama yerleri alınır ve sâdece O'nun fiillerine uymak için bu yerlerde konaklanabilir. Çünkü O'nun fiillerinden hiçbiri hikmet ve hayrdan boş değildir (Kastallânî).
[386] Câhiliyet devrinde Hicaz'da Mekke yakınlarında senenin belli zamanlarında baş­lıca dört panayır kurulurdu. Arabistan'ın her tarafından buralara kervanlar ge­lir, alış verişler yapılır, şiir ve hitabe yarışları düzenlenirdi. Bunlar Ukâz, Zu'1-Mecâz, Mecenne, Hubâşe panayırları idi. Ukâz, zu'1-ka'de evvelinde ku­rulur ve yirmi gün devam ederdi. Mevkii, Arafat'a yakındı. Şâirlerin şür ve hi­tabe yarışları en çok Ukâz panayırında olurdu. Rasûlullah, ünlü hatîb Kurs ibn Sâide'yi Ukâz'da görmüş ve cihan edebiyat târihine geçen meşhur hitabesini bu­rada dinleyip ezberlemişti. 129 hicret yılında Haricîler zamanında ilk terkedilen panayırdır. Sonra Zu'1-Mecâz ve Mecenne panayırları terkedildi.
Zu'1-Mecâz'ı îbn İshâk, Arafat'ın bir tarafında kurulurdu, diyor. Reşâtî de Arafat'ın sağ tarafında olduğunu ve sonraları terkedildiğini bildiriyor.
Mecenne de Mekke'ye birkaç mil mesafede idî. Civânnda bahçeler, bos­tanlar bulunduğu için Mecenne denilirdi.
Hubâşe Mekke'nin sağ tarafında, altı mil uzaklıkta idi. 197 hicrî yılında en son bu panayır terkedildi. Bundan sonra insanlar Arafat, Minâ ve Mekke panayırları ile yetindiler. İbn Abbâs hadîsinde bunlardan ilk ikisi zikredilmiştir (îbn Hacer, Aynî, Kastallânî).
[387] Bu âyet, İbn Abbâs kıraatinde "Fî mevâsımVl-hacc" şeklinde okunmuştur.
Bu âyet, hacc mevsiminde müslümânların alış veriş yapmalarında, ticâret etmelerinde, Rabb'lerinin rızkından kazanmak istemelerinde kendilerine bir gü­nâh olmadığını bildirmiş oluyor. İbn Abbâs da âyeti bu maksada delîl olmak üzere okumuştur.
Buhârî'nin bunu bâb başlığına delîl yapması ciheti meydanda ve açıktır.
[388] el-Idlâc, if'al babından, gecenin evvelinde kalkıp yola gitmek;
el-Iddilâc, ifti'âl babından, hemzenin ve şeddeli dâl'in kesresiyle, gecenin âhir vaktinde kalkıp yola gitmek ma'nâsmadır.
ez-Zemahşerî el-Esâs'da, ed-Delec ve ed-Decle, akşamdan kalkıp bütün gece gitmek ve dâl'in dammıyle ed-Dulce, gecenin sonunda gitmek ma'nâsına isim olmak üzere ve birincisinden fiili if'âl babından; ikincisinden fiili ifti'âl bâbındandır.. ibaresiyle yazılmıştırMtsbâh'ta da bu veçhile beyân edilmiştir... (Kaamûs Ter.).
[389] Bu hadîsin bir rivayeti daha önce sened ve metin farkıyle geçmişti.
[390] Bu Muhammed, Ebû Alî ibnu Seken'in rivayetinde Muhammed ibn Selâm şek­lindedir. es-Sagânî ise: O, Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî'dir demiştir
[391] Bu hadîs de daha önce geçmişti. Buhârî buradaki Peygamber'in hâlini gösteren "Muddilicen" kelimesinin ifti'âl babından ismi fail olduğuna dayanarak, bâb başlığına açıkça delîl teşkîl ettiğini göstermek istemiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder